Üç Ayak
Aslında oyun çok basitti.
Sistemi “üç ayak” üstüne kurmuşlardı.
Ordu, yargı, medya.
Ve, bunlar gerçekle hiç alakası olmayan bir Türkiye tablosu çizip insanları buna inandırmaya çalışıyorlardı.
Ordu, disiplinli, güvenilir ve şanlıydı.
Yargı, bağımsız, tarafsız ve saygıdeğerdi.
Medya, dürüst ve gerçekçiydi.
Halkı da parçalara ayırıp biçimlendirmişlerdi.
Kürtler teröristti, dindarlar yobazdı, solcular haindi, Aleviler ahlaksızdı.
Sistemin hedefi olmak istemeyen bu gruptakilerin neler yapacağı, nasıl davranacağı da belirlenmişti.
Kürt olabilirdin ama “aslında Türk” olduğunu söyleyecektin, dindar olabilirdin ama dinin gereklerini yerine getirmeyecektin, solcu olabilirdin ama hayatı “yüce Atatürk’ün ilke ve inkılâplarına” göre değerlendirecektin, Alevi olabilirdin ama Alevi olduğunu söylemeyecektin.
İtiraf etmek gerekir ki bu oyun tuttu.
Ezilenler, sistemin birbirleri hakkında söylediklerine inandılar çünkü.
Kendine “yobaz” denen dindar buna kızdı, bunu haksız buldu ama Kürtlerin “terörist” olduğuna inandı.
“Bana yobaz derken haksızlık eden biri, Kürt’e terörist derken de haksızlık yapmış olamaz mı” diye sormadı.
İşkencelerden geçen, köyleri yakılan, insanları sokaklarda öldürülen Kürtler, kendilerine “terörist” denmesindeki haksızlığı görüyorlardı ama dinarların “yobazlığı” konusunda bir kuşkuya düşmediler.
İnsafsız bir propagandayla “ahlakları” sorgulanan Aleviler, “insan sevgisini ibadetinin merkezine koyan birine ahlaksız diyenin, diğerleri hakkında söylediklerine inanmam doğru mu” diye sormadı.
Her askerî darbede belleri kırılan, en büyük acıyı çeken solcular, “Kürtlerin emperyalizmin ajanı teröristler olduğuna, dindarların irticacı yobazlar” olduğuna inanmakta neredeyse hiç duraklamadı.
Bu tabloyu olaylarla kanıtlamak için aşağılık oyunlardan da geri kalmadılar, Kürtler vahşi baskılarla dağlara sürüldü ve böylece boyunlarına “terörist” yaftası daha rahat asıldı.
Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da kitle eylemleriyle Alevilere saldırıldı, bütün Sünnilerin “yobazlığı” hak etmesi sağlandı.
Aleviliğin ne olduğunun anlatılmasına izin verilmedi ama onlar hakkındaki rezil propagandalar hep sürdürüldü.
Sistemin bu “yalancı dürbününün” merceği medyaydı.
Sistemin istediği görüntüler oradan yayılıyordu topluma.
Orduyla yargı hiç sorgulanmıyor ama halkın bütün kesimleri sürekli yaftalanıyordu.
Yalana ve çarpıtmaya dayalı bu sistem sonunda inanılmaz yolsuzluklar ve suçlar üretmeye başladı “sorgulanmayan kurumların” içinde.
Dünya da değişmeye başlamıştı.
Devletin her istediği suçu işleyebildiği, halkın sürekli baskı altında kaldığı ülkenin “bir çöplük” haline gelmesi, bütünleşmekte olan dünyayı da rahatsız etti.
Ülkenin içi de huzursuzlanıyordu, sermaye el değiştiriyordu.
Gerilim gittikçe artıyordu.
Sonunda sistemin “üç ayağı” göbeğinden yarıldı.
Ordunun içinden “darbeciliğe engel olmak” isteyen askerler çıktı, yargıda “hukuksuzluktan rahatsız olan” hukukçular hareketlendi, medyada bu sistemin dışında kalan gazeteler ve televizyonlar belirdi.
Türkiye gerçekleri görmeye başladı ve ikiye ayrıldı.
Ordunun içinde cunta kuran subaylarla, cuntalara karşı çıkan subaylar var ve “sistemden” yana olanlar “cuntacıları” gerçek ordu kabul edip, buna karşı çıkanlara “muhbir” diyor.
Yüksek yargıçlar, Ergenekon savcılarını durdurmaya çalıştığında, sistemden yana olanlar “yüksek yargıçları” yargının temsilcisi kabul ediyor.
Ordunun cuntacılarıyla, yargının “hukuksuzlarını” sahiplenen medya da kendine “merkez” medya adını takıyor.
Ama bu sistem, “yarım ordunun, yarım yargının, yarım medyanın” taşıyamayacağı kadar ağır suçlarla yüklü, onun için de “üç ayak” bel veriyor, esniyor ve kırılmaya doğru gidiyor.
Ordunun içindeki cuntaların planları ortaya çıkıyor, “askerî muhtıralara” karşı çıkmayan barolar “hoş geldin darbeci” pankartlarıyla karşılanıyor, Kafes planını görmezden gelen medyaya “senin asıl görevin ne?” diye soruluyor.
Şimdi sıra, Kürtlerin, dindarların, Alevilerin, solcuların, bu baskıcı sistemin kendileri hakkında söylediklerini gözden geçirmesinde, “benim için yalan söyleyen, diğerleri için neden doğru söylesin” diye sormasında.
Ezilenler bu soruyu sorduğunda bu sistem bitecek, bu ülkenin çocukları eşitsizlikten, esaretten, baskıdan kurtulacak.