Hande Ataizi, evliliği sıkıcı buluyor: Evlilik, tek eşlilik, her gece aynı adamla DVD izlemek, belirli aktivitelerde bulunmak, belirli aktivitelerde bulunamamak sıkıcı bir rutin getiriyor. Ben diyorum ki, iyi ki zamanında renkli yaşamışım... İşte Armağan Çağlayan'ın oyuncu Hande Ataizi ile gerçekleştirdiği söyleşi;
- Bir gün bana Hande Ataizi anne olacak deseler inanmazdım...
Ben de inanmazdım. Yani şöyle diyeyim. insanlar beni çok fazla tanımıyorlar. Üstelik çok fazla anaçta görünmüyorum. Benim inanmama bölümüm ise şu: Uzun zaman kromozom bozukluğundan dolayı doktorlar anne olamayacağımı söylediler. Ben de kendi kendime 'Bu dünyaya çocuk getirmek doğru değil', 'Bizim de çocuğumuz olmayacak' gibi telkinlerde bulundum. Bir anda böyle mucizevi şekilde gerçekleşince açıkçası çocuğum olduğuna inanamadım.
- Tedavi filan olmadın mı?
Hayır kesinlikle olmadım. Tedavilik bir şey de yoktu. Sebebi bilinmiyordu çünkü. Ben evrenin bir planı olduğunu düşünüyorum. Olması gereken zamanda olması gereken oluyor... İnsanlar çok ısrar ediyorlar ama olmuyor olmuyor, sonra birden çocukları oluyor. Ben de böyle inandım. Sanki doğru zaman şimdiydi ve çocuğum oldu.
- Neymiş kromozom bozukluğu?
Yumurtalarım spermi bozuyordu. Hiç bir spermi kabul etmiyordu. O nedenle de olmuyordu. Bir kere de iki sene önce tüp denedim. Bir tane bile sağlam embriyo bulunamadı. İnanılmaz bir şey. Ben de artık dedim ki olmuyor.
- Peki mutsuz etti mi seni bu durum?
Elbette. Olmayacağı fikri başlı başına insanı mutsuz ediyor zaten. Çok üzülmüştüm. Ama çocuğum olunca da inanamadım. Şimdi senin 'inanamadığın' bölüme geleyim. Deli dolu, sanki sorumluluk sahibi biri olamayacak gibi görünüyorum sanırım. Daha doğrusu ben sorayım. Öyle mi görünüyorum? Oysa ki, Kate Moss da doğurdu !
- Nasıl söyleyeyim. Dışarıdan algı olarak söylüyorum. Sporuna giden, kendine özen gösteren, kendiyle çok ilgili,sorumluluk almayacak bir kadın gibi görünüyorsun dışarıdan.
Doğrudur. Zaten oyuncu olduğumdan buna dikkat etmem, kendimle biraz fazlaca ilgilenmem gerekiyor. Bir de kadın olduğum için buna dikkat etmem lazım. Sağlıklı olmaya düşkünüm. Ama onun dışında hiçkimsenin çok da bilmediği veya benim fazla göstermediğim duygusal bir yanım var. Orada da bir parça iyi bir anne olduğumu düşünüyorum.
-Çok şey değiştirdi mi çocuk hayatında?
Hayır. Eskiden nasılsam yine öyleyim. Çok dışarı çıkmazdım. Şimdi de aynı.
- Ama dışarıdan bakınca sorsalar biz de deriz ki, 'Hande, çalsın sazlar oynasın kızlar' havasında.
Hayır. Az çıkarım. Çıktım mı da eğlenirim. Her gece de çıkmıyorum zaten. Bu nedenle çocuk beni sınırlamadı. Doğru zaman dediğim de biraz bu aslında.
- 'Durmuş oturmuş' dönemine denk geldi yani
Evet, tam o zamanıma denk geldi. 20'li yaşlarımı deli dolu yaşadım. İçimde fazla bir şey kalmadı. Şu anda çocuğun tadını çıkarabilecek bir dönemdeyim. Sorumluluk almaya hazır olduğum bir zamandayım.
- Daha mı duygusalsın?
Evet, daha duygusalım. Oturuyorsun, eskisi gibi 'fıttırı fıttırı' değilsin. Gözün dışarıda değil. Benjamin ile ilişkinin diğerlerinden ne farkı var desen, "kendimi iyi hissettiriyor, daha dingin, hırçınlıklarımı törpüleyen, kendimle barışık bir ruh haline sokan bir ilişki " derim.
