Metin YILMAZ
Arasta’dan bir Burhanetdin Yılık gelip geçti…
Arapça kökenli “güzel kokular satan” anlamına gelen attar sözcüğü, Türkçe ’de aktar olarak biçimlenmiştir.
Aktar, özellikle Anadolu’nun küçük yerleşimlerinde baharat, iğne iplik, zarf kâğıt, sigara, koku vb. satan kimse ya da küçük dükkân olarak bilinir.
Bir dönem Çankırı’nın kalbinin attığı arasta ve çarşılar yerel yöneticilerin basiretsizliği ve ahi yaren geleneğinin terk edilmesi nedeniyle adeta buharlaşıp birer birer yok olmuştur…
Yakın zamana kadar Çankırı’da çok sayıda arasta vardı. Bu arastalar: Attarlar, Tüccarlar, Demirciler, Keçeciler, Semerciler, Sandıkçılar, Saraçlar, Yemeniciler, Boyacılar, Düvenciler, Kalaycılar, Kuyumcular, Bezciler, Dikiciler arastası.
Günümüzde sadece 1858 yılında Çankırı Müderrisi Sait Efendi döneminde Çarşı hamamı ile birlikte kurulan Aktarlar Arastası varlığını sürdürse de, Çankırı’nın zamana yenik düşen çarşı ve arastalar kervanına yakın bir gelecekte Attarlar arastasının da katılacağı kaçınılmazdır.
Benim çocukluğumda arasta da dini bayramlarda yaşadığımız büyük coşkuyu anlatmak mümkün değil… Bayramın bayram olduğu o müthiş yoğunluk ve coşkudan artık eser kalmadı. Bugünkü haliyle arasta, can çekişiyor…
…
Bir zamanlar Türkiye çapında alış veriş merkezi olan arastamızın kendi bu dünyadan göçse de adı ve hatıraları gönüllerde kalan simge esnafı Burhanetdin Yılık 20 Ocak 1930 tarihinde Çankırı’da doğdu.
Babası bir dönemin ünlü ve zengin Çankırılı tiftik tüccarlarından Kazım Efendi’dir.
Babasının yaşadığı iflas nedeniyle müşkül durumda kalınca ailesini çocuk yaşta sırtlayarak, ilk ticaretine şişelere enjektörle doldurduğu esansı seyyar satarak başlar… Ankara’ya gelerek, Sincan treninde esans satar. Ardından Arastada tezgâh, sergi açarak geçimini temin eder.
50’li yılların başında Ilgaz’a giderek dükkân açar, ağabeyinin çağrısı üzerine Çankırı’ya döner. Ebcet’in Hamamı’nın yan köşesindeki dükkânın mülkiyetini satın alarak arastadaki esnaflığına başlar… O dükkânda, ömrünün son demine kadar ticari faaliyetine devam eder.
17 Yaşında teyzekızı Fikrîye Hanımla evlenir. Bu evlilikten 2 kız (Suzan, Nuran) , 3 erkek (Mustafa, Ali, İbrahim) evlatları dünyaya gelir.
Ailesinin kökeni Yozgat’a, Çapanaoğulları’na uzanır…
Ayağının birinde doğum sakatlığı olmasına rağmen askere gider, Erzurum’da 6 ay silah altında kaldıktan sonra yakalandığı sarılık hastalığı nedeniyle terhis edilir.
Sakat ayağına rağmen müşterinin gönlünü hoş etmek için en zordaki malı bile merdivene çıkıp alır. Asla müşterisine surat asmaz. Müşteri o malı almasa bile, “Gezin gelin efendim… Eğer tekrar buraya gelirseniz, sizin için kenara koyuyorum…” diyecek kadar zarif bir insandır.
Bir gün bir bayan müşteri çaktırmadan koynuna boncukları atar… Burhanetdin Amca görür ama görmezden gelir. Kadına şöyle seslenir:
“Bacım şeytan koynuna bir şey neyim koymuşsa, bakıp da çıkartıver yerine bırakıver…”
İlk göz ağrısı, torunu Emel (Baloğlu) Hanım dedesini dindarlığı ve yüksek ahlakından dolayı “Arlı bir adamdı…” diye özetliyor ve O'nun hayatın zorluklarına karşı destansı dik duruşunu da Hacıyatmaz olarak ifade ediyor.
