Çankırı'dan Bab-ı Ali'ye...

Resim derslerinde kimi zaman masanın üzerine içinde rengârenk çiçekler olan bir vazo konur, kimi zaman bir sandalye üzerinde kitaplar dizilir, kimi zamanda arkadaşlardan biri poz vererek canlı model olurdu. Herkes bir ders saati boyunca çizimi tamamlamaya çalışırken, ben 5 dakikada bitirip, arkama yaslanırdım. Atatürk Ortaokulu son sınıf öğrencisi iken resim öğretmenimiz Halil Şentürk çabuk çizme yeteneğimin karikatüre yatkınlıktan kaynaklandığını söyleyerek; çizgimi geliştirmek için beni dönemin Akbaba ve Papağan mizah dergilerine abone yaptı. Bu teşvik, benim karikatüre olan ilgimin de başladığı tarih oldu.

O tarihlerde Hürriyet Gazetesi bir Çocuk Kulübü kurarak, Türkiye’nin dört bir yanındaki çocukların şiir, resim ve karikatürlerini Kelebek ekindeki Çocuk sayfasında yayınlıyordu. Ben de yazıp çizdiklerimi bu sayfaya gönderiyordum. Çocuk sayfasını, sonraki yıllarda Duygu Asena olarak adını sıkça duyacağımız 'Şirin Abla' hazırlıyordu. Gönderdiklerimin Çocuk sayfasında ismimle yayınlanması hoşuma gidiyordu, Hürriyet Gazetesinden aldığım tebrik ve davet mektubu ile bu hoşluk mutluluğa dönüştü.

Çankırı Atatürk Ortaokulu'nu bitirdiğim 1973 yılının yaz tatilinde İstanbul’da Fatih'in en eski semtlerinden Küçük Pazar’da oturan rahmetli teyzemlerin yanına geldim. Bu sayede, dönemin karikatür ustalarıyla tanışma fırsatı buldum.

metin-yilmaz-karikatur-01.jpg

Koltuğumun altında çizimlerimi koyduğum dosyayla Cağaloğlu yokuşunu çıkarken duyduğum heyecan müthişti…

Önce, Hürriyet Gazetesi’ne geldim. “Şirin Ablayı göreceğim…” deyince, beni Duygu Asena’nın yanına götürdüler. Güler yüzle karşıladı, Çankırı’ya dair sorular yöneltti, “bir gün Çankırı’ya geleceğini…” söyledi. Epey sohbet ettikten sonra, Hürriyet binasında bulunan çizerlerle tanıştırmak istedi.

İlk olarak, Nehar Tüblek’e götürdü. Çok sempatik bir insandı, içtenlikle karşıladı. Çay ikram etti. Karikatürde ilerlemenin en önemli yolu "iyi örnekleri takip etmektir..." dedi. Bana tarama uçlar ve çini mürekkep hediye etti. O dönemin genç çizerlerinden rahmetli Bülent Düzgit’in odasına uğradık. Bir süre renklendirme çalışmasını izledim. Bristol karton ve İngilizlerin ünlü mizah dergisi Punch’un eski sayılarından hediye etti. Hemen yanındaki odada "TİPİTİP" ve "En Kahraman Rıdvan" tiplemelerinin babası Bülent Arabacıoğlu’nu ziyaret ettik. O da çok içten karşıladı, ilk kez gördüğüm Schoeller resim kâğıtlarından hediye etti. Duygu Abla'nın uğurlamasının ardından Hürriyet’in hemen yakınındaki Milliyet gazetesine geldim. Şansım yaver gitti, rahmetli Altan Erbulak da Bedri Koraman’ın odasındaydı. Milliyet gazetesinin o dönem çok popüler olan hafta sonu eklerini çizen Bedri Koraman ve Altan Erbulak karşımdaydı. Çankırı’dan geliyor olmam, onların da çok hoşlarına gitti. Çankırı’yı sordular. Kendilerine çizimlerinin Çankırı’da da büyük bir beğeni ve ilgiyle takip edildiğini ve bu yüzden gazetenin hafta sonlarında kapış kapış satıldığını anlattım…

metin-yilmaz-karikatur-resim-03.jpg

Bedri Koraman çizimde başarılı olmak için, "çok iyi bir gözlemci olmanın önemini" vurguladı. Kalabalık mekânların ve insanların bol bol karalamasını yapmamı, ayrıca insanların vücut hareketlerini çizmemi öğütledi. Altan Erbulak da bir hatırasını anlattı:

Karikatür ilk bakışta kolay bir uğraşı gibi gelir insana fakat büyük emek ve zaman ister. Yakın dostlukları olan mesleğinde başarılı bir avukat arkadaşı Altan Erbulak'tan mesleki yoğunluk ve yorgunluk sonrası kendini rahatlatmak için "arta kalan zamanında karikatür çizmek istediğini ve bu konuda tavsiyesini" öğrenmek ister.

Altan Erbulak'ın tavsiyesi çok vecizdir: "Dostum gerçekten karikatür çizmek istiyorsan; karikatürden arta kalan zamanda avukatlık yapmalısın."

metin-yilmaz-karikatur-02.jpg

Karikatüristlerin ortak özelliği "güler yüzlü ve sıcakkanlı insanlar olmaları..." diye düşündüm. Çünkü karşılaştığım 5 önemli insan da bu özellikteydi. Son durağım GIRGIR Dergisi idi... Gırgır Dergisi Ruslar'ın KROKODİL, Amerikalılar'ın MAD dergisinden sonra dünyanın 3 numaralı mizah dergisiydi. Oğuz Aral’dan dergide gördüğüm fotoğrafından dolayı çekiniyordum ama Hürriyet ve Milliyet gazetelerindeki karikatürist abilerin güler yüzünden, tatlı dilinden sonra cesaretim hayli artmıştı. Bab-ı Ali’deki ilk günümde son ziyaret için Günaydın Gazetesi’ne gittim. Protokol ve koruma yoktu, kolayca çıktım Oğuz Aral’ın yanına.

"Çankırı’dan geliyorum..." deyip, dosyamı koltuğumun altından, iki elim arasına alıp hazır ol vaziyetine geçtim. O sert adam, öyle bir gülümsedi ki; "Anadolu’nun gözünü seveyim...2 dedi. Dosyayı masasına bırakmamı istedi. İnceledi, gülümsedi. Yaşımı sordu. "Sürekli çiz ve kimseyi taklit etmeye çalışma sakın!" dedi. Onu tanıyanların ezberlediği o cümleyi bana da söyledi: "Fazla taramadan kaçın!" Seçtiği 3 karikatürü, "Bunları yayınlayalım, şimdi muhasebeye git sana ücretini ödesinler...2 dedi. Çok sevinmiş, bir o kadar da çok şaşırmıştım. İlk çizim ücretimi GIRGIR dergisinden aldım. Yarım güne adeta bir rüya sığdırdım. Karikatürümden aldığım ilk ücretle bu defa Cağaloğlu yokuşunu uçarak indim. Eminönü’nde o parayla yediğim balık ekmeğin tadı halen damağımdadır...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
1 Yorum