- Benjamin, Türkiye'de Bloomberg'in başında. Haberci sonuçta. Daha oturaklı bir adam canlanıyor gözümün önünde.
Karakterlerimiz farklı. O daha içe dönük birisi ben dışa dönüğüm. İkimiz de aynı olsak tartışmalar yaşanırdı. Benim ateşimi söndüren bir enerjisi var. Bundan dolayı huzur buldum.
- Evde politika konuşur mu Benjamin?
Evde Twitter ile yaşıyor. Evde haber yazıyor… Yemek yerken bile. İşine çok düşkün. Ve gündemi an be an takip etmesi gerekirken Twitter ile ister istemez bütünleşti. Her geçen gün takipçileri artıyor. Evde politika bu yüzden elbette konuşuluyor. Türkiye’nin durumu falan. Zaten istemesek de hepimiz politika ile ilgilenir olduk artık.Türkiye’de yaşıyoruz ve olan şeyler hepimizi ilgilendiriyor. Benjamin Türkiye aşığıdır.
- Hükümet yabancı gazetecilerle ilgili bir dönem çok sık ‘ajan’ sözcüğünü kullanıyordu. Rahatsız oldu mu?
Onun için de yazıldı ‘ajan’ diye. Gülüyoruz bunlara. Olur mu öyle şey. İşini yapan bir insan. Haber anlayışlarında yorum yapma zaten yok.
- Tedirgin oldu mu bundan?
Biz alışkınız magazinden böyle asparagas haberlere ama ekonomi sayfasında bile "ajan" diye yazılınca tedirgin oldum açıkçası.
- Hiç aklınıza geldi mi ‘Yok ya, biz artık gidelim bu ülkeden’ diye?
Yok öyle geçmedi aklımızdan. Ben de Benjamin de çok seviyoruz İstanbul’u. Ama böyle negatif durumlar olunca insan ister istemez demoralize oluyor. Ama yarın bunun garantisini insan veremiyor. İleride burada mı Amerika’da mı yaşayacağımı, şimdilik bilmiyorum.
- Evlilik ile ABD vatandaşı olunabiliyor mu?
Orada yaşarsan ABD vatandaşı olabiliyorsun. Şimdi olmuyor.
- Peki çocuk?
Evet doğar doğmaz oluyor. Baba ABD’li, oğlan ABD’li ben ısrarla Türk vatandaşıyım.
- İsmi ne?
Leon. Türkçesi de Aslan yani.
- Zorluk çekmez mi bu isimle?
Çok düşündük çeker mi diye. Benjamin Aslan’ı seviyor. Benimsedi. Ona bakarsanız Lara vs. bunlar da Türk değil. Okunduğu gibi de yazılıyor. Kolay dedik. Yeni isimler zaten Türk ismi değil ki. Pamir, Mia, Pia böyle gidiyor… Din hanesine ne yazalım dediler. Biz de çocuk istediği gibi seçsin dedik, boş bıraktık. Spiritüel bir çocuk yetişecek sanırım.
- Din hanesi boş kalabiliyor mu?
Elbette. Eskiden öyle değildi. Şimdi yasa değişti. Ben de tüm duaları öğrenerek büyüdüm. Nasıl öğretirlerdi bize küçükken: Döndüm sağıma, döndüm soluma sığındım Allahım’a. Ben de artık istiyorum ki çocuk biraz daha dua bilsin yani. Arapça dua bana daha mistik geliyor. Farklı bir bağ yani… Bunu öğrensin isterim.
- Peki ömür boyu boş kalabiliyor mu din hanesi?
Evet. Kalabiliyor. Önemli olan Allah inancı. İyi bir insan olması. Orada ne yazarsa yazsın. Biz doğduğumuzda bu din hanesi yazıyor. Oysa şimdi insanlar araştırıyor ve kendine hitap eden dini seçiyor. Bence bu çok önemli. Biz doğarak seçtik.
- Oğlun geldi bir gün Anne flörtüm var dedi? Ne düşünürsün? Anneler biraz kıskanır ya hani...
Yaş ilerledikçe kendi yetiştirilme tarzına daha çok güveniyorsun. O ilk uçma dönemi geçtikten sonra baktım ben de annemin tarzına, ses tonuna, tarzına yaklaşıyorum. O da psikologdu. Ama bir parça geleneksel yetiştirildik. Etraf ne der durumu ile büyüdük hepimiz. Çok normal bu. İşte bu geleneksel bakış açısı ister istemez içimizde bizim. Doğru veya yanlış bu bilgileri ben de çocuğa aktarıyorum. Çocuğun varsa kendin de eğitiliyorsun bir yandan. Bu yeni çağın kültürünü sen de alıyorsun çocuktan. Ben şimdi düşünüyorum öyle bir şey derse tedirgin olurum açıkçası. Koruyayım, zarar görmesin diye. Eskiden bizim sıkıldığımız şeyleri şimdi biz de yapıyoruz.
