İbrahim ZENCİRCİ
“Nerede O eski Ramazanlar?”
Daha yeni yetme çocukluğumda, büyüklerin geçmişi yâd ederken, “ne idi o eski günler?” “bizim gençliğimizde şöyleydi, böyleydi” dediklerini duyduğumda, yüzlerine söyleyemezdim amma içimden, “sizin gençliğiniz size, bizim gençliğimiz bize” dediğimi o büyüklerin yaşına ulaştığım bu günlerde hüzünle karışık duygularla hatırlıyorum.
Yarım asrı dört geçe, artık ben de “Ah nerede o eski Ramazanlar” diyebiliyor ve hatta hatırlayabildiklerimi yazabiliyorum.
Ayrıca, bu tür yazılar suya sabuna dokunmadığı gibi Çankırı'da fincancı katırlarını da ürkütmediğinden, yazının altına Anayasanın 25. maddesini yazmaya da gerek kalmıyor.
Çocukluğumun ve ilk gençlik günlerimin geçtiği yıllarda, yani 1960’lı ve 1970’li yılların hemen başlarında, Çankırı'da “Nerede O eski Ramazanlar” diyebileceğim anılarımı okuyucularımla paylaşmak istedim.
O yıllarda televizyon icat edilse de, Çankırı’ya ulaşamadığı için esareti henüz başlamamıştı. İftar ve sahur (temşüt) vakti, Kale'den atılan topla duyurulurdu. Mahalledeki çocuklar, “top patladı, top patladı” diye çığırarak evlerine koşup sofra başındakilere müjdeyi verirlerdi.
Ramazan pidesi
İftardan birkaç saat önce, fırınların önünde pide yaptırmak isteyenler kuyruk olurdu.
Yine o yıllarda, Avara (Müflis) Tepesindeki, rahmetli Osman Dörtkaşlı’nın Çiftçi Fırınında pasa atarak kısa sürelide olsa, ekmekçi çıraklığı yapmışlığımız vardır.
Çiftçi Fırınında diğer görev dağılımı ise şöyleydi. ODTÜ'de okuduğu, üniversiteli olduğu için hesap-kitap işlerinden de anlar diye para alma, para üstü verme işi, Muharrem Dörtkaşlı’nın, yerleri süpürme ve ekmekleri dizme işi Şahap Erbil’in göreviydi. Kürekçi yani pişirici Kembağlı İsmail Ağa'ydı. Tırnakçılar ise her ikisi de rahmetli olan baba-oğul Osman ve Recep Dörtkaşlı idi. Benim görevim tırnakçıların önüne pasa atmaktı. Pasa atmayı kolay bellemeyin, pasa atmak ekmekçilikte çok önemli bir görevdir. Usulü adabı vardır. Her önüne gelen pasa atamaz.
Pidesine çift sarılı yumurta ve bol susam isteyenler malzemelerini kendi getirir, önce gözleri ile sıralarını sıkı sıkı takip eder, yumurtalar karışırsa bazen, orucunda etkisi ile tartışma çıkardı. "Benim yumurtalar iriydi, çift sarılıydı” diyene, Osman Ağa; “aha, senin pidenin üzerine işaret koydum, bak adını yazıyorum” diyerek, fırına sürülen hamura küçük bir kağıt yapıştırarak tartışmayı sonlandırırdı.
“Cebidelüklerin Rahmi’nin” oğlu, liseden ve futboldan arkadaşım, halen İzmir’de okul müdürlüğü yapan Zeki Pulat, pide için çift sarılı yumurtayı, eski halin alt girişinde, Tavuk ve sebze, meyve müteahhitliği yapan İsmail Aslan’dan alır. Susamı da, Karpuzcu'dan almaya dikkat ederdi. Her zaman şık giyindiği için, fırında üzeri uğra-un olmasın diye yanıma fazla yaklaşamaz, yumurtaları ve susamı da karışmaması için bana emanet ederdi.
İtibarlı olanların pideleri fırının koltuk altına atılırdı. Koltuk altında pide ağır ağır pişerdi. Kürekçi İsmail Ağa da, bir yandan ateşin karşısında terlerken, tartışmalardan bunalınca ve oruç da başına vurunca, kızar; “ekmeğinizi biz pişiriyoruz” öğlen pişirdiği göveç ve tele dizilmiş “gömmelik” patlıcanları kastederek, “yemeğiniz biz yapıyoruz, sizin hanımlar evde ne yapıyor?” diye, hiddetle sorardı. İsmail Ağa biraz sert mizaca sahip olduğu için ve kürek elinde olduğundan kimse fazla ses çıkaramazdı.
Sıcak pidesini gazete kağıdına saran, Büyük Cami'nin önündeki akşam pazarından veya eski halden, kırmızı turpunu yeşil soğanını, teresini aldıktan sonra evinin yolunu tutardı.
Jet İmam ve Hafız Ahmet
Otuz ramazan, otuz ayrı cami ve mescit de teravih namazı kılmak, Çankırılı gençler arasında gelenek haline gelmişti.
Bu günlerde televizyon haberlerine konu olan jet imamların piri, ustası sayılacak, yani kırk yıl öncesinden bizim Jet İmamımız vardı. Yeni Cami'deki teravih namazında gençler çoğunlukta olurdu. Ben, bizim Jet İmam'ın 14-15 dakikada teravihi bitirdiğini hatırlarım. Jet İmam'ın rekor denemesinin, 11-12 dakika olduğunu da duymuşluğum vardır.
Yine o yıllarda, Büyük Cami'de 30-35 dakikada kılınan teravih namazı, İmaret Camisinde ise hatimle kılınırdı ve en az bir buçuk saat sürerdi. İmaret Camisi'nin imamı ise İstanbul da Süleymaniye Camiinde büyük alimlerden, hocalardan ders almış, Maruflu Hafız Ahmet İlyasoğlu idi.
Henüz beş-altı yaşlarımda iken, İmaret Camiinde babamla kıldığım teravih namazını bugün gibi hatırlıyordum. Minberin hemen yanındaydık, her secdeye vardığımızda; “baba baba çok sıkıştım” diyordum. Babam ise; ”az kaldı oğlum sık dişini, az kaldı” diyordu. O yıllarda beş-altı yaşlarındaki erkek çocuklar paçası lastikli pantolon giyerdi. Ne günlerdi o günler.
Çankırı’daki tüm bu hoşgörünün, kişilerin ramazan ayını iliklerine kadar hissetmesinin mimarı ise, o yılların müftüsü, Seyfullah Kotanoğlu idi. Müftü Kotanoğlu gönülden sohbetleri ile dinleyenleri bazen coşturur, bazen insanların gözlerini yaşartırdı. Müftü Kotanoğlu tam bir hak ve halk adamıydı. Namazla niyazla pek alakası olmayan kişiler tarafından da sevilir, sayılırdı.
Günümüz müftülerine, imamlarına, hafızlarına ve dahi “Eski Çankırı Ramazanları” yazarlarına, “çakma Çankırılılar” dahil, tüm Çankırılılara hayırlı ramazanlar dilerim.
Saygılar bizden…
Vali konağı direk ister
Söylemeğe yürek ister
İlbay Paşa gitti amma
Özel Kalemi Sanayi Müdürlüğünü ister
Çankırı’nın Vali Konağı
Kapıları hep demir bukağı
Şemsigül emekli olup giderken
Kuşum Aydın ister müdür otağı… (Güncel Çankırı Ramazan Manileri)