01.Şubat.1944 tarihinde, Kuzey Anadolu Fayı kim bilir, kaçıncı (yüz) kez yeniden kırılıyor;
Gerede’nin batısındaki Yeniçağ’dan başlayıp; Gerede gölü, Hamamlı, Çavundur Kaplıcaları, Yabanlı (Yeşilöz), Yılanlı (Madenli), Mandı, Sarıkaya, Çartak (Beşpınar), Hacımuslu, Sivricek, Ağılözü köylerinden, Devrez Çayı yatağına ulaşarak, Bozan köyüne kadar 170 kilometre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde ve 1 metre derinliğindeki kocaman bir alanı yerle bir ediyor.
25 bin insan ölüyor (1945 yılında ülke nüfusu 18.790.987).
15 bin ev, ahır ve samanlığı kullanılamaz hale getirip, 20 bine yakın hayvanı telef ediyor.
***
O günlerde de güçlüydü bu ülke.
Hükümet; anında kriz masalarını kurup, gerekli tüm önlemleri alırken, Kızılay da günün koşullarının elverdiği ölçüde hızlı hareket edip, çadırlarını kuruyor, sıcak çorbayı depremzedelere sunuyordu.
Anadolu’nun dört bir yanında yardımlar toplanıyor; bu kar kıyamette üşümesinler diye giyim- kuşam, aç kalmasınlar diye, Malatya’dan kuru kaysı, İzmir’den kuru üzüm, Aydın’dan kuru incir gönderiliyordu bölgeye.
Helvalar, üzümler, incirler yeniyordu da, yardım kolilerinden çıkan bir nesneye elini sürmüyor, yüzüne bakmıyordu depremzedeler.
“Gıcı bokuna”* benzetip, bırakın yemeyi, yanından bile geçmedikleri bu ürün “Zeytin” di.
İnsanımız, tanımıyordu, bilmiyordu, tatmamış, görmemişti “Zeytin” denilen bu nimeti.
Ucundan kulağından, bir – iki derken, yemesini öğrenip, tadını aldılar.
O kadar çok sevdiler, kahvaltılarında, yemeklerinde o kadar çok kullanır oldular ki, Amerika (ABD) müdahele etme ihtiyacı hissetti.
İlk iş, “Türkü” ısmarladı, satılık şairlere.
Artık radyolarda “Zeytinyağlı yiyemem amannn…..” diyen türküler okunmaya, ardından da, Anadolu sofralarını, ABD’den gelen “Margarin” yağları doldurmaya başladı.
Her tarafı “sağlık” olan zeytinyağı (ve yanında güzelim tereyağı) “sağlıksız” diye dışlanıyor, içinde ne olduğunu bilmediğimiz, damak tadımıza hiç uymayan, adına “margarin” dedikleri ne idüğü belirsiz yağlar almaya başlıyordu.
Gerçeği öğrenmek için bir- kaç kuşak geçti.
Radyolarda, televizyonlarda, düğün derneklerde hala “Zeytinyağlı yiyemem aman” türküsü okunmaya devam etse de, sofralarımızdaki “margarin” yerini hızla zeytinyağına bırakmaya başladı.
Öğreniyorduk “Zeytin”i.
Zeytin ve ürünlerinin çok değerli besin maddesi olduğunu öğrenirken, ağacının bir adının “Ölmez ağacı”, dallarının-yapraklarının “Barış” simgesi, “Dostluk” elçisi, “Bilgelik” göstergesi olduğunu da öğreniyorduk.
Ev yapmak, sanayi alanı açmak, yol geçirmek için bu “Nimet” ağaçlarımızı kesmeye gelenlerin karşısında, bunun için direndik. Barışın, dostluğun, bilgeliğin simgesi olan bu ağaçlarımızı kestirmemek için yarında direnmeye devam edeceğiz.
***
Bugün Suriye toprakları üzerinde gerçekleşen, askeri harekatın adına “Zeytin Dalı” denildiğini duyunca bunları anımsadım.
“Barış” “Dostluk” “Bilgelik” gibi ulvi kavramlar oturdu beynimin içine.
Binlerce yıldır savaşların, kavgaların, kan ve barut kokusuyla, çocuklara yakılan ağıtların bitmediği bu topraklarda bu kez yapılan harekatın adı “Zeytin Dalı” idi.
Barışın, hoşgörünün, kardeşliğin simgesi olan “Zeytin Dalı”
***
Kimsenin burnunun dahi kanamayacağı, hiçbir eve yas düşmeyeceği, başta çocuklar olmak üzere kimselerin ağlamayacağı bir dünya için olmasını dilediğim bu harekat için “Zeytin Dalı” adından daha bir güzeli bulunamazdı.
Diliyorum ki, “ZEYTİN DALI” bu kadim topraklara da gerçek anlamda “Barış”, “Dostluk”, “Kardeşlik” ve “Hoşgörü” getirsin.
*Gıcı Boku : Keçi- koyun dışkısına verilen ad.
*01. Şubat.1944 tarihindeki depremle ilgili bilgiler; Kurşunlulu Coğrafya öğretmeni rahmetli Hasan Özgör’ün “SISMLOGIE” (Hasan Özgör Ankara 1952) adlı eserinden alınmıştır.