Av. İbrahim YAYLA
'İnsan mı, sedye mi'
Göz yaşlarından kanlanan gözlerde tereddütlü korku, dudaklar titremeli, konuşsa mı konuşmasa mı arasında kalmış. 'Başınız sağ olsun' diyene “yutkunma arası, başım mı kaldı ki sağ olsun der gibi” Allah razı olsun sessizliği…
Müşfik, yardımsever milletimizin genciyle, yaşlısıyla, ailesiyle beraber yardıma koşması, samimiyet dökülen göz pınarları... Ancak bunlar da yetmiyor, maden gibi, için için yanan ciğerleri söndürmeye.
Evin direği, geleceğin babası, masumiyetin eşi kalmış yerin altında. Ekmek getirdiği ocak, yanan ocağını söndürmüş, kolay mı?
İki oğlunu birden kaybeden acılı baba; “Beş çocuk büyüttüm bu toprakları ekip biçerek, iki oğlumu sistem mecbur etti yerin altında çalışmaya. Tütün ekmek yasak, o yasak bu yasak, ekmek istesek bile üretim maliyetleri çok yüksek, hayvancılık kalmadı, bakliyatı dışarıdan alıyoruz köy yerinde… Bu nasıl bir düzen ki yer üstündeki toprağı işletmeyip, yerin altına sokan…” diye dertli dertli söyleniyor ve kendi kendine hayıflanıyor; “Bir yerde bir yanlışlık var, kimin reçetesini uyguluyoruz, yok mu bizim tarım politikamız?” diye de soruyor. Fransa’dan şövalye liyakat nişanı alan Tarım Bakanı Sayın Mehdi Eker beyin bu feryatları duyması gerekir.
Bir değil birden fazla baba, yanına eşini ve çocuğunu almış, gelmiş taziyeye. “Dayanamadık, acınızı paylaşmaya geldik” diyerek, ellere sarılmalar, kucaklaşmalar… Kim olduğunun, neye inandığının, hangi partiye oy verdiğinin önemi yok her iki taraf için de. ‘İşte Türk insanı bu’ dedim; ayrıştıran, bölen, ötekileştiren ne varsa elinin tersiyle itmesini bilen ve birbirini saran kardeşlik ruhu.
Kim hatırlayacak o gelenleri, yardım edenleri, ama nasıl binayı bir arada tutan çimento görünmüyorsa, bu hatırlanmayacak, unutulacak zor gün kardeşlikleri de bu milleti birbirine bağlayan, kaynaştıran ulus olabilme çimentosudur.
Geçtiğimiz pazar günü, bölgede akrabaları bulunan avukat arkadaşımla Soma’ya ve mağdurların yoğun olarak bulunduğu bir iki köye gitme imkanı bulduk.
Acılı aileler ve akrabalarıyla görüşerek taziyemizi ilettik, acılarını paylaşmaya çalıştık, ne kadar olabilirse!!!
Her gelene endişeyle bakışlar, özenle ağızdan çıkan kelimeler... Basına konuşmayan veya her şeyi söyleyemeyiz diyen mağdur yakınları ve sağ kurtarılan maden işçileri ile sohbet ettik.
O gün izinli olduğu için sağ kalan maden işçisinin anlattıkları ve anlatamadıkları, ihmalin ve olayın boyutunu anlamaya yetiyor, vicdanı olan için.
“Son günlerde maden ocağında çok çabuk yoruluyorduk, sıcaklık normalin üzerindeydi, ekip başlarımıza söylememize rağmen bu durum dikkate alınmadı. Söylenecek çok şey var da söyleyemeyiz.” diye de ekliyor.
Uzun süredir madende çalışan ve görevi yer üstünde olan, kazada da yeğenini kaybeden maden işçisi de; Kendisinin ve kendisi gibi yer üstünde görevli olan veya o gün lamba almayıp ocağa inmeyen arkadaşları ile beraber kazadan kurtarılanlar listesinde isminin geçmesine anlam veremiyor. Madenden çıkarılmayan işçi kalmış mıdır, diye sorduğumuzda “İnşallah yoktur, yakınları mutlaka takip edecektir.” diyor. Yaşam odasının kesinlikle bulunmadığını, kaçış koridorları olduğunu belirten maden işçisi kendisinin doğrudan Soma Kömürleri A.Ş. çalışanı olduğunu, ancak farklı taşeronluk sisteminin bulunduğunu bize anlatıyor; “İşletmede Ekip Başı olarak gösterilen (A) şahsının aslında şahıs şirketi ve ofisi var ve ona bağlı taşeron işçiler maden ocağında çalışmaktadır.”
Başka bir maden işçisi de; “Cenaze sayısının daha fazla olduğunu iddia ediyor. Tüm Türkiye’ye dağılan ve defnedilen cenazelerin takip edilmesi halinde gerçek sayının tespit edilebileceğini” söylüyor.
Evet sevgili dostlar, kimse eveleyip gevelemesin, bağırıp çağırıp belirlenen hedeflere saldırarak bu işin üstü örtülemez, örtülmemeli. Hepimiz sorumluyuz, ısındığımız, üzerinde kestanemizi kebap yaptığımız kömürlerin altında kalmaya zorladığımız canlardan, geriye kalan cananlardan...
Devlet, hükümet, daha öncekilerde alınmayan dersleri, bari bu olayda alır da; maden ocakları ile ilgili hukuki altyapı çağın şartlarına göre yeniden düzenlenir.
Denetim mekanizması işletilir de; kırmızı halılar üzerinden geçip, işkembesini dolduran denetçiler önce insanı düşünür, görevini yapar.
Patron, ekmek yediği ve yedirdiği tekneyi çarpıp köşe dönme değil de, istihdam, üretim ve insan ocağı olduğunu bilir ona göre önlemini alır.
Ya sendikalar!!! Varoluş sebepleri, işçilerin başta can güvenliği olmak üzere, sosyal ve hukuki tüm haklarının korunması ve kollanması olan sendikalar nerede, ne iş yapar veya ne zaman yapacak???
Kendi kişiliğini, varlığını, yaratılanların en şereflisi olduğunu ona unutturan, devletin sedyesinden kendini daha değersiz gören insanlarımızın varlığı, önce devletin, hükümetin ve tüm toplumun insanlık suçudur. Kimse kıvırmasın yaldızlı köşklerinde…
Günün Sözü ve de Özü
Yüz karası değil, kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası. (Orhan Veli)