Ömer Lütfi KANBUROĞLU
Cehalet ulusal güvenliğimizi tehdit ediyor
Politikacılar için cehalet dikensiz gül bahçesidir; bir ülkenin cehalet oranı, başarılı politikacılarının oy oranı ile doğru orantılıdır.
Konuşmalarınız, söylemleriniz cehaletten beslendiği müddetçe başarılı(?) olursunuz. Aksi halde elitler, kültürlü insanlar ve aydınlar için politika yaparsanız iki seçim sonra evinize gider, bahçenizde domates yetiştirirsiniz.
İsviçre gibi ununu elemiş, eleğini duvara asmış bir-iki ülke dışında bu kural dünyanın her yerinde yüzyıllardır böyledir.
Peki, niye?
Çünkü toplumun tamamının aydın ve entelektüel olması mümkün değildir. Hele nüfusu kalabalık ülkelerin böyle bir lüksü zaten olamaz.
Neticede politikacı halkın tamamından oy ister; dolayısı ile onların hoşuna giden vaatler vermesi, popülist davranması şarttır. Eğer gerçekte hedefledikleri halkın hoşuna gidecek projeler değilse onlara bu projeleri dolaylı yoldan “yutturması” lazımdır.
Halkı doğrudan zarara sokacak, geleceğini ipotek altına alacak bir projeyi tahsilli, kültürlü, bilgi sahibi, aydın bir insana yutturmak mı kolaydır, yoksa diğerine mi?
Elbette diğerine…
Bu sebeple cehalet siyasetin dikensiz gül bahçesidir; politikacılar cehaletten beslenir.
Mesela bir mimara, mühendise, doktora “şu mühürlü oy pusulasını zarfa koy sandığa at, sana verilen pusulayı da al bana getir sana 100 lira vereyim” deseniz ne der?
Böyle bir şey söyleyemezsiniz bile; ama farz edin söylediniz, alacağınız cevap yedi ceddinize güzel bir küfür olacaktır…
Onun için tahsilli ve kültürlü seçmenin maliyeti ile cahil seçmenin maliyeti aynı değildir.
Bu maliyeti düşürmek için politikacının çeşitli argümanları vardır, bunların başında dini söylemler gelir. Yüzyıllardır politikacıların en yakın dostları din adamları olmuştur; çünkü dini argümanlarla toplumu yönetmek en ucuz yoldur.
Para, pul, hizmet gerektirmez; öbür dünyada cennete gidecek olması seçmen için yeterlidir. İş işten geçtikten sonra kimin nereye gittiği ise hiçbir politikacıyı ilgilendirmez.
Politikacıların en yakın dostları(?) cahiller en büyük düşmanları da aydınlardır. Onlara bilen değil, daima inanan seçmenler lazımdır.
Dolayısı ile bağımsız medyadan hiçbir politikacı hoşlanmaz, politikacıların en büyük düşmanıdır gazeteciler. Onlar gazetecilerden değil, yayın organlarından hoşlanırlar; çünkü gazeteci, politikacı için kâbus demektir.
Maliyetleri herkes düşürmek ister
İş yaparken herkesin amacı maliyetleri düşürmek ve en yüksek faydayı sağlamaktır. Dünyanın hemen her ülkesinde politikacılık -her ne kadar aksi iddia edilse de- bir meslek halini almış ve yapan için “çıkar sağlama” aracına dönüşmüştür.
Yani, bu bir “iş”tir !
Politika iş halini alınca, sektörel bazda yatırım araçları olmaması düşünülemez. Politikanın sektörel yatırım aracı insandır; eğer seçmen profili tahsilli ve kültürlü insanlardan oluşuyorsa politikacının hedeflerine ulaşma maliyeti yükselmektedir.
Yatırımcı doğal olarak bir koyup on almak ister, dünyanın kanunu budur. On koyup, bir alınan işe hiç kimse girmek istemez. O zaman, seçmen profilinin kalitesini düşük tutmak politikacının temel hedefi olmaktadır.
Politikacılar kürsüde, meydanda, televizyonda, gazetede halkı için en iyiyi, en güzeli, en mükemmeli yaptığını iddia edecek ve aslında tam aksini yapacaktır.
Mesela en iyi okulu değil, en berbat okulları yaygın hale getirecek, eğitimin kalitesini bozarak yozlaştıracak ve dolaylı yoldan potansiyel seçmen kitlesini artıracaktır; çünkü böyle bir eğitim sisteminden beyni çalışan birinin çıkması mümkün değildir. Bu insanları kandırmak çok daha kolaydır…
Dünyanın her yerinde aynı
Dünyanın her yerinde cehalet belli ölçüde tolere edilir. Yeterli imkânlar olsa yönetimlerin halka eşit muamele edeceğini mi sanıyorsunuz? Asla. Bu teknik olarak da mümkün değildir; çünkü kimse bir diğeri ile eşit değildir ve olamaz da, daima birileri daha zeki olacaktır.
Önemli olan dengeyi bozmamak, ipin ucunu kaçırmamaktır.
Sırf kendi politik çıkarlarınız için dengeyi bozar, cehaleti ağır basar hale getirir ve sürekli pirim verirseniz bu olay evde timsah beslemeye benzer. Timsah asla evcilleşmez ve gün gelir sizi yer.
Neticede biri gelir timsahı vurup öldürür ama sonuç itibarı ile bu bir kazanç değildir; timsah sizi yemiş, diğeri timsahı öldürmüş, sahibi kalmadığı için de tanımadığınız birisi eve çöreklenmiştir…