Gazeteci ve medya-iletişim uzmanı Sedef Kabaş, attığı tweet nedeniyle gözaltına alındı. Mahkemeye sevk edildi ve ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Gazetecilerin tutuklanmasının rutinleştiği Türkiye, tweet yüzünden gazeteciyi gözaltına alan bir ülke unvanına sahip artık. Sedef Kabaş ile gözaltına alınma anlarını ve Türkiye’de basın-ifade özgürlüğünü konuştuk.
Açıkçası şaşırdım. İnsan kapısına arama emriyle gelen polisleri görünce şaşırıyor. Anlayamadım. Hatta girişte de sert diyaloglar geçti aramızda. Kapıma dayanıyorlar. Hiçbir uyarı, tebligat yok. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir emir, arama kararı vardı ellerinde. Sonra içeri davet ettim, çay ikram ettim. ‘İstediğiniz gibi arayın’ dedim. Çünkü her şey ortada, gizli saklı bir şeyim yok. Öyle didik didik aramadılar ama genel bir arama yaptılar.
Arama kararı ilginç değil mi? Delil ne ve neyi arıyorlar?
Çok enteresan, hukuki açıdan genel bir arama kararı zaten hukuka aykırıymış. Ben bunu sonradan öğrendim. Ne aranacak? Hiçbir şey yok. Suç delili olan şeyler ne? Delil olabilecek şey ne o da belli değil.
Polisler arama ve gözaltına alma gerekçesini söyledi mi?
Ben görmek isteyince, hem söylediler hem de kararı gösterdiler. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasını kapatan savcı ile ilgili attığım tweet sebebiyle arama yapıldığını öğrendim. Terörle mücadele edenleri hedef gösterdiğim iddiasından hareketle çıkartılmış bir kararı. Attığım tweet’in arkasındayım. O tweet’i de cep telefonumla attım. Çok çok o telefonu alabilirler. Ki ona da hukuken hakları yok. Genel bir arama olduğu için dizüstü bilgisayarımı, oğlumun çizgi film izlediği tableti ve cep telefonumu aldılar. Ve sonra beni götürmek zorunda olduklarını söylediler. Önce Bilişim Suçları Merkezi’ne götürüldüm. İfademi aldılar. Ardından da savcı huzuruna çıkmamı istedi. Savcı görmek istemiş. Savcının karşısına çıktım.
Ailenizin tepkisi ne oldu? ‘Aman kızım bir daha yazma, tweet atma’ gibi nasihatleri oldu mu?
Allah’tan oğlumu okula göndermiştim. Savcı sabah 4-5’te alın deseydi herhalde çok daha kötü olurdu. Annem televizyondan duymuş. Gün boyunca görüşemedik, akşam 11 gibi eve gelince, “Bak yavrum yalvarