Vedat BEKİ
Vekilin ve Başkanın ithali olabilir! Ammaaa...
Yazacak o kadar çok konu var ki… Hangi birisine el atacağımı şaşırmış durumdayım.
"Ilgaz’a açılacak olan fakültenin aylardır engellenmesini" yazmalıyım diyorum ama, araya MHP İl Başkanı Bekir Satılmışoğlu’na ait arsa üzerindeki Sinekli Bakkal mevzusu giriyor!
"Kurşunlu’nun yıllardır süregelen kanayan yarası, ilçenin içme suyu sorununu" masaya yatırayım diyorum, Çankırı Valisi Şemsettin Uzun’un yediği “caba” üzerine çocuklara dağıttığı “lolitoplar” geliyor masama!
Sivil Toplum örgütlerinin bir araya gelerek oluşturduğu “Güç Birliği Platformunu” ele alayım diyorum, Bayramören’de yapılacak olan yamaç paraşüt organizasyonunun heyecanını dile getirmeyi daha fazla önemsiyorum!
Tamam! Karar verdim: Çankırı Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Hayrettin Çelikten’in nasıl “başkan” seçildiğini yazacağım diye masama oturuyorum, kapının zili çalıyor!
“Sabah sabah kim ola ki?” diye içimden geçirerek kapıya yöneliyorum; Ve son zamanlarda karşılıklı olarak birbirimize aşina olduğumuz mahallemizin postacısını karşımda görüyorum!
“Abi yine Çankırı Adliyesinden” diye bir cümle kurarak elime imzalamam gereken evrakı ve gelen zarfı uzatıyor!
Malum zarf; son aylarda beni fazlasıyla ziyaret eder oldu!
“…. Vekili Av. … Müvekkilim hakkında Sözcü18.com sitesinde kaleme aldığınız yazıda, …. cümlelerle hakaret ettiğinizden dolayı…” (!)
Hani, biraz önce kafamı toparlamıştım ya!
Bulup da yan yana getirene aşk olsun!
1975 yılından 2000 yılına kadar 25 yıl süresince aktif gazetecilik yaptığım Ankara’da, bir Allah’ın kuluyla “mahkeme” kapısına düşmediğim mesleğimde, Allah versin, Çankırı’da şu anda hakkımda açılan dava sayısı dört oldu!
Bakalım sonu nereye varacak!
”Zat-ı muhterem, 1 milyon TL avanta istedi! 200 bin lirasını da bana vermeye kalktı” (!) diyorum, beyefendi mahkemeye gidiyor!
Ama gariptir, benim söylediğim “1 milyon TL avanta istedi, bana da 200 bin TL’sini teklif etti” iddiamı hiç mi hiç gündeme getirmeden “hakaret” davası açabiliyor
Çankırı’da 7’den 70’e cümle ahalinin karnından konuştuğu “Yapraklı yolu” hikayesini belgeleriyle ortaya döktüm, işin muhatabı “tık” diyemedi!
Ama, çareyi “dandik fino”yu “kemiksiz etle” beslemeye kalkarak, dijital paçavrada üzerime saldırtmaktan hiç mi hiç kaçınmadı!
Vali Şemsettin Uzun’la ilgili konuya hiç mi hiç girmek istemiyorum!
Cümle alem biliyor aramızdaki hukuku!
Ve Belediye Başkanı İrfan Dinç’le yaşadıklarım!
Beyefendi sap yedi, saman etti ancak yine de maşallahı var, zeytinyağı gibi yine yukarılarda geziniyor! Nasıl beceriyorsa!
Ankara’da Çankırı (Belediye) Spor'un yemeğine geldi; “Uzun saçlı yemeğe katılıyorsa ben yokum” (!) diyebildi!
* * *
Bütün bunları düşünüyorum da, kendi kendime “ben ne yapıyorum” diye sormadan edemiyorum!
Gerçekten söyler misiniz, ben ne yapıyorum?
Bana ne Çankırı’dan!
Ben neciyim ki!
Sayın Vali Uzun, durumumu(zu) ortaya koydu: Elinde çanta ile gelip Çankırı’yı karıştıran(lar)dan birisiyim!
