Hişştt! Salgın var!

Geçen zaman her şeye ilaçtı…

Devaydı tüm yaralara çünkü insanlar ya zaman içerisinde bir şekilde mevcut hallerine adaptasyon sağlıyorlar ya da yok olup gittiklerinde yaraları da onlarla birlikte yok olup gidiyordu… Çünkü yara en çok sahibinin canını yakardı. Yaraya da sahibi kadar kimse yanıp yakılamazdı, onunla tutsak bir yaşam sürdüremezdi… Her esaretin ise bir özgürlük günü vardı, diğerleri bunu istesin ya da istemesin yaşam zamanı geldiğinde özgür bırakmayı severdi. Ya öğretir ya öldürürdü ama her ikisinde de sonuç öncesinde nasıl olacağını bilemeyeceğimiz bir özgürlüktü.

Öldürür dediğime bakıp, karalar bağlamayın… Zaman bazen yaraları da öldürerek şifa ile özgürlük verebilmekteydi.

Bugün laboratuvarlarda üretilen virüslerin nasıl tutsağı olduğumuzu, insanın insana bunu nasıl ve neden yaptığını, en az bizim kadar canlı olan evcil dostumuza dokunmazken bizleri nasıl güdümlü füze gibi gelip yakalayabileceğini, kendini insan sanan sapıkların istismar etmekten geri duramadığı çocuklarımıza bile vicdanlı olan virüsün geleceği teslim edeceğimiz çocuklarımızla ilgili yüksek etik değerlerine nasıl sahip olduğunu tabii ki konuşmayacağız.

Konuşmayacağımız bir diğer konu (siyasetten tamamen bağımsız olarak), bugünlerde en çok konuşulan eski Sağlık Bakanları’ndan Osman Durmuş’un haklılığını nasıl anladığımız ama zamanı geriye çevirme becerimizin olmadığı ve insanın ne ederse kendine ettiğidir...

İster 'kolektif yaşam' deyin ister 'toplumsal yaşam alışkanlıkları' deyin ne derseniz deyin, insanın yaşayabilmek için yalnızlığa muhtaç kaldığı ama yaşamını sürdürebilmek içinde topluma ihtiyaç duyduğu günlerden geçmekteyiz.

Kimilerinin “yaşlı nüfus ölüyor emaaann” kafasıyla yaklaştığı hastalıkta ölümün hedefinde sadece yaşlılar yok! … Ama de ki sadece yaşlıları öldürecek bir hastalık peyda edildi dünyanın başına o zaman da sen sanıyor musun ki dünyada sadece yaşlılar ölecek, bilgelik, yıllarla edinilmiş yaşam bilgisi, örf, adet ölecek? İnsanlık her şart altında ağır yaralar alıyor ve almaya devam edecek…

Biz tüm bunlardan bahsetmek yerine zamanın her derde olduğu gibi bu derde de şifa olduğu bir geleceği kurgulayarak konuşalım istedim bugün...

İstedim ki her şey geçip gittiğinde gelecek nesiller bugünleri nasıl hatırlayacak ya da öğrenecek bunu bir hayal edelim. Kendimizden başkasını, adlarımızı bilmeyecek sadece “Corona virüsü çıktığı dönemde yaşayan insanlar” olarak bizleri sınıflandıracak nesilleri bir hayal edin istedim. Ona göre yaşayalım istedim. Nasıl öldüğümüzden çok nasıl yaşadığımızı hatırlayacaklarını ve nasıl, neyle mücadele ettiğimizden bahsedeceklerini hayal edin istedim. Bizleri hastalıktan ölen ya da hastalıktan kurtulan birer topluluk olarak hatırlamalarından çok ölsek de yaşasak da toplum bilinciyle, yaşlılara hürmetle ve yardımlaşmayla bugünleri aştığımızı ya da aşamasak da “güzel mücadele etmişler insanlar, insanca son anlarına kadar yaşayıp güzel ölmüşler be!”, “Örnek bir toplulukmuş!” demelerini hayal etmenizi istedim.

Hani bizim, Çanakkale Zaferini kazanan dedelerimizi rahmetle ve minnetle andığımız gibi hatırlamasın mı gelecek nesiller bugünün insanını… Savaşta mıyız diyeceksiniz...

Çoğumuzun fark etmediği farklı bir savaşın içerisindeyiz.

Artık Çanakkale Savaşının yaşandığı günlerdeki gibi İngilizler'in cepheye havadan attıkları “topuk kıran” adı verilen zehirli ve bastığında kangren eden çivilerle saldırmıyorlar…

Müzelerde sergilenebilecek havada çarpışan mermiler de yok! Mertçe göğsünü siper eden askerlerimiz halen olsa bile savaş onların bildiği yöntemlerle yapılmıyor teknolojinin hüküm sürdüğü sularda… Ortadoğu halen eski tip silahların yeni tip versiyonlarıyla gerçek bir can pazarı gibi görünse de… Gelişmiş dünyanın gerçek silahları ile kimseyi savaş suçlusu bile ilan edemiyorsunuz.

Çoğunuzun bu satırları okuduğu bilgisayarlarının asıl hâkimi olan Microsoft’un kurucusu Bill Gates, Massachusetts Tıp Topluluğu ve New England Journal of Medicine bülteninin ev sahipliğini yaptığı yanılmıyorsam 2018 tarihli 'Salgın Hastalık' konulu bir münazarada yeni tip biyolojik silahlardan bahsetti ve insanlığın yeni dünya düzeninde artık böyle savaşacağını anlattı. Çok geçmedi, 2019 yılında Bill ve Melinda Gates Vakfı ev sahipliğinde Dünya Ekonomik Forumu ve John Hopkins Sağlık Güvenliği Merkezi’nin organize ettiği Event 201 isimli tatbikatta bugün yaşadığımız salgın hastalık senaryosu üzerinden hareket edildi ve felaket tablosuna 65 milyon insanın öldüğü verisi yerleştirildi. 14 Mart 2020 tarihinde salgın dünyayı kasıp kavururken Bill Gates kendisini hayır işlerine adamak üzere Microsoft yönetiminden ayrıldığını ifade ederek, çekildi. Hayır işleri önemli, önemli olmasına da kime hayır kime değil orası da önemli…

Kimse sizi sömürge yapmak için topla tüfekle kapınıza dayanmıyor artık, en azından bu en sona bırakılan kısım olabiliyor. Önce diğer sosyo-politik, sosyo-psikolojik ve sosyo-ekonomik yöntemler deneniyor. Açık pazar haline geliyorsunuz. Onlar gelmiyor artık ürettiklerini almak için gidiyor ve kapılarına dayanıyorsunuz. "Yollarımı yap işlet, alışveriş merkezlerimi yap işlet, unumu, şekerimi, çorabımı, toplu iğnemi senden alayım ya da gel bize de bir fabrika kur, istihdam yarat, çalışıp kulun kölen olalım, senin için üretip ürettiğimizi köleliğimiz karşılığı kazandığımız parayla senden 100 katına geri alalım" diyoruz.

Yetmiyor yetinemiyorlar ki, onların ideal dünya çizgileri var… Her şeyi kontrol etmek istiyorlar. Evinizde izlediğiniz kanaldan, çocuk sayınıza, yaşlı nüfusunuza, kaç gün hasta olup ne kadar üretken kalacağınıza ve hepsinde öte onlar için ne üretip ne tüketeceğinize karar vermek istiyorlar. Hasta olalım, şifa bulmak için onların ürettiği ilaçlara mecbur kalalım… İstedikleri sınıflandırmada tanımlı kitleden istedikleri kadarı ölsün istiyorlar… Ama en çok insanlığımızı yitirelim istiyorlar…

Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü bizler için sadece bayrakları alıp Çanakkale’ye koşmak olmasın istiyorum. Çanakkale Destanını yazan dedelerin torunları, bu gelişmiş dünya düzeni içerisinde yeni zaferlere imza atsın istiyorum. Ancak maalesef bunu yapabilmemiz dedelerimiz için ne kadar zor olduysa bizler ve çocuklarımız için bin misli daha zor. Evet yokluk içerisinde savaştılar, evet imkansızı başarıp sırtlarında gülleler taşıdılar ve evet canlarıyla korudular topraklarımızı… Bugün yine dedelerimiz gibi savaşarak canıyla topraklarımızı koruyacak nesillerimiz var ve olmaya devam edecek ancak asıl iş yaşayarak bu toprakları korumakta, üreterek onları bu topraklardan sürmekte, teknoloji ve bilimle inşaa ettikleri camdan savaş alanlarını kırmakta ve başlarına yıkmakta… Çanakkale Savaşının olduğu yıllarda fakir bir halk ve yokluk vardı… Bugün o halktan çok daha zengin ama çoğu düşünme fonksiyonunu kendi yerine başkasının düşünmesini tercih edecek kadar vestiyere asmış, bir bölümüne zihin fukarası diyebileceğimiz, çalışıp üretiyor görünen ama çokta yorulmak istemeyen bir nesil var.

Bu daha başlangıç… Biz fragmandan dizinin 13 bölümünü tahmin edebilecek kadar çok dizi – film izlemiş bir milletiz. Ya bununla kendimize gelir, bilimle teknolojiyle bu memleketi çağ kapatıp, çağ açan haline geri çeviririz ya da biz daha çok virüs yer ve istedikleri gün dedelerimizin kimselere bırakmadığı topraklarla farklı bir şekilde bütünleşip sessiz sedasız yukarıda olup biteni izleriz.

Allah için bir şey yapmak isteyenler ilk emir “OKU”… Ama sadece kutsal kitabını okumakla kalma dünyayı oku ve kimin kot giydiğine kimin şalvar giydiğine takılmadan, nonoteknoloji ile giyilebilir teknolojilerle ilgili de oku ve icat çıkar bu saatten sonra sen de, Allah için yap bunu… "Allah’ın yarattığına faydan olsun" diye yap artık bunu…

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün izindeyim diyen sen de “Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir.” diyen atana sarıl da oku… Onu yobazlığa karşı her cephede savunmak istiyorsan, kuru kalabalıkla laf yetiştireceğim diye debelenerek değil, gösterdiği hedeflere yol almak için ilimi yayarak yap bunu...

Kızıl Elma’ya halen toprak, coğrafya ve dünyadaki Türk nüfusu üzerinden erişebileceğini düşünen sen, hiç düşündün mü bir salgınla Ülküne neler edebildiklerini… Oturduğun yerde Turan Türküsü söyleme, fizik, aviyonik, matematik bil ve kendi tasarladığın uydularınla, uçaklarınla, uzak mekiklerinle çık gökyüzünde söyle…

 Ateist ya da deist misin? Hadi canım varlığının hangi faydaya yönelik olduğunu ispatlamak ve tesadüf eseri düştüğünü sandığın dünya da sürekli bir akıl mücadelesi içerisindeki beyninin egosunu tatmin edebilmen için bir fırsat sana… İçerisinde doğduğun topluma borcunu ödemek için nereden, nasıl geldiğini sorgulamak yerine ne işe yarabileceğini göster…

“Salgın Bitene Kadar” Evde kalın… Ama ideallerinizden ayrılmadan evde çalışın…

Esen kalın…

Dedelere ve de nenelere sahip çıkın…

Editöre Not: Yine çok uzun oldu. Yazının tamamını bitiren herkese ülke salgını yendikten sonra Sözcü 18 sahibinden deniz manzaralı kahve ısmarlamanızı bekliyorum. Vedat Bey korkmayın, sonuna kadar çok kimsenin sabredebileceğini sanmıyorum. Sabreden de kahveyi hak etmiş demektir.

uyari-corona-resim-012.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
2 Yorum