Bana göre; Burhanetdin Yılık Çankırı’nın son ahilerinden biriydi. Geleneklerine, göreneklerine sımsıkı bağlı, inançlı, ihlaslı, merhametli, yardımsever, samimi ve sosyal bir insandı. Ailesine düşkündü.
Haramdan korkan, borcuna sadık, alacağına çok hoş görülü bir insandı. Tartıya çok dikkat eder, tarttığı malı mutlaka fazlasıyla verir, “Helali hoş olsun, hak bizden geçsin…” derdi.
Ehlibeyt aşığıydı… Kendisi ve ailesi Astarlızade Mehmet Hilmi Efendi’nin bağlılarındandı. Her perşembe akşamı evinde zikir meclisi kurulurdu.
Ekmek teknesinin kilidini sabah besmele ve duayla açar, akşam da kepenklerini yine duayla kapatırdı. Ağzından şükür, dilinden zikir eksik olmazdı. Namazında, niyazındaydı…
Onun pozitif enerjisi arastaya yayılır, şen şakrak, şakacı kimliğiyle insanlar vaktin nasıl geçtiğini anlamazdı… Onun dükkânı bir ikram mekânıydı.
O kadar zengin bir ürün yelpazesi vardı ki; Hırdavat, nalburiye, attar, tarım aletleri, kırtasiye, oyuncak kısacası ne ararsan bulunurdu…
Çankırı’daki hemen her sosyal faaliyete ve bilhassa da her cenazeye katılırdı.
Roman okumayı, kahveyi ve çikolatayı pek severdi…
Özellikle gençlik yıllarında yarenlerin demirbaşıydı. Evinde birçok kez yaren yakıldı.
Çankırı koşullarında ticari stratejisi yüksekti. Yaz aylarında düğün ve Mevlitlere çatal, kaşık ve diğer ihtiyaçları kiralardı.
Hastalandıktan sonra bile ara ara dükkânına gelirdi. Ticaretten, esnaflıktan arastadan hiç kopmadı, kopamadı...
...
O sadece arastanın değil; mahallesinin de, Çankırı’nın da sevileniydi.
Mahallenin tek telefonu, Burhanetdin Yılık’ın evindedir. Öyle ki; iletişim için herkes onun numarasını verir ve her gelen telefonda hane halkı bıkmadan, üşenmeden mahalleliyi telefona çağırır.
Çankırı’da ilk televizyon yayını 1974 yılında gerçekleşir. Kısa bir süre sonra sihirli kutu denen televizyon Çankırılılar'ın evlerinde de başköşeyi alır. Alibey Mahallesinin ilk televizyonunu Burhanetdin Yılık alır ve o zamanlar yayın akşamları yapıldığından; bütün mahalleli Burhanetdin Yılık’ın avlusundan minyatür bir açıkhava sineması gibi yere serilen halılar üzerinde açık havada televizyon izler... Kasa kasa alınan gazozlar yine sinema tadında mahalle sakinlerine ikram edilirdi.
Alibey Mahallesi sakinleri Pazar günleri düzenli olarak Kale gezmesine çıkar; Karatekin Bey'in türbesine büyük hürmet gösterirlerdi.
30 Mart 2016’da vefat eder. Selası Kastamonu ve Ilgaz’da verilir...
Müthiş kalabalıktır cenazesi, insan seliyle Sarı Baba’da toprağa verilir.
Çınar ağacının dibindeki iskemlesinde 43 no'lu dükkânının önünde başında takkesi, elinde tespihiyle herkesi selamlayıp gülümseyen haliyle hep gözümün önündedir Burhanetdin Amca...
Umre ziyaretinde bulunmuş, ancak Hac yapmak kısmet olmamış; buna rağmen kendisine “Hacı” olarak hitap edilirdi. Bu duruma “söyleyene, değil söyletene bak…” diyerek gülümserdi rahmetli. Kim bilir, belki de manevi Haccını yapmıştır.
Baki kalan bu Gök kubbede hoş bir sada bırakan Burhanetdin Yılık ve tüm ebediyete intikal eden arasta esnafının ruhları şad olsun.
NOT: Yazıyı hazırlarken bana yardımcı olan Suzan Yılık ve Emel Baloğlu Hanımefendilere çok teşekkür ediyorum.