Atatürk'ün huzurunda şarkı söyleyen Ilgazlı!

Atatürk'ün huzurunda şarkı söyleyen Ilgazlı!

Sözcü18 yazarlarından Ömer Türkoğlu, Çankırı yerel tarihinde yer almayan güzel bir yaşanmışlığı gün yüzüne çıkardı. İşte, Türkoğlu'nun o yazısı...

"Bu ülke, değerlerinin farkında olmayan, onları unutan insanların ülkesidir! Acı ama gerçek budur.

Tarihçi Ahmet Refik Altınay, birden fazla kuşağa tarihi sevdirmiş biridir. Gerek elinden geldiğince bilimsel gayretle hazırladığı makale ve kitapları, gerekse popüler çalışmaları hâlâ okuyucular tarafından sevilmekte ve yararlanılmaktadır.

Altınay, hiç de iyi olmayan bir hastanenin loş odasında tek başına ölmüştür.

* * *

Üsküdar Özbekler Tekkesinin son şeyhi olan Ata Efendi, Milli Mücadele yıllarında tekkesini Anadolu ile bağlantı merkezi olarak kullanmış, sayısız insanı İstanbul’dan Anadolu’ya kaçırmıştı. Hatta İsmet Paşayı bile bir nefer elbisesiyle İngiliz kontrol hatlarından geçiren kendisidir. Lozan Sulh Konferansında bile bulunmuştu.

Ata Efendi prostattan ameliyat olacak parayı bulamadığından bir lastikle çektiği idrarını cebindeki şişede toplayan biriydi!

* * *

Bir İttihatçı mebus olmasına rağmen “ikbal”i reddedip Çanakkale’de savaşa fiilen katılan “Kâzım Baba”, küçük bir evde tek başına vefat etmişti.

Baba Kâzım ölmeden önce geçinebilmek için çok az bir para karşılığında Cibali Tütün Fabrikasında çalışıyordu.

* * *

Mualla Gökçay’ı tanır mısınız?

Belki yaşı altmışın üstünde olanlar hayal meyal hatırlayabilir; zamanında onunla aynı semtte oturanlar da “arsa fiyatlarını yükselten sanatçı” olarak bilir hatta onun evinin olduğu mahalleye de -tabii gayrı resmi olarak- “Mualla Mahallesi derlerdi.

Mualla Gökçay Çankırılı, Ilgazlı idi.

Dönemin gazetecilerden Nizamettin Nazif, Gökçay’ın memleketini resmederken “Osmanlı sarayına nargileci ve peştamalcı başılar yetiştiren […] en kıymetli billur ve gümüş nargilelerin, altın işlemeli havluların kullanıldığı yer olarak tarif etmişti.

“Güzelliğinde kartal ihtişamı” olan kadın yani Mualla Gökçay 1922’de dünyaya gelmiş, Temmuz 1991’de de vefat etmiştir. Sanat yaşamında sayısız eseri icra etme fırsatı bulan Gökçay, Atatürk’ün huzurunda da şarkı söylemiştir ve kuşağının çoğu genci gibi o da Atatürkçüdür.  

Çok sonraları Atatürk ile olan anılarından birini dostlarına anlatırken hikâyeye Ilgazlı hemşehrilerini de katmayı ihmal etmiyordu. Çünkü o sıralarda Ankara’da iken Ilgaz’dan iki kelimelik bir telgraf gelmişti: “Acele gel!”

Pek de tekin olmayan bu ifade üzerine hayli üzülen Mualla Hanım, bulabildiği en seri araçla Ilgaz’a hareket eder. 8-9 saat süren bir yolculuk sonrasında Ilgaz’a iner ve hemen baba ocağına koşar. Eve girdiğinde ise korktuğu, aslında hiç istemediği halde tasavvur ettiği kötü havayı göremeyince şaşkına döner. Zira her şey yolunda gibidir. Annesi, babası sağdır, sağlıklıdır ve hepsi neşe içindedirler. Hele bir de kızları gelmiştir ki, mutluluklarına diyecek yoktur!

“O halde bu telgraf nedir?” diye sorduğunda başındaki kalabalığı, o sırada evi ve bahçeyi dolduran komşuları, akrabaları, kısaca neredeyse Ilgazlıların tamamını fark eder.

Gelenlerden biri; “Mualla kızımız, seninle gurur duyuyoruz. Kasabadaki topu topu üç beş radyo var. Ne zaman radyoda ismin geçse tüm Ilgaz radyon nerede var, oraya koşuyor. Seni çok seviyoruz. Ama sen hiç buralara gelemiyorsun. Biz de düşündük taşındık, babanın da iznini alarak böyle bir telgraf çekmek cüretini gösterdik. Kusurumuza bakma.”

Birden Mualla Gökçay’ın yüzündeki endişe ve korku ifadesi değişmiş, yerini neşe, mutluluk ve sevinç almıştır. Bunu gören hemşehrileri de derin bir oh çekerek gülmeye başlamışlardır. İçlerinden biri, son bir cesaret; “bize de şarkı söylersin değil mi? Bir de sesini radyodan değil, senden duyalım” der.

Mualla Hanım için Ilgaz’da “heyetsiz de olsa” bir konser vermek şart olmuştur.

O sıralarda Ankara’da, Çankaya’da, Atatürk’ün sofrasında mevzu musikiye gelince birden Atatürk; “Çağırın Gökçay Mualla’yı, güzel sesiyle sofraya renk katsın” der. Hemen harekete geçen yetkililer önce evine, sonra Radyoevi’ne bakarlar ama sonuç nafiledir. Mualla Hanım hiçbir yerde yoktur…

O gece geç saatlere kadar aranır, bulunamaz fakat sonunda iş anlaşılmıştır. Konuyu Atatürk’e arz ederler. Atatürk de, “geldiği zaman haberim olsun” der.

Bunun üzerine Ilgaz Kaymakamlığına telgraflar çekilir ve Mualla Hanımın ivedilikle Ankara’ya gelmesi istenerek, Gazi’nin kendisini görmek istediği bildirilir.

O da, babasına ve annesine olan özlemini gideremeden hemen Ankara’ya döner…

* * *

Yukarıda Mualla Gökçay’ın da döneminin çoğu genci gibi Atatürkçü olduğunu yazmıştık. Bunda Atatürk’ü şahsen tanımış olmanın etkisi varsa da Türkiye’de yaşanan köklü değişimin, özellikle de kadınlara tanınan hakların büyük payı olsa gerektir.

Nitekim yıllar sonra bir turne için gittiği Kıbrıs’ta “Türk kadınlarını peçeli, çarşaflı tanıtan müftü” onun çok canını sıkmıştır. “Hani orada, gırtlağına sarılıp adamı hemen gebertmem lazımdı” diye konuşacaktır bir gazete muhabirine… Ama o daha farklı bir şey yapmıştır!

Gayet modern giyinerek önce Rumların yoğun olduğu mahalleleri dolaşır. Sonra da davet edildiği Çetinkaya Spor Kulübünün maçına gider. Maçın yapıldığı sahada Türk bayrağı göremez. Nedenini sorduğunda sahanın Rumlara ait olduğunu ve bu durumda onların da Türk bayrağı asma zorunlulukları olmadığını öğrenir. Sinirlenir ama bir şey yapamaz!

Mualla Hanım orada iken Çetinkaya ilk defa üstelik rakip takımın sahasında maçı 1-5 kazanmıştır!

Sahi Mualla Gökçay’ı kaç kişi biliyor?"

HABERE YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
Önceki ve Sonraki Haberler