Hatice AĞIR
Öfke, yanlış enstrümandır!
Bu yazı da aslında Vedat Beki’ye herkesin yüklendiğinden farklı bir adresten yüklenecektim. Öncesinde arayıp, kendisine de bu yazı hakkında bilgi verdim.
"Ben yazarım sen ister yayımlarsın, ister yayımlamazsın! Patron sensin" dedim.
Birazcık esprili bir dilde “Sana ne be Vedat Bey, sana ne? Ne uğraşıyorsun memleketimin meseleleriyle? Neden bu kadar umursuyorsun, ölenini, kalanını, seçilmişini, geçilmişini, derneğini, federasyonunu, hırsızını, dolandırıcısını?
Yaz sen de şöyle güzel güzel Çankırı’nın tarihi turistlik yerlerini!
Yaz sen de seneye buraya şu kadar turist gelir, buralar nasıl güzel yeşillenir haberlerini...
Bir sonraki seçimde şapka koysalar en az yüzde 60’la seçimi alacak olan partiden, seni şapkadan çıkan tavşan aday adayı mı yapacaklar sanki?
Sanki yapalım deseler senin gönlün şapkanın içinden çıkmaya razı olacak mı?
Nedir derdin diye sorgulayıp, sen güzelim balıkları tutup, Dominik'de ada manzarana karşı oturup yerken 'afiyetten' neden bu kadar rahatsız oluyorsun?
"İlla bir haberin ardından sayılıp sövülmek, aranıp tehdit edilmek, olmadı mahkemelerde sürünmek mi balığın yanında aradığın?" diyecektim.
Sonrasında da Metin Akpınar’dan şöyle bir anekdotu alıp aktaracaktım; “Bir komşumuzun horozu vardı. Sabah erkenden ötüyordu, bir süre sonra sesi kesildi. Komşumuza "Horoz nerede dedim?"
Dedi ki, “Sabah bizi uyandırdığı için kestik.”
Yıllar sonra üniversiteye girdiğimde anladım ki, kim insanları uyandırıyorsa, kesilmeye mahkumdur.”
"Horoz musun sen?" diyecektim.
Yaz sen de; Paşalar gibi bir Taş Mescit araştırma haberi!
Yaz sen de Melan’ı, Bayramören’i, Ilgaz’ı, Eldivan’ı, tuzu yaz!
Ne varmış efendim, kim kime ne kadar para vermiş, kim oda başkanı seçilmek için bir sonraki seçimde neler etmiş
"Dertsiz başına dert mi arıyorsun?" diyecektim...
Az önce telefonuma gelen haberin linkine kadar...
Bu haberi görünce yapmaya çalıştığı şeyin bu dönemde ne kadar sıkıntılı bir iş olduğunu daha da iyi anladım.
Şimdi size en son seçim öncesi ve sonrası çevremde olanlardan biraz bahsetmek istiyorum.
O dönemde bir Teknokent firmasında Ar-Ge Projeleri ve Devlet Destekleri Direktörü olarak görev yapıyordum. Firmanın Ankara’da faaliyetlerine başladığı günlerde 3-4 kişilik bir ekip halindeyken bu firma için çalışmaya başlamıştım. Sonrasında personel sayısı da iş hacmi de hızla yükseldi. Türkiye’nin en hızlı büyüyen teknoloji firması ve farklı alanlarda aldığı ödüller oldu. Eşim de aynı firmada İdari İşler Direktörü’ydü. Bu nedenle işe birlikte gidip gelmek gibi faydaları oldu.
Yazılım departmanında dünya tatlısı yeni mezun bir kızımız vardı. Çekingen, mahcup ve çok iyi yetiştirilmiş terbiyeli bir kız çocuğu...
Anadolu kızı ama yazılım yapıyor. Bizim o tarafta oturduğu için babası iş çıkışında alamayacağı zaman bizimle geliyordu. Seçim zamanı oy kullanma dönemi yaklaştığı için arabada dönen konumuz "Kim nerede oy kullanacak" gibi şeyler oluyordu. Bizim pıtırcığımız ömründe ilk kez oy kullanacağı için heyecanlıydı.
O dönem oyunu Anadolu’nun bir iline bağlı bir köyde yani kendi köylerinde kullanacağını öğrendik. Ama nasıl olurdu? Nüfus Müdürlükleri "Herkes kendi seçim bölgesinde oy kullansın" diye dikkat ediyordu. İşin altında art niyet ya da başka bir şey yoktu. Dedeleri, İçişleri Bakanlığı’nın denetimlerinden önce elini hızlı tutup, babalarına bir talimat vermişti.
"Nüfusunu köyde kendin için yaptırdığın eve aldır. Burada muhtarlık seçimleri çekişmeli geçecek" demişti.
Bütün mesele şuydu... Köyde nüfusu güçlü iki aile varmış ve bu iki aile birlikte karar verip, muhtarı birlikte seçerlermiş. Ancak mevcut muhtarın, evine aldığı son derece donanımlı teknoloji ürünleri, bizim kızın ailesinin gözüne batmaya başlamış! Köyün onca eksiği varken "Bu ne iştir?" diye sorgulamaya başlamışlar.
Kendilerince buldukları gerekçelerle de muhtarın “Muhtarlık parasıyla kendi cüzdanı arasında bir kanal oluşturduğu” kanaatine varmışlar.
Bir de köyde bir gariban varmış, işsizmiş ve çocuğu olacakmış. "Bu çocuk muhtar olsun" demiş bizim kızın ailesi. Bu çocuğun muhtar seçilebilmesi için de dede herkesi köye toplamaya karar vermiş. Çünkü 190’a, 180’lerde sayıldığında tahmini oylar. Karşı tarafta atağa geçmiş aynı taktiği izleyecek...
Biz sardırdık bu köyün seçim sonuçlarına, merak işte… “Ah be yüreği güzel kuzum, muhtar; bu fakir, gariban maaşı olsun, işi olsun diye seçilir mi sadece?”
Millet, Ankara’yı, İstanbul’u merak ederken bizim aklımız hiç bilmediğimiz bu köydeki muhtarlık seçimlerinde. Seçimler bitti yaşam normale döndü, bizim kıza ilk sorum "Muhtarlık seçimlerini kim kazandı?" oldu...
"Karşı taraf kazandı" dedi.
"Nasıl?" dedik, "Bizim mevcut muhtar zeki çıkmış. Hemen bir şikâyet dilekçesi, dilekçe üzerine inceleme… Tamam nüfus aldırdıkları tarih denetimlerden önce, önce olmasına ama senin bu evde üzerine neden hiç fatura yok? Sorusuna kimsenin cevabı yok. Köy evine henüz elektrik bağlatmamışsın, telefon bağlatmamışsın bir fatura bir abonelik kaydın yok diyerek yetkili mercilerdeki arkadaşlar iki taraftan da oy kullanacak ailelerin birçoğunu kabul etmiyorlar… Mevcut muhtara kabul ettikleri ve zaten ona oy verecek haneler yetiyor. Bizim kız ve ailesi oy kullanamamıştı yanlış hatırlamıyorsam.
Bunu neden mi anlattım? Bir çoğumuz için seçilmiş olmak gibi bir istek yok. Bizler seçen olmak tarafında kalmayı ve izlemeyi seviyoruz. Ama seçen sayısı her zaman seçilenden fazla...
Bir köyde muhtar seçmek için seçtirmek için çabaya bakar mısınız? Seçilecek olan o bir kişi için nüfusunu aldırıp, ceza ödeyenleri mi ararsınız, gece gündüz uyumayanlarını, orada burada savunmak için kavga edenleri mi?
Çankırı oylarının yüzde 78,8’i yani 93.901 adedi demiş ki, "Salim Çivitcioğlu bize vekalet etsin, Çankırı’yı o temsil etsin mecliste"…
O zaman ki Çankırı nüfusuna bakıyorum 186 bin 74... Oy kullanan 137 bin 527 kişi varmış toplamda. Demek ki, bu nüfusun 50 bin'i oy kullanamayacak yaşta... (Bunu ayrı bir yazı da değerlendirelim bu çok ilginç bir sonuç!)
Bu 93 bin 901 seçmenin yüzde 19,7’si “Biz Devlet Bahçeli için buradayız!” demiş. Geriye kalan yüzde 59,2’in kaçı, “Biz Recep Tayyip Erdoğan için buradayız!” demiş, kaçı biz listedeki diğer AK Parti vekillerini seçtirmek için buradayız demiş, kaçı siz hangi partiden olursanız olun şartsız koşulsuz sizin için gelip oy vermiş bilemiyorum Salim Bey.
O nedenle duruma hâkim olabilecek en iyi tablodan bakabilmek adına tamamının sizi seçtirmek, sizi çok sevmek gerekçesiyle oy kullandığı varsayımında bulunacağım.
70 Bin 528 kişi, sizin Çankırı’yı en iyi şekilde temsil edeceğinize inanmış diyeceğim. İyi şekilde temsil etmek deyince, Çankırı’nın yardımlaşma kültürü geliyor hemen aklıma dedemin anlattığı…
İnsanların birbirine görünmeden yardım ettiğini anlatırdı dedem. Yaren kültürünü ben ondan dinlediğim için sevdim. Hoşgörüyü anlatırlar, Çankırılı'nın en önemli meziyetlerinden birisidir. Çankırı ve Çankırılı'yı ben onların anlattığıyla hatırlamaya devam etmek istiyorum.
Benim hemşehrilerim odunu ağır gelsin diye ıslatıp satan adamlar değillerdi... Benim hemşehrilerim komşusunu düşünen insanlardı. Dışarıdan gelene yaban gözüyle bakmaz, "Eksiğin var mı?" diye soranlardı.
Şimdinin Çankırı’sında yani sizin vekaletini yürüttüğünüz insanlarda durum değişti mi bilemiyorum. Değişmemiş olsun istiyorum.
Haberde bir açıklama var... Açıklamanın neresinden tutsam hedef saptırma, neresinden baksam vicdansızlık, merhametsizlik ve öfke akıyor. Seversiniz sevmezsiniz, söversiniz, sayarsınız ben bilmem... Ama ülkemizin geçtiği zor günleri hatırlarsanız yıllardır ne olduğunu, kim olduğunu bildiğiniz kimseyi “terör örgütü borazanlığı” ile suçlayamazsınız. Bu, bu kadar kolay olmamalı...
Biz Çankırı’nın göbeğinde açılan yurtları halen hatırlıyoruz... Biz o yurtlara Çankırılı'nın yardımını da duyduk ve halen hatırlıyoruz. Bu insanların birçoğu aldatıldılar, dinle imanla... Allah inançları ile sınandılar, bilmeden kendilerini de kullandırdılar ama ne olduğunu bilemediğim bir kesimine de yargı karar verecektir ya da vermiştir zaten.
Kendi adıma hep böyle yapılara karşı durmuş bir birey olarak kendi hemşehrime terörist damgasının vurulmasını kabullenemiyorum, yakıştıramadığım için söylemediğim “terör örgütüne yardım ettiniz!” kelimesini “dinle, imanla sınandılar, aldatıldılar” olarak kabullenmeye çalışıyorum. Çünkü benim toprağımdan vatan haini çıkmamalı, çıkamaz diyorum. Sizin Çankırı ile yatıp, Çankırı ile kalkan, tek derdi, yazılmayanı yazmak ama amacı doğru haber yapmak olan birisine ve o sitede yazı yazanları da zan altında bırakacak şekilde böyle bir ithamda bulunmanızı anlamlandıramıyorum.
Çünkü bu sitenin sahibi ya da bu sitede yazı yazan kimse sizin dün oturup kalktığınız, hemşehrim diye bu olaylar öncesine kadar selam verdiğiniz ama bugün terör örgütüne üyelikle suçlanan insanlarla aynı sokakları bile paylaşmamıştır. Marketi olan esnaf da değildik ki, 'müşteridir' diyelim yine de selam verelim.
Muktedir olmak ya da iktidar olmak veya vazgeçtim; Siyasetle uğraşmak sandığınız gibi sizi eleştiren ya da hoşunuza gitmeyen, şahsınıza dokunan bir haber yazıldığında, yazı yazıldığında veya yorum geldiğinde karşılığında ucunu vatan hainliğine vardıracağınız ithamlarla birini suçlamak olmamalı.
Hele ki, zarar gördüğünü söylediğiniz itibarınızın korunması amacıyla Çankırı Valisi’nin sizin için kaleme aldırdığı ve imzaladığı bir yazıyı yayınlarken.