Çankırı’yı Çankırı’da yaşayanlar idare etmeli (imiş) (!)
Böylesi saçma bir cümle hiç duymadım ama, ister istemez şunu da sormadan edemeyeceğim:
-Çankırı’yı ben mi idare ediyorum?
Bu bana iltifat mı, yoksa Çankırılı’ya hakaret mi?
Sayın Vali bana bunu soracağına biraz Çankırı tarihi ile ilgilensin!
Geçen dönem Çankırı Belediye Meclisinde, Ankara’da oturan Meclis Üyesi, hatta hatta zaman zaman Belediye Başkan Vekili vardı!
Ben mi koymuştum o zat-ı muhteremi Belediye Meclis Üyesi listesine?
Daha da öteye gidelim!
Mevcut Belediye Başkanı, nereden geldi de Çankırı’ya Belediye Başkanı oldu?
Belediye Başkanı ve Belediye Meclis Üyesi olmanın şartları yasada belli!
Kim ya da kimler yaptı bu “katakulliyi” (?)
Ben mi?
Amerika’dan Çankırı’ya “milletvekili” gelmiş, Sayın Vali Şemsettin Uzun, Ankara’dan gelen “uzun saçlıyı” sindiremiyor!
Çok komik! Hatta hatta komik ötesi!
Buradan bir tavsiyede bulunacağım, son günlerde yediğiniz cabaların ana malzemesi taaa Kanada’dan geliyor! Hatırlatırım!
* * *
Şimdi yazacaklarımı dikkatle takip edin! Bir hikaye anlatacağım! Hikayenin iki kahramanı ve iki de mağduru var!
Birinci mağdurumuz namazında niyazında! Hoca ezanı okuyacak diyerek, caminin şadırvanında abdest almaya çalışıyor! Birinci kahramanımız amcanın ceketindeki saati iç ediyor! Ve koştura koştura hem saatçilik hem de gözlükçülük yapan zat-ı muhteremin dükkanında soluğu alıyor!
Ve biraz önce iç ettiği saati, geçen dönemin belediye meclis üyesi saatçimize bir bedel karşılığı satıyor!
Mağdur amcamız, iç edilen saatinin üzerine uzun süre yatıyor! Günün birinde elindeki bir saatin tamiri için “malum saatçiye” geliyor! Bir de ne görsün, haftalar öncesinde cami şadırvanında iç edilen saati, saatçinin tezgahında!
Hiç sesini çıkartmıyor ve dükkandan ayrılarak doğruca karakola gidiyor. Yanına iki polis alarak saatçi dükkanına geri dönüyor!
Ve olaylar çorap söküğü gibi dökülüyor… Saatçi-gözlükçü arkadaşımız, saatin macerasını anlatıyor… Veeeee…
Saati iç eden “dandik fino”nun o gün görev yaptığı gazetenin Genel Yayın Yönetmeni devreye giriyor! ("O genel yayın yönetmeni de kim?" diye bana hiç sormayın!)
Her zamanki gibi alttan – üstten yaptığı yıkama yağlamalarla “cami şadırvanında başlayan ve saatçi-gözlükçüde son bulan” adli olayı, bir şekilde kapattırıyor!
Vay canına mı!
Yok canım, o kadar önemli bir durum değil!
Neden mi?
Şayet bu olay önemliyse; kahramanlarımızdan birisi “müdürüm” diye nasıl gezer?
Diğerine ise hiç mi hiç sözüm olmaz! O, ezelden “dandik”miş! Dandik gidecek!
* * *
Çarşamba günü Bayramören’de Dünya Yamaç Paraşüt Şampiyonasının 1. ayağı ile ilgili organizasyon başlıyor… Pazar günü akşamına kadar sürecek olan bu şenliği geçen yıl kaçıranlara tavsiyem, bu yıl en azından Cumartesi ve Pazar günleri izlemeleri. Çankırı’nın tanıtımına ve turizm hareketine önemli katkılar sağlayacağı gün gibi aşikar olan böylesi bir etkinliğe Çankırılı’nın uzak durması düşünülemez.
Sizi bilmem ama ben Bayramören’de olacağım… Kalın sağlıcakla…