Türkeş, hangi cemaatle gizlice görüşüyordu?
Eski MHP'li Yaşar Okuyan, 12 Eylül ve Mamak'ı anlattığı
"O Yıllar" isimli kitapta ilginç iddialar ortaya attı. Vatan gazetesinin 7 Mart 2010 tarihli Pazar ilavesinde yer alan ropörtajı sizlere sunuyoruz.
Biz bu kitabı nasıl yazdık? Aylar süren kavga gürültüye, Minnoş’un teyp yeme girişimlerine, hatta Kenan Evren imzalı tarihi belgeleri tırmıklayarak tarihe gömme çabalarına karşı koyarak yazdık. Gerçekten Minnoş olduğu için affettik affetmesine... Ama “Miyavvv, mırr, mırr” diyerek söyleşiye dahil olduğu bazı kasetleri çözmekte epeyce zorlandım.
Alparslan Türkeş’in bir dönem sağ kolu olan, “Albay”ın gizli nikahına dedesinin evinde tanıklık eden Yaşar Okuyan’la aslında bir “Söyleşi”ler kitabı düşünerek yola çıktık. Soru-cevaplar sert başladı, sert devam etti. Kimse birbirine “torpil” yapmadı. Yazım bölümüne geldiğimizde ise “Okuyan” soyadının nereden geldiğini anladık. Çünkü Okuyan, “titizliği” ile hem asistanı Nazlı’nın, hem benim tam anlamıyla canımıza okudu.
Ama 15’inci kasetin sonunda ‘Komünist kardeşin Faşist ağabeyi’, 12 Eylül ihtilali, gerekçeleri, Mamak işkenceleri tekrar hatırlanınca ”O yıllar“ı ayırmaya karar verdik. Okuyan’ın hücre arkadaşı Taha Akyol’un önerisiyle onlar da ’Anı’ haline geldi.
”Yayına hazırlayan“ isim olarak benim için ilginç bir yolculuk olduğunu söyleyebilirim. ”Devrimcilerin“ o yıllarda yaşadıklarını iyi biliyordum da, karşı tarafı hiç dinlemediğimi fark ettim. Yaşar Okuyan’ın anlattıklarını yine de en iyisi okuyun, siz karar verin.
Deniz Gezmiş ile büyük kovalamaca
Alparslan Bey çok bunaldığında korumalarını da atlatmayı başarırdı. Kendi başına aracıyla Ankara’yı gezmeyi çok severdi. Bunlar elbette çok uzun geziler olmuyordu ama en azından bir dinlenme imkanı buluyordu. 1967’de de yine böyle bir kaçamak yapmaya karar veriyor. Ford marka bir aracı vardı. Almanya teşkilatı Türkeş için oradan almıştı ve gümrüğünü de biz İstanbul’dan organize edip ödemeyi yapmıştık... Korumasız Or-An’da oturduğu eve çok yakın olan Eymir Gölü’nün çevresinde bir tura çıkıyor. Araba kullanırken gölün çevresinde toplanmış gruplar halinde gençler dikkatini çekiyor. Onlara dikkatlice bakarken Deniz Gezmiş’le göz göze geliyorlar. Ancak aynı anda arkadaşları da Türkeş’i fark ediyor. Bunun üzerine büyük bir kovalamaca başlıyor. Deniz Gezmiş ve arkadaşları da hemen arabalarına atlıyor ve Türkeş’in peşine düşüyorlar. Takip Konya Yolu’na, Balgat’a kadar sürüyor. Ancak Türkeş, hepsini atlatmayı başarıyor. Bunu Türkeş Bey bize gülerek anlatmıştı. Hatta, “Ektim onları. Arkadan çok bastırdılar ama ben daha hızlıydım” demişti.
Sevim Tuna ayağını Türkeş yüzünden kırdı
Türkeş İstanbul’a oldukça sık geliyordu. 1973 yılında MHP İstanbul İl Başkanı Salih Zeki Erol, “Efendim lütfen Sevim Tuna’yı dinlemeye gidelim” dedi. Türkeş, “Uygun olmaz Zeki Bey” dedi, kabul etmedi. O sıralar Sevim Tuna son derece meşhurdu. Erol, Türkeş Bey’e her türlü önlemi alacağını söyledi ve ikna etti... Ertesi akşam Türkeş Bey, ben ve Salih Zeki Erol tam anlamıyla suçlular gibi Bebek’teki Maksim Gazinosu’na gittik. Fahrettin Aslan geleceğimizi haber aldığı için bize en önden masa ayırtmıştı. Muhabirlerin içeri girilmesine izin verilmedi... Sevim Tuna sahneye çıktı, şarkılarını söylemeye başladı. Tuna gelenleri selamlarken birden bire Alparslan Türkeş’i fark etti. Çok heyecanlandı ve masaya selam vermek için bize doğru yürümeye başladı. Ama tam bize yaklaştığı sırada ayağı kaydı ve sahneye kapaklandı... Ayak bileğindeki kemiğin kırıldığını da sonrasında öğrendik. Tabii tadımız kaçtı ve Maksim’den ayrıldık. Asıl bomba birkaç gün sonra patladı. Gazinonun fotoğrafçısı tüm yaşananları tek tek görüntülemiş. Olay duyulunca da epeyce bir yüklü paraya Türkeş’in masasından Tuna’nın düşüşüne kadar çektiği tüm fotoğrafları Günaydın Gazetesi’ne sattığı ortaya çıktı... Haber manşetten yayınlandı.