Açıklamada okuduğum olaydan anladığım babanız sizlerin de payları olan bir tarım arazisi için karşılıksız bir devlet desteğine başvuruyor, bu devlet desteğinin kullanımına yönelik kontrol mekanizması önce prosedüre aykırı bir durum tespit edip, desteği durduruyor ve muhtemelen (genelde böyledir çünkü) faiziyle devlete iadesi isteniyor. Babanız kendisi ve tüm hak sahibi yakınları adına itiraz ediyor. İtiraz incelemeye gidiyor, bilirkişi diyor ki “Zaten şu büyüklükte destek almadan çalışıyor siz bölgeleri karıştırmışsınız kardeşim.” Komisyon toplanıyor, “burada cezaya konu olacak bir şey yok, herkes çayını içtiyse dağılalım arkadaşlar.”
Devletten destek almasanız da zaten bu alanı eker, biçersiniz… Çünkü küçük çiftçi ile durumunuzun aynı olmadığını düşünüyorum, yanılıyorsam lütfen düzeltin.
Vedat Beki ne yapmış, (eline birileri bu yazışmaları göndermiş ki, kimin olduğu konusunda arayıp sormadım bile yazıyı yazarken) haberi görünce her sevilmeyen gazeteci gibi yayınlamış. Bu nedenle terörist mi diyeceğiz insanlara?
Biz bu tür işlere geçmişten bu yana 'gazetecilik' diyoruz.
İmralı'da ki başta olmak üzere terörist ele başını öven, ziyaret eden ve onun sapkın beynindeki amaçlara hizmet eden insanlarla Meclis'te farklı partilerin çatısı altında ama aynı salonda oturmak zorunda kalıyorsunuz.
Göz göze geliyorsunuz. Adları “sayın vekil” olabiliyor kimi zaman...
Bunu da ne yazık ki, demokrasi adına, kanun, kural ve nizam adına sürdürmeniz gerekiyor, en azından ta ki o kanunların değişeceği tarihe kadar. Oturup konuşmasını dinlemek zorunda kalıyorsunuz. Bizim beklentimiz ise bayrağımıza, toprağımıza göz diken gerçek teröristlere karşı milletin meclisinde millet adına görevinizi yapmanız. Sadece teröriste ve teröre karşı değil sizlerden görev beklentimiz tabi ki, toplumsal refahın sağlanması, ülkemizin kalkınması, sağlıklı bireylerin yetiştirilebileceği sürdürülebilir bir gelecek içinde çalışmanızı bekliyor ve izliyoruz.
Size bir dönemin muktediri şimdinin rahmetlisinin yaşayan avukatının bire bir şahit olduğunu ifade ettiği ve aktardığı anıyı hatırlatmak istiyorum.
“1979 yılında Süleyman Demirel Başbakan iken Antalya’nın deniz sahilindeki küçük bir ilçede bir vatandaş, kahvenin birinin ortasında açıkça başbakana sövüp, saymış. Başbakan olduğu için savcı o dönemin kanunlarına göre savcı re’sen soruşturma başlatmış. Ağır hakaret içerdiği için takibat açmış, adamı suçüstü yakalanmış haliyle içeri attırmış. Demirel’in davalardan canı çok yandığı için avukatının ifadesine göre her sabah genel merkeze gittiğinde avukatını çağırır bu davalarla ilgili gelişmeleri sorarmış. O gün geldiğinde yine çağırmış ve sormuş. Avukatı Yaşar Topçu da Antalya'da bir vatandaşın kendisine ağır küfürler yağdırdığını, tutuklandığını anlatmış. Mahkemenin şikayetçi olup olmadığını sorduğunu iletmiş.
Demirel, hâkim ve savcıların bazen kantarın topuzu kaçırdığını söyleyerek hiç başbakana hakaret etti diye bir vatandaş tutuklanır mı? Biz burada oturuyoruz, haberimiz olmuyor yaptığımız uygulamalarla kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, canını sıkmışız ki bize galiz küfürler etmiş.” demiş ve avukatından bu vatandaşı hapisten çıkarıp, tahliye ettirmesi için Antalya’ya gitmesini istemiş.
Avukat davaya katılmış. Hâkime de sanığın tahliyesini talep ederken Demirel’in söylediklerini aktarmış. Duruşmada Hâkim “Demirel yok ama avukatı var, elini öp” demiş. Sanık “Hâkim bey bu bana hayatımın en ağır cezası. Avukatını beni tahliye için gönderen bir insana dilim kopaydı da böyle bir adama hakaret etmeseydim. Eli ne kelime ayağını öpeceğim.” diyerek pişmanlığını dile getirmiş.