- Evli, çocuklu ve olgun bir kadın olarak geçmişe bakınca ‘Keşke yapmasaydım’ dediğin şeyler var mı?
Açıkçası şimdi hayat biraz sıkıcı oluyor. Evlilik, tek eşlilik, her gece aynı adamla DVD izlemek, belirli aktivitelerde bulunmak, belirli aktivitelerde bulunamamak sıkıcı bir rutin getiriyor. Ben diyorum ki, iyi ki zamanında renkli yaşamışım, iyi ki zamanında bazı şeyleri yapmışım diyorum. Bu sayede şimdi oturaklı, huzurlu oluyorsun. İçinde bir şey kalmıyor.
- Hani şemsiye ile bir gazeteciye vurmuştun ya. Şimdi olsa yapar mıydın?
Hiç belli olmaz benim sağım solum. Orda da şemsiyenin hafifliğinden dolayı bir rahatlık vardı. Çok üstüme gelindi zamanında. Belki benden de kaynaklanan şeyler de oldu. Ben de yol açtım bunlara. Şimdi böyle şeyler yaşamıyorum. Sanırım karşılıklı bir elektrikti. Artık olayları farklı kabul ediyorsun, alttan alıyorsun, farklı bakıyorsun. Sanırım geç büyüdüm ben. O çocuksu hareketler yok artık. Kişisel almıyorum bazı şeyleri ve daha mutlu oluyorum.
- Çok zor değil mi böyle yaşamak?
Zor. Çok küçük yaşta magazin gündeminde oldum. Bakınca, ergenlik dönemimi magazin gündemiyle birlikte yaşamışım. Ama büyüdüm ve eskisi gibi çok fazla takılmıyorum olaylara. Gülüp geçiyorum.
- Bence magazinde artık hayatımızda yok artık. Senin ünlü olduğun dönemde magazin ‘top’ dönemini yaşıyordu.
Aynen öyle şimdi sadece bir yerden çıkarken fotoğrafını çekiyorlar. Zaten doğru şeyleri yazdın mı kimsenin itirazı yok. Ayrıca bu arz-talepten doğmuş bir sektör. Ünlülerin hayatının detaylarını merak ediyor insanlar.
- Hiç günlerce seni etkileyen, evden çıkmamana neden olan haberler oldu mu?
Olmaz mı. Çünkü haksızlığa uğradığını düşünüyorsun ve kendini ifade edemiyorsun. Gazetede böyle bir haber çıktı mı kime dert anlatacaksın. Milyonlarca insana nasıl ulaşacaksın. Bunun fevriliği oldu ben de.
- Ününü kaybetmekten hiç korktun mu?
Ben hiç ünlü olacağım diye yola çıkmadım. Konservatuvara girişim gerçekten oyuncu olmaktı. Tek istediğim meslek buydu. Onun beraberinde bir ün geldi. Köşelerde bir tiptim ben önceden. Ün benim öne çıkmamı, kendine güvenli bir kadın olmamı sağladı.
- Şaşırdım. Hep seni atak bir kadın olarak düşünürdüm.
Değildim. Sağolsun Yıldız Kenter’in çok emeği var. Parmak kaldırmadan hep beni sahneye çıkarırdı. Bir adım öne çıkmamı o sağladı. İşte bu oyunculuk ve onun getirdiği onay sayesinde çok çekingenken kendine güvenli biri oldum. Sonra sonra kendime güvenim geldi. Şimdi bakıyorum bazen bu fotoğraflara ne gerek varmış diyorum. Ama kadınlığımın başka yönlerini keşfetmişim o zaman. Pişman mıyım değilim. O dönem öyleydi. Döneme göre hareket etmişim. Ama şimdi öyle bir foto çektirilir mi, hayır. Bu dönem kim çeker, kim yayınlar. Pişman olmanın da bir anlamı yok artık.
- Benim aklımda bir kare kaldı. Bodrum’da, estetik olmuştun, sargılarla tuvaletin camında kaçmaya çekilirken çekilen resim. Niye kaçtın?
