İbrahim ZENCİRCİ
"Bulgur püskürmesi" (*)
Ne zaman “bulgur püskürmesi” olsam, ne zaman parmağımda bir “siğil” çıksa, babaanneme koşardım. Okuması için.
Önce karşısına oturtur, vücudumda çıkan ufak kırmızılıklara, tu tu diyerek okur, üfler, sıvazlar, “bulgur püskürmesi” birkaç saat içinde geçerdi. Siğilin geçmesi için, okumayla birlikte Akkız Çalısı'ndan küçük bir dal kırılması adettendi.
Mahalledeki bebelerden birisinin bileği incinse, kolu çıksa, onlarda koşardı babaanneme. Babaannem, incinen yerin veya çıkığın üzerinde elini şöyle bir gezdirir, fısıl fısıl bir şeyler okur, sonra sabunlu suyla kolu ovalayarak, çıkığı yerine oturtur, yumurta akı, rendelenmiş sabun ve ince bir tülbentle yaptığı yakıyla, tahta parçalarını destek yaparak bir güzel sarardı.
On, on iki yaşlarındaki, Yılmaz Börekçi, Uzunyol'da at arabası, traktör arkasına takılmaktan iki de bir kolunu kırar, daha tam iyileşmeden, akıllanmaz tekrar ya kırar, ya çıkarırdı. Kolu sarılırken bir yandan acısından salya, sümük ağlar, bir yandan da gözünü yumurtaların sarısından ayıramaz, her seferinde; “Zayde hala, Zayde hala, ne olur yumurtanın sarısını ziyan etme, ver ben içerim” derdi. Yılmaz’ın o yıllarda “feşelliğini” unutamam.
Daha sonra öğrendim babaannemin ocak sahibi olduğunu. Mahallenin Zayde Halası'ydı.
Hacamatla deriyi çizer, pis kanı akıtır üstüne kupa çekerdi. Nazar gelmiş mahalleliye, sıkıntılı hanımlara, asabi mizaçlı bebelere kurşunda dökerdi.
Kurşun kepçe içinde ocakta eritilir, kurşun dökülecek kişinin başına yorgan, battaniye gibi kalınca bir örtü örtülür, başının üstünde kalbur tutulurdu. Hatırlayabildiğim kadarıyla kalburun içinde biraz ekmek, tuz, buğday, bıçak ve ayna olurdu. İçinde su bulunan bakır tasa erimiş kurşun dökülür, soğuk suya dökülen erimiş kurşun tam o esnada "cooz" diye ses çıkarır ve göz göz olurdu. Bıçakla kişinin sırtı sıvazlanır, okunur, üflenir, kalbura konulan ekmek köpeklere verilirdi.
Ocak ve izni yani (Fadime anamızın elini) almış olacak ki, rahmetli babaannem, tüm bunları yaparken önce besmele çeker ve sonra, “benim elim değil Fadime anamızın eli” diyerek başlardı yaptığı işe.
Babaannemden sonra ocağı teslim alacak, şimdilik birisi çıkmadı ailede. O günlerde bende babaannemin o manevi nefesinden bolca faydalandım. Bu yaşıma geldim, üzerimdeki etkisi halen devam eder, taşlı, çakıllı yollarda, asfaltta yürüyormuş gibi açılır önüm.
Bu yetmezmiş gibi bir de “çelikleme” yapılmış beş - altı yaşlarımda. Onu da rahmetli annemden öğrendim. Yaşıtım çocuklar gibi bende o yıllarda Hilmi Efendi'nin dualarına bolca mazhar olmuşum. Ve nedendir bilmem, bir keresinde yedi gün üst üste bu manevi ortamdan feyiz almışım, “çeliklenmişim”
Rahmetli annemin son yıllarında ne zaman Hilmi Efendi'den konu açsam, yattığı yerden hışımla kalkıp; “Çankırı’nın temel direğiydi” dediğini de unutamam.
“Ocaklı” babaannemin dualarının ve daha sonraki “çeliklemenin” üzerimdeki manevi etkisini yaşayarak öğrendim.
Kendimle direk ilgili olmayan bir işe başlarken, işin hayırlı başlaması ve güzel sonuçlanmasına vesile olması için, tıpkı babaannemden öğrendiğim söze benzer söylediğim bir söz vardır.
“Benim elim değil Hilmi Efendi'nin eli”
Sezon başında Spor Toto 2. Lig kur'alarının çekimi İzmir'de yapıldı. Başkanımız Sevda Hanım telefon etti, “kur'a çekiminde bizi temsil edebilir misiniz?” dedi. Severek kabul ettim.
Kur'anın çekileceği salonda sıra bana gediğinde heyecanlıydım ve o kelimeler hep aklımdaydı, elimi küçük topların bulunduğu kavanoza daldırdım ve “Benim elim değil Hilmi Efendi'nin eli” diyerek çektim kur'ayı.
İlk maçımız İstanbul - Pendik'de dış sahadaydı. Yanımdaki Karagümrüklüler, “ağabey yaktın takımı” dediler.
Hâlbuki onlar bilmiyordu, kur'a çekmeden önce samimi duygularla neler fısıldadığımı.
Sonuç mu?
Altıncı hafta Çankırıspor lider…
“Niyet hayır, akıbet hayır”
Merak edene not:
Bulgur Püskürmesi:Bulgur püskürmesinde hastanın vücudunda ince ince kırmızılıklar olur. Bu hastalık üzüntüden olur. Ocaklı tarafından bulgur ağıza alınır, sonra hastanın vücudunun her tarafına sıvanır. Bir hafta perhiz verilir. Sarımsak ve bulgur yedirilmez.
Bulgur Püskürmesi:Küçük dolu tanesi, dolu (TDK Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü)