Neye elimizi atsak dökülüyor...
Çankırı’da teknik eğitim görmüş bir dostla sohbet ediyoruz. Konu Çankırı’da hava kirliliğine geldi. Anımsarsınız yerel yönetim Türkiye’nin en temiz havasının Çankırı’da olduğunu yandaş yazılı basında duyurdu. Bizler de bilgi sahibi olduk!.
Sordum!Çankırı’da hava kirliliğinin boyutları nedir, diye? Yüzüme baktı, sanki öyle bir sorun yokmuş gibi. 'En kirli hava Çankırı’da' dedim bu sefer nasıl olur gibilerden bir bakış fırlattı. Hadi ya sende gibilerden. 'Anlatıyım' dedim...
Doğalgaz gelmeden önce hiç kaleden veya Boyalıca yolundan Çankırı’ya bakmışmıydın?
"Evet" dedi. "Nasıldı" dedim? "Rüzgarsız günlerde hava kirliliğinden binalar görünmezdi" dedi. "Simsiyah bulut kaplamış gibi idi". Ben de ilave ettim; "Kış aylarında güneşli bir günde hava akımı olmadığında güneş bile kirliliği aşıp toprağa ulaşamazdı" dedim.
Nedenini anlatmaya başladım Dostum da ya öyle mi babından can kulağı ile dinledi. O dönemde böyle çok katlı binalar yoktu ve Çankırı hoyratça imarın tahribatına açılmamıştı. Henüz Acı ve Tatlı Çay vadilerinden esen rüzgar hava kirliliğini alıp götürüyordu.
Olay şu: Kaloriferlerden çıkan is, cüruf tozu ve çok sayıda zehirli gaz havaya karışıyor bunların bir kısmı görülmezken zerrecik halinde olanlar havada asılı kalıyor ve hava kirliliğini meydana getiriyor. Doğalgaz kullanılmaya başladıktan sonra havada kirlilik gözükmüyor. Doğru mu, evet doğru. Bu durumda nasıl olur da Çankırı’nın havası kirli olur?
Malum makyaja bakıldığından içerikle kimse ilgilenmiyor.
Ona da açıklık getirelim. Doğalgaz yandığında gözle görülebilen partiküller değil tam aksine daha çok sayıda görülemeyen mikro düzeyde gazları havaya salıyor. Gözle görülmediği için de hava temizmiş gözüküyor. Doğru dürüst ölçümler yapılsa hava kirliliğinin kömür yakılan dönemden daha fazla ve öldürücü olduğu ortaya çıkacaktır. "Neden kirlilik fazlalaştı" derseniz; Acı ve Tatlı çayların meydana getirdiği hava koridorunun önü çok katlı binalarla kesildi. Hava akımı yüksek binalara çarparak dikine yükseliyor ve Çankırı üzerindeki kirliliği alıp götüremiyor. Biz de temiz hava diye ciğerlerimize çekiyor, "en temiz hava bizde diye" ülke insanına caka satıyoruz!
Başka bir konu da Güldürcek barajının suyu ile ilgili. Önce su kaynağının etrafını bir inceleyelim. Semerözü başta olmak üzere birkaç köy su havzası içinde yer alıyor. Tabi atık suları da baraja gidiyor. Hayvan dışkılarından sızan, insan dışkılarından sızan her türlü kirlilik ve hastalık taşıyan etmenler baraj suyu içinde bayram ediyor. Bu arada fiziksel çöpler ise görünebilen kirlilik. Su havzasının korumaya alınması düşünülmemiş bile. Denilecek ki su arıtılıyor. Doğru arıtılıyor ama ne ölçüde arıtılıyor. Sadece fiziki arıtma olduğunu tahmin ediyorum. Biyolojik ve kimyasal arıtma varsa ilgililerden açıklama gelirse yayınlarız. Gelmezse her zaman olduğu gibi canları sağ olsun.
Bir de suyun adaletsiz dağıtımı var. Çankırı Merkez, Şabanözü, Orta, Eldivan, Kurşunlu Güldürcek barajının suyunu kullanıyor. İsale hattının hemen yakınından veya içlerinden geçtiği köylere ise su verilmiyor. Onlar da bu duruma hiç itiraz etmiyor kontrol ve denetimden uzak kuyu sularını içiyorlar. Böyle adaletsizlik nerede görülmüştür? Bu nasıl hizmet anlayışıdır?
Devrez vadisinde ve yakınında yer alan köyler, Devrez vadisinde açılan kuyulardan su alıyor. Bu kuyular temiz mi? Devrez vadisinin başlangıcı olan Semerözü dağlarından itibaren vadi boyunca başta Orta ve Kurşunlu ilçeleri olmak üzere bütün köylerin atık suları Devrez Çayının sularına katılıyor. Yani su kirli ve bu su keson kuyulardan halkın kullanımı için kullanılıyor. Tarım İl Müdürlüğünün arşivleri ellerini altında, beyefendiler inceleme lütfunda bulunurlarsa geçmişte 16 çeşit balığın yaşadığı Devrez çayında bugün sayı 5-6'ya düşmüştür.
Yakın gelecekte de bugün mevcut olanlar mevta olacaktır. Artık köylerde dahi bidon sular kullanılıyor, halk kullandığı suların temiz olmadığı bilincinde ama bir şeyin bilincinde değil.
O da 'hakkını arama bilinci'...