Ne bileyim. O zaman oranın resimlerimin çekileceği bir yer olduğunu bilmiyordum. Salaklığımdan geliyor başıma ne geliyorsa. Çok akıllı sanırlar beni ama…
- Oraya gitmişsen, Altın Portakal almışsan tabii ki seni çekecekler. Git tuvalet camına sıkış, oldu mu? Gitmeseydin…
Ne güzel işte. Şimdi gülüyoruz. Ya, genelev tuvaletinden kaçarken sıkışmadım ki. Paparazzilerden kaçarken sıkıştım cama. Yüz kızartıcı bir suç mu var? Hapisten mi kaçıyordum?
- Üstelik O fotoğrafı çeken gazeteci iyi bir de ödül aldı. Magazin Gazeteciler Cemiyeti ödülü vardı. Alev saçlı bir kadın, altından. Şöyle yazıyor: “Hande Ataizi Tuvalet Penceresi.” Hani birinin evinde şu an böyle bir ödül duruyor artık. Trajikomik yani!
Tabii o zaman psikolojimi bozuyordu böyle şeyler. Çünkü istemiyorsun, fotoğrafının çekilmesini. Ama gidip içine düşüyorsun. Dedin ya ‘niye gidiyorsun’ diye. Cevap vereyim. Hiç gazeteci yok dediler. Topkapı Oteli açıldı tüm gazeteciler orada. Açılıştan sonra da tüm gazeteciler uçakla geri döndüler. Ben de inandım buna. Ne bileyim. Bir de hırs var tabii. ‘Çektirmeyeceğim!’ Ama gençlik işte. Böyle bir şeye yol açtı. Ama ne güzel anı baksana. Çok sıkıcı bir kadın olmaz mıydım o zaman? Ne yapayım. Renkli bir tipim. Eğlenmek, yaşamı sonuna kadar yaşamak istiyorum. Bu coşkuyla sanatçı birisi olabiliyorsun. Tek düze, memur gibi bir yaşamım olamazdı. Ben iyi bir oyunculuğun da böyle bir renkli ruh haliyle olabileceğini düşünüyorum. Birçok farklı karaktere bürünüyorsunuz. Yaşam tarzımla seçtiğim meslek çok uygun işte. Böylece izlenilesi bir karakter oluyorsun. Ama bunları da planlayarak yapmıyorsun. Kendiliğinden oluyor.
- Bir senedir çalışmıyorsun. Çocuktan dolayı da tabii. Dışarıdan baktığından televizyon, diziler vs. nasıl gözüküyor?
Aslında iyi bir televizyon izleyicisi değilim. Dizi takip edemiyorum. Bu nedenle DVD alıyorum. Bunun dışında çok özensiz işler yapılıyor bence. Artık yapımcılar da şaşırmış vaziyette. Kime, nasıl hitap edeceklerini bilememenin paniği var. “Türk toplumu neden hoşlanır?” diye bir başlık altında hareket ediliyor artık.
Şu anda bir kaç iş ile görüşüyorum. Ben de yapacağım bir dizi, öyle görünüyor...
- Çünkü reyting paneli öyle.
Tabii, doğru. Ama bence uçmadan biraz cesaret lazım. Güzel bir iş, doğru cast’la yerini buluyor diye düşünüyorum. Bu halk şunu sever diye bir yargı ile hareket edilmemeli. Mesela bak, 11’e yakın iş kaldırılmış televizyondan. Ya iyi şeyler yapılsın. Biz de Türküz, Royal Family değiliz ya. Aynı toplumda yaşıyoruz. Biz de geleneksel ailelerden geldik. Biraz fazla para kazanınca beyaz Türk mü olduk? Biz neden hoşlanıyorsak, üç aşağı beş yukarı halk da ondan hoşlanıyor. Daha sıcak, keyifli işler olsun. Biz neye gülüyorsak herkes de ona gülüyor. Belki rejiyi, ışığı vs. bilmez ama konuyu beğeniyor.
- Sen kendini ‘beyaz Türk’ olarak tanımlamıyor musun?
Bilemiyorum. Düşünmedim. Eğer eğitim seviyesine, gelire bakılıyorsa olabilir. Annem babam üç kuşaktır eğitimli. Böyle bakınca öyle. Ama gelenek görenekten kopmadık. Öyle yetiştirildik. Normal bir aile yani. Bursa gibi küçük bir şehirde dünyaya geldim. O taşra zihniyetinin güzel, sıcak tarafını içimde barındırıyorum. Dolayısıyla bilmiyorum ‘Beyaz Türk’ müyüm?