Demirel’i sevmek sevmemek değil burada beklenti... Buradaki beklenti, Demirel’in izlediği yolla kendisine galiz küfürler eden adamı daha çok bilemek yerine durumu nasıl yönettiği ve o adamı kazanmış olduğunun anlaşılmasıdır.
Siyasetçi olmanız demek sizi yerel ve ulusal basının hatta yeri geldiğinde uluslararası basının eleştirebilmesine katlanabilmenizi ve bu krizi fırsata çevirebilme yetkinliğinizle üstesinden gelebilecek hamleleri yönetebilme becerinizin olmasını gerektirir.
Bu kadar mı zor, gerçekten terörist olmadığını sadece işini yapmaya çalıştığını bildiğiniz insanlara karşı hoşgörü gösterebilmeniz?
Yanlış anlaşıldıysanız, bunu düzeltebilmek için doğruyu yapmanız...
Hayat problemleri nasıl çözümlediğinizle ilgili başlı başına bir problemin tam da kendisidir.
Yaşadığımız problemlere nasıl karşılık verdiğimiz bizim yönetim becerimizi gösterir. Öfke, gerçeği saptırmak isteyen insanların enstrümanıdır. Bu kadar mı zor millete vekillik ettiğiniz bir ortamda kendi adınıza değil, toplum adına bazı değerleri ortaya çıkartabilmeniz.
“Vedat Bey, gazeteci olarak görevini yapmış, kendisine gelen haberi değerlendirmiş ama haberin aslı öyle değil burada Valilik tarafından yapılan yazılı açıklamada var! Kendisine yakışanı yapıp durumla ilgili haberi düzeltmesini bekliyorum. Sayesinde aslında akıllarda soru işareti bırakarak itibarıma zarar verebilecek bir durumu da kamuoyuyla paylaşma fırsatı buldum.” diyebilmek size sadece Vedat Bey’i kazandırmazdı. Emin olun, size muhalefet olan insanlarında sevgisini kazandırırdı.
“Kimsenin beni sevmesine ihtiyacım yok! Sevmesinler beni!” diyorsanız ki hiç sanmıyorum çünkü insanların siyaset yapmasının psikolojik nedenleri arasında “toplum tarafından sevilme, takdir edilme, beğenilme isteği ile toplum önünde başarılı olma güdüsü” yer almaktadır.
Başkent’in Büyükşehir Belediye Başkanı, sadece izlediği yolun ne kadar Demirel’in yöntemiyle benzer olduğunu anlatabilmek için bunu anlatmak istiyorum. Kavga etmiyor adam, hakaret etmiyor. Suçlamıyor ve savaşa girmiyor.
Partisinin, seçmenin kimliği öyle olmayabilir belki ama biz kendisini Ülkücü biliyoruz ama onu şu an sevenlerin arasında “Solcu”, “Ulusalcı” dediğiniz kesim de var.
Bakın geçtiğimiz günlerde çok güldüğüm bir sosyal medya mesajı okudum sol görüşlü bir profilden paylaşılmıştı “Affet beni anne, ben bir ÜLKÜCÜ’ye gönül verdim.” diyordu altında Mansur Bey’in resmiyle.
Bir başkası “Bunca yıldır KOMÜNİSTİM, adam yüzünden ÜLKÜCÜ olacağım...” diyordu.
“Ham petrol varili”, varilin içindekinden daha pahalı bugünlerde...
Sarımsağın söylenenlere göre kilo fiyatı çoktan bir varil dolusu ham petrolün ederini geçti.
Dünyada olmaz denilen şeyler oluyor ve insanlar canlarının derdinde...
Dünya değişiyor ve bundan utanmıyor. Binlerce insan ölüyor ama yollarda, asfaltların arasından çiçekler açıyor. Dünya bize değişmemiz gerektiğini söylüyor.
Çevremizdekilerin kıymetini bilemediğimiz için aslında insanlığa muhtaç ama evlerimizde yalnız kalmamız gereken günlerden geçiyoruz.
Siyaset yaşamınıza devam edeceksiniz diye düşünüyorum, üzerinize giydiğiniz gömlek öfke değil, hoşgörü olsun. Çünkü öfke karşınızdakini kışkırtır, hoşgörü ve doğru lisan size katar.
İnsansa, öteki ve beriki olmadan çok yalnız bu hayatta...