Hatice AĞIR
Teknoloji, vizyonsuz insanların beyinlerine rağmen gelişti!
Amerika Patent Dairesi Başkanı Charles Duell "Artık yeni hiçbir şey yok! İcat edilebilecek her şey icat edildi" dediğinde yıl 1899'du.
Ortalıkta ne ellerimizden düşmeyen akıllı cep telefonları vardı ne de kalp atışınızı, nabzını, diyabetinizi takip edebilecek gömleklerden bahsediliyordu…
“Atlar her zaman kullanılacaktır. Otomobil ise ancak geçici bir moda olabilir.” dediğinde Henry Ford’un kredi talebi üzerine otomotiv sektörünün geleceğini üstün ufkuyla analiz eden banka müdürü yıl 1903’dü. Otomobilin bugün geldiği noktayı görse, hele bir de Fordizm ve Post- Fordizm nedir öğrense, o gün kredi için karşısına oturan Henry Ford’a bankanın anahtarını verip çıkardı diye düşünüyorum.
Hani şu bizim halen yapmaya çalıştığımız ama bir türlü pazara sunamadığımız bu arada gelişen teknoloji ile uçanını bari dünya ile aynı dönemde pazara sunabilelim dediğimiz araba için dünya devi olmuş Ford markasının kuruluşu ve Klasik yönetim yaklaşımları arasında halen günümüzde modellenen literatüre girmiş Fordist yaklaşımı banka müdürünün ele alış vizyonu buydu işte…
Geçtiğimiz günlerde Ankara da yeni kurulmuş sayılabilecek bir Teknokent’in Hemşerim olan Müdürü de bana bir firmamı Teknokent’e kabul etmek istemediğini firmanın sahibi hakkında kurduğu “Adam mucit, Allah aşkına sen olsan alır mısın bölgeye?” cümlesiyle ifade etti… Bu mucit dediği adamın geliştirmeye çalıştığı sistemin dünyada tek rakibi vardı ve patente konu bir projesi, üstelik firmanın buluşunu almak isteyen “Bu sistemin üretimi Türkiye’de mi yapılsın İsviçre’de mi?” diye Türkiye’ye gelmek üzere olan hali hazırda alanında dünya devi olan bir yatırımcı adayı da vardı firmanın. Patente konu olacak bir projeyi mevzuat dışı nasıl bir kez daha Proje Değerlendirme Kurulu’na soktuklarını ise gerekirse sonra anlatırım ama bir teknoloji merkezi olarak yönetilmesi gereken yeri, işlerini kendilerinden yüksek makamların “ağzına hobi olarak üretilen bir parmak bal’ın çalınması” ile becerebileceklerini sanmak büyük bir bahtsızlık örneğidir.
Teknoloji Geliştirme Bölgeleri mevzuatı, öyle her isteyen istediği gibi alıp satmasın, teknoloji hakkında fikir yürütmesin ve taraflı davranmasın, durumu fırsat bilip akçeli işlere çevirmesin diye der ki; "Başvuru; Projenin teknoloji ve ticarileşebilme potansiyeli gibi yönlerinin değerlendirilebilmesi için iki öğretim elemanına ve bir sektör temsilcisine gider bu proje değerlendirme kurulunun oluşturacağı karara göre bölgeye kabul ya da red işlemi yapılır". Proje iki akademisyenden ve bir sektör temsilcisinden onay aldıktan sonra "Bir de biz değerlendirelim" diye kendi başlarına iş alan, görevleri bölgenin alt yapı - üst yapı - bakanlık koordinasyonu olan işletme mezunu arkadaşlar, üstün vizyonları ile proje değerlendirmeye oturuyorlar... Dahası var parmak ısırtan cinsten ama fazlası bu yazıyı yorar, o da başka zaman…
Teknokentler'in kuruluş mantalitesiyle ironik hale gelen "hemşehrim model yönetim biçimi" de tarihe geçmeliydi. Haklıydı(!) benim hemşehrimin ne eksiği vardı Amerikan Patent Dairesi Başkanından ya da Henry Ford’a kredi vermeyen adıyla değil ama sözüyle günümüze gelen Banka Müdüründen? O da müdürdü neticede ve bölgede istediği, reklamını yapmaya yarayacak devlerdi aradığı, belki de birkaç firmadan kulağıma gelen 'dedikodudur' diyerek üzerinde durmadığım akçeli işlere olan düşkünlük doğru muydu?!
Ancak yıllardır bu sektörün içerisinde olan ve o devlerin birçoğunun nasıl 20 metrekarelik ofislerden adını dört-beş yılda teknoloji devleri arasına yazdırdığına birebir şahitlik etmiş birisi olarak bu zihniyeti tam da “seni oraya oturtanı ayakta alkışlamak lazım” yaklaşımıyla izledim. Sonra gideyim onu buraya oturtana anlatayım yanlışı dedim... Demez olaydım, o da yine yüksek vizyonlu(!) bir hemşehrimizmiş, ille beni de tarihe eklesinler diye tutturmaz mı? Seve seve ama sıranı bekle kronolojik gidiyoruz dedim, özgeçmişimi masasına bıraktım, bakıp hariçten gazel okuduğumu sanmasın diye 70’lik tüccar ağaya… Neden elektronik posta ile göndermediğimi merak edenlere bilgi notu olsun burada bir(*) tane de.
Teknofast’te Türkiye’de uçan araba fikrinin mimarı olan Selçuk Bayraktar’a oyuncaklarını göstermek isteyen çocuklar gibi peşinden koşarken bu parlak fikir ve vizyonlarından bahsettiler mi? Sanmıyorum… Peki Selçuk Bayraktar bu kadar güçlü bir ailenin oğlu ve Cumhurbaşkanı’nın damadı olmadan sıradan bir girişimci olarak karşılarına otursaydı yine “mucit bu” gerekçesiyle geri çevirirler miydi sahip oldukları üstün vizyonlarıyla?
“Ye kürküm ye" fıkrasına mı düşmüştük yoksa fıkra çıkıp onlar mı bu diyara gelmişti bilemem ama kıssadan hisse hiç komik değiller... Bu kafalarla “memleketin haline güler misin ağlar mısın?” deseler “Ağlarım, sizin bu memlekette gülerek gezdiğiniz tüm günlere.” derim.
İşgal ettiğiniz koltukların büyüklüğü, öngörülerinizin zenginliği ve büyüklüğü kadardır. Ve teknoloji, vizyonsuz insanlara rağmen, mucitlerin ve hayalperestlerin zaferinin kanıtıdır.
(Devamı haftaya)
(*) Dediler ki, "Bizim Teknoloji Geliştirme Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı e-posta kullanamıyor, o bilgisayardan da okuyamaz sen ne vereceksen eline basılı formatta ilet"... Al sana bir ironi daha! Dedikleri doğruysa, isyanım bu memleketteki tüm koltuklara, teknolojinin bu kadarını bile kullanamayan insanların olması sorun değildi, bu teknolojiyi kullanamayanların Teknoloji Geliştirme Bölgesinin en tepesinde olmasınaydı (!) Hükümet Kadın filmindeki 40 yıl önceki okuma yazma ironisini yaşıyorduk, teknoloji okur yazarlığı konusunda...