Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, birileri Kengrililerin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, aşağıdan:
- Tutun ha, vurun ha..! diye bir gürültü kopmaz mı?
- Eyvah, dedim. Şimdi bunlar susmazlar, uyuyan devi uyandırırlar...
İki kalktım, bir hopladım, yedi yüz kilometreyi bir çırpıda atladım. Baktım; bir kuru kalabalık.
- Nereye gidiyorsunuz böyle, dedim.
-Germece’ye yeni köprü yapılmış onun açılışı var, hem de göveç, baklava, börek yiyeceğiz, ziyafet var kurdela kesme törenine gidiyoruz, dediler.
-Boşuna gidiyorsunuz; “Tezekten köprünün, ossuruktan olur direği” dedim.
Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek ve de uzaklardan gazel okuyarak, belki gövecin suyuna ekmek banarım diyerek. aralarına katıldım ben de!
Pireye vurdum palanı yedi yerinden çektim kolanı...
Tozu dumana kattım vardım gittim, Hancı Halil Ağanın Ilgaz’daki hanına, oradan bir at aldım dorudur diye, o at alnıma depti "geri dur" diye...
Çerkeş’in Muradiye Camisinin minaresini belime soktum borudur diye…
Taş Mescid'e attılar beni delidür diye…
O yalan bu yalan fili yuttu bir yılan; Bu da mı yalan?
Çocukluğumuzda bize böyle masallar anlatan rahmetli babaannem, dedi ki; bu onun eski huyudur…
Bereket inandılar şimdilik beni saldılar.
Var varanın, sür sürenin, destursuz Germece Köprüsüne çıkanın vay haline.
“TEZEKTEN KÖPRÜNÜN, OSSURUKTAN OLUR DİREĞİ"
Uzak çağların yakın kenti olduğu iddia edilen memleketin birinde bir imam varmış. Bu imam bildiğiniz imamlardan değil, asıl işi, mesleği olmamasına karşın özellikle inşaattan iyi anlarmış ya da kendisi anladığını sanırmış. Kimse de ona "efendi ağa bu senin işin değil sen asıl işine bak" demezmiş.
İnşaattan ve de yol mühendisliğinden çok iyi hem de çok iyi anladığını her fırsatta ifade eden imam efendi. Demirci ustasına kelebek bağlamayı, duvarcı ustasına tuğlayı nasıl ıslatacağını, köprü yapan müteahhide ne kadar çimento, ne kadar demir kullanacağını öğreten ve de her şeyi bilen ulu bir bilgeymiş ki, Mevla’m onun gibi çok bileni her memlekete nasip etmemiş.
İmam efendi inşaatı ile bizzat ilgilendiği okul, futbol sahası, köprü gibi yapılar bittiğinde de açılış merasimine, kurdela kesmeye, dalkavuk hempalarından oluşan geniş bir cemaatle gidermiş.
Zamanın birinde yakın köydeki yeni yapılan köprünün açılışına da yine dalkavuk cemaati ile birlikte gitmiş. Açılış merasiminden önce her zaman olduğu gibi sofralar kurulmuşmuş. Papatyam dizisindeki Necati Ustanın meşhur caba göveci, ağır makineli nohut, pilav üstü az kuru, Çerkeş baklavası ve de o köyün Ankara’da bal diye satılan Germece kavunundan yemişler de, yemişler. Hazım için üstüne de bir lenger ekşili bamyaya kaşık sallamışlar, olmuş mu mideler kavi!
İmam ve hempalarından oluşan geniş cemaat karınlarını oğuştura oğuştura, açılış merasiminin yapılacağı köprünün başına gelmişler. Bando-mızıka cıstaka cıstak cenk havası vurmakta, köyün seferberlik görmüş yaşlıları ağlaşmakta, garılar ve yaşlı neneler çarlarının ucuyla gözyaşlarını silmekte, belik, beşik ellerinde balon ve bayraklarla, keçi gıcılarının arasında sağa sola seğirtmedeler. Diyesin ki; "Angara’dan ağabeyimiz gelmiş, köyde bayram havası".
Bizim İmam Efendi makası almış eline kurdelaya tam vuracakken, birden garnı gurul gurul guruldamaya başlamış. Guruldama ki ne guruldama, şimşek çaktıktan sonra gök gürler ya, say ki o hesap. Tam o esnada uzaktan gelen selin gürüldemesi ve borazan sesi gibi nameli önce bir kısa “zart”, arkasından orta şiddette bir “zaaart” ve de son olarak güçlü bir “zooorttt” diye bir ossurmuş ki bizim imam efendi. Evden, ocaktan ırak olsun. Şenliğe katılan millet zelzele oluyor diye sağa, sola kaçışıvermişler.
Dalkavuk hempaları her zaman yaptıkları gibi alkışa başlamış, işte ne olduysa o an olmuş, müteahhidin özenerek, mühendislerin de yetim hakkı, kul hakkı, üzerimizde kalmasın diye yapımını an be an kontrol ettikleri köprü, o zorlu osuruğa dayanamayıp “güüürrrp” diye göçmemiş mi?
Bizim İmam Efendi, “Tiz heyet oluşturula, bunun suçlusu buluna, suçlu kimse cezasını çeke, 44 bin akçe harcandı, bir yellenmeyle yıkıldı. Yenisi kısa sürede yapıla.” demiş.
Ve bunları söyledikten sonra da, ilk yellenenin kendisi olduğu aklına gelmiş, bunu kendisine ar, gurur yapmış, az biraz da utanmış olacak ki, o köyü de o memleketi de terk-i diyar eylemiş.
Aradan uzun seneler geçmiş. İmam görev yaptığı o memleketi çok özlemiş.
-“Olayı ben bile hatırlamıyorum, bu memleketin insanları da balık hafızalı onlar da unutmuştur.” diyerek yola koyulmuş, Karaşıh köyünü geçmiş, Germece sapağına geldiğinde, küçük bir çocukla karşılaşmış. Eski zamanlarda çocuklara bolca dağıttığı lolipop şekerlerinden bir tane uzatmış ve sormuş.
-“Sen kaç yaşındasın evladım?”
Çocuk;
-“Valla yaşımı bilmem, imam osurunca, şu gördüğün köprü yıkılmış, halen de yıkıldığı gibi duruyor. İşte ben, imamın osurduğu o yıl doğmuşum” der.
Merak edene: Yukarıda anlatılanlar belirtildiği gibi masal olup, kişiler ve olaylar tamamen hayal ürünüdür.