Türkeş Musevi Cemaati’yle gizlice bir araya geliyordu
1977 seçimlerinde İstanbul’da iş dünyasıyla buluşmamızı da Berker İnanoğlu ve Mete Has sağladı... Hatta
12 Eylül’de o dönem partiye yapılan bağışlar iddianamede yer aldı. Birçok iş adamının ismi bağış yapanlar arasında geçti. AKSA’nın sahibi Ali Dinçkök o dönem 85 bin Lira yardım yapmış görünüyordu. Sadık Özgür 150 bin Lira, Üzeyir Garih 50 bin Lira, Tevfik Ercan 200 bin Lira, Hayrettin Karaca 50 bin Lira, İbrahim Bodur 200 bin Lira.
Burada Muharrem Eskiyapan 100 bin Lira, Feyyaz Berker ve Refik Baydur’un da bağış yaptığı görünüyordu ama rakamları yoktu... Türkeş o yıl oldukça ilginç buluşmalar gerçekleştirdi. O dönem MHP’nin oyu yüzde 3’lerde olsa da Türkeş’in kendi ismi ve karizması vardı. İsmi partiye bağış yapanlar arasında bulunan Üzeyir Garih ve Türkeş’in görüşmesini iki defa ben organize ettim. İlk seferinde Taksim’de bir iş hanında, Berker İnanoğlu’nun tanıdığı bir iş adamının ofisinde bir araya gelip öğle yemeği yediler. Diğerinde ise Türkeş, Beyoğlu’nda Musevi Cemaati’nin liderleriyle buluştu... İlk görüşmede Türkeş’i dışarıda bekledim. İkinci görüşmedeki yemeğe ben de katıldım.
O sohbette, Türkeş Türkiye’nin bölgedeki gelişmeler karşısında hassas olması gerektiğini söyledi. Özellikle ülkeyi tehdit eden Sovyet yayılmasıyla ilgili uyarılarda bulundu. Ermeni ve Yahudi düşmanlığının doğru olmadığını, birtakım güçlerin özellikle tahrik etmek için uğraştıklarını da Musevi Cemaati’ne iletti. 500 yıl önce bu ülkenin Yahudilere kucak açtığını söyleyerek, hiçbir düşmanlığın söz konusu olamayacağını, Türk milletinin dokusunda böyle bir düşmanlığın bulunmadığını da söyledi. Cemaat liderlerinden de tahriklere karşı dikkatli olmalarını istedi. Türkeş Bey’e çok büyük hürmet gösterdiler.
Ortodoks Kilisesi’nin önde gelenleriyle görüşme
Üzeyir Garih’in bu görüşmeden sonra 50 bin Lira bağışladığı iddianameye girmiş olsa da benim bildiğim MHP’ye yaptığı bağış bundan daha fazla bir rakamdır. Gerek o dönem gerekse sonrası için şöyle bir tespit yapmakta fayda görüyorum: Türkeş’in hiçbir konuşmasında Ermeni ve Yahudi aleyhtarlığına rastlamanız mümkün değildir. Türk Ortodoks Kilisesi’nin önde gelen isimleriyle de görüşmeleri olduğunu biliyorum. Türkeş gerek Ermeni, gerek Musevi ve gerekse Ortodoks Kilisesi’nin önemli isimleriyle yaptığı tüm görüşmelerde, “Sizin menfaatlerinizle Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatleri örtüşüyor. Dışarıdaki tahriklere kulak asmayın” demiştir.
Darbe olacağını 30 Ağustos’ta anladık
“Darbe olacak” haberlerini o kadar çok duyuyorduk ki kanıksamıştık. Ancak ihtilalden 10 gün önce bu sözlerin çok da yanlış olmadığını gösteren bir olay yaşadık. 30 Ağustos 1980... Zafer Bayramı kutlamaları yapılacaktı. MHP yönetimi olarak Genelkurmay Başkanlığı’na gittik. Sabah törenlerine katılıp oradan da hipodromdaki geçit resmine dahil olacaktık. Bir yıl önceki kutlamalarda komuta kademesinden hepimize büyük bir ilgi ve yakınlık gösterilmişti. Ancak bu defa içeri girdiğimizde buz gibi bir havayla karşılaştık. Kenan Evren törenin başlamasına çok az bir süre kala geldi. Liderlerin ellerini sıkıyor ama hiçbirinin yüzüne bakmıyordu. Hepimiz tedirginlik duyduk... Tören sonunda merdivenlerden inerken Türkeş’e, “Bir anormallik var. Hipodromdaki törenlere katılmayalım” önerisi getirdim. Türkeş haklı olduğumu söyledi. Partideki toplantıda “Benim bu fotoğraftan anladığım darbenin yolda olduğudur” dedim ve Türkeş de beni onayladı.
Türkeş’in Evren’e yazdığı mektubun sırrı
İhtilal sonrasında Türkeş’le Dil Okulu’ndaydık... Türkeş, Kenan Evren’e bir mektup göndermeye karar verdi... Ekim ayının son günleriydi. Türkeş, Evren’e mektup taslağını daktilo ettirmek için beni odasına çağırdı... Türkeş söylüyor ben yazıyordum. Ancak mektup ilerledikçe canım sıkılmaya başladı. Çünkü öyle ifadeler var ki Türkeş’in onları kullanması mümkün değildi. Sonunda dayanamadım, ”Zatı alinize bu öneriyi kim getirdi?“ diye sordum. GİK üyemiz Sait Bilgiç’in verdiğini söyledi. Bunun üzerine, ”Olmaz efendim. Benim rızam yok böyle bir mektup göndermenize“ dedim... Ancak çok canım sıkıldı. Çünkü o mektup giderse, aşağıdan alan, adeta Evren’e ricada bulunuyormuş izlenimi veren bir durum ortaya çıkacaktı. Türkeş mektuptan söz etme dedi, ama mümkün mü?” “Durumu Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Köseoğlu, Cengiz Gökçek’e anlattım. ”Evren’in elini öpeceğiz“ deyince paniğe kapıldılar. Topluca Türkeş’in odasına gittik... Türkeş yeni bir taslak yazmamızı istedi... O ekip olarak ikinci bir taslak hazırladık. O mektup 1 Kasım 1980’de Evren’e gitti.”
Taha Akyol’la hücre arkadaşlığı
Türkeş’in kaçışını organize ettik ve ben bir süre sonra Ankara’da gazetecileri çağırıp teslim oldum... Dil Okulu’nda rahat durmayınca bizi Mamak’ta A Blok, Tecrit 2, Ön 38 numaralı hücreye aldılar. İdam mahkumlarını da Ön 35 ve 36 numaralı hücrelerde tutuyorlardı. Oda arkadaşım Taha Akyol’du. O hücrelerde bugün bile tartışılan, hesap sorulması gereken birçok iddiaya şahit olduk. Mesela bizden önce yanımızdaki hücrede kalan ülkücü bir genç için “Kendini astı” diye tutanak tutmuşlar. Ne kadar doğru belli değil. Çünkü orada bir insanın intihar etmesi mümkün değildi. O imkan olsa zaten ben kendimi asardım. Böyle soru işaretleri taşıyan olaylar da oluyordu. Mesela nöbetçi bir er geliyor, “Yandaki kendini asmış” deyip gülmeye başlıyordu.
Mamak cehennemi
Cezaevi Komutanı Albay Raci Tetik’ti. Tetik, gaddar, insanlıktan nasibini almamış bir adamdı. O dönem cezaevinde 3 sol görüşlü, 2’si sağ görüşlü 5 kişiyi döverek öldürttüğü iddiaları vardı. Ölümlerin ardından cezaevi doktoruna “İntihar etti” raporları düzenlettirildiği söyleniyordu. Bunların hiçbirini ispatlayacak durumda değilim ama bu dedikodu çok yaygındı. Hücreler korkunç yerlerdi. Bir delikten ışık sızıyor. Aşağıdan size bir yoğurt kasesinin içinde günde bir sefer çaya benzeyen şeyler veriyorlardı. Bunu almak için elimi uzattığımda çavuşun elimi ezmesini hâlâ unutmuyorum. Çavuş elime basınca sıcak su elime döküldü... Hücrelerde gece mi gündüz mü anlamınız mümkün değildi. Öyle bir psikoloji ki, artık hayat bizim için bitmiş gibi hissediyorduk.
Erbakan nasıl pijamasız kaldı?
MSP’liler 11 ay yattıktan sonra Dil Okulu’ndan topluca tahliye oldu... Aradan sadece üç gün geçti. Biz odadayken kapı açıldı ve Erbakan Hoca lacivertleri çekmiş bir halde kapıdan içeri girdi. Bayramlaşmak için yanımıza geldiğini düşündük. Ama çavuşun elinde pikeleri görünce durumu anladık. Erbakan Hoca durumu ”Kırıkkale’de bir bakkal dükkanında kaset bulmuşlar. Onunla ilgili ifade vermeye gittim, tutukladılar“ sözleriyle anlattı. Önümüzde 9 günlük bayram tatili vardı. Erbakan Hoca’nın ise bir tek kıyafeti bile yanında değildi. Hoca’yla ölçülerimiz tutunca temiz olan bir takım pijamamı, el havlusu, banyo havlusunu kendisine verdim. (Kaynak: gazetevatan.com / Deniz Göçer)