- Evet öylesin. Ben de sen de…
Beyaz Türk’ün karşıtı ne oluyor peki? Benim ailem memur ailesiydi.
- Ama memur o dönem için iyi bir statüydü. Şimdi böyle değil. Bizim zamanımızda öyleydi. Şöyle diyeyim. Bizim dönemde yetişen ‘beyaz Türk’ler bu dönemin ‘Kemalistleri’ işte…
Evet doğrudur belki… Çok yokluktan gelmedik elbette. Bir İbrahim Tatlıses’e bak. ‘Ben mağaradan geldim’ dedi. Gidip görüyorsun gerçekten doğru. Adam yoktan varetmiş. Halk da baş tacı ediyor öylesini. Halk kendini onun yerine koyuyor. Bir nevi fantezisi oluyor. Ama biz de uzak değiliz buna. Kazandığım para ile özenip Jaguar aldım diye halkın uzağında değilim, olmamalıyım. Çünkü ailem öyle değil.
- Duruyor mu o Jaguar?
Yok canım satıldı çoktan. O dönem özendim, beğendim aldım. Ama öyle bir haber yapıldı ki, Hande Ataizi Jaguar’dan aşağı binmiyor. Bir yandan çok lüks restoranda yemek yemekten de, diğer yandan balık ekmek yemekten de mutlu olan bir insanım. Böyle yetiştim. Ama öbür taraf medyada öne çıkarıldı. Algı böyle oluştu. Küçücük bir bölümü yansıtıldı hayatımın. E şimdi de teklif geldi mi mesela ‘zengin kadın’ rolü geliyor. Halbuki, birçok rol de oynadım. Çok da başarılı oldum. Fantastik rollerden çingeneye kadar… Ama her rolü de oynayamaz oyuncu. Şimdi sen gidip de bana "Sarı Gelin’i" oynatamazsın. Gidip derede çamaşır yıkayacak falan… Bazı şeyler olmaz, oynayamam. Fakat o kadar da kısır değil oynayacağım roller.
- Bir haber okudum. “Benzemez Kimse Sana’nın jürisinde Huysuz Virjin, Hande Ataizi’ni istemedi” diye. Doğru mudur bu?
Konuştum bu haber üzerine Seyfi Bey ile. Seyfi Bey’in derdi kendisi ile. Acaba Hande ile ben kendimi tekrar eder miyim kaygısı duymuş. Aynı espriler mi olur diye. Farklı insanlar gelse daha mı iyi olur diye düşünmüş.
- Doğrudan sordun yani?
Tabii ki, direkt sordum. Önemli bir insan. Doğrudan açıkça sorarım. Onun kafasında böyle bir şey vardı. Sonra ikinci kez bir cast kuruldu. Ben şirket ile anlaşamadım. Bir enerji tutturamadık.
- Şöyle bir şey düşünüyor musun: 'Bir 5 yıl sonra film de çekemeyiz'? Dedin ya, ‘Ben o resimleri bugün çektiremezdim’ diye. Hani son yıllarda bir muhafazakarlaşmadan bahsediliyor, hükümet baskısından vs…
Oraya gelene kadar da bir çok şey var. Nerden baktığına da bağlı. Bir yerden bakarsın bu ülkede yaşanmaz dersin. Karalar bağlarsın. Ben açıkça siyaset ile iç içe değilim. Sıcak da değilim. O kadar saçma geliyor ki… Bu kargaşalar, çekişmeler…. Saçma sapan şeylerle insanların beyninin yıkandığını düşünüyorum. Ama bir gerçek var. Biz birileri tarafından yönetiliyoruz ve hayatımız bundan etkileniyor. Bu nedenle de bir parça bilmek zorundasın. Benim ilgim bu kadar. Ama ne olur onu bilemem. Pozitif bakıyorum şu an olaya. Çok iyi bir politikacı olduğunu düşünüyorum Tayyip Bey’in. Ama her şeyin ölçüsü olmalı. Ne Atatürkçülüğün ne de dini inançların bu kadar öne çıkmaması, abartılmaması lazım. Böyle olunca savaş varmış gibi bir çatışma sürüyor. Bir inatlaşma yaşıyoruz şimdi. Bence hiç kimsenin gerçek görüşünde olmadığı bir dönem yaşıyoruz.
- Öğrenciyken de politize olmadın mı?
Hayır, hiç olmadım. Açıkçası ot gibi bir dönemde okudum ben. Hiç ilgimiz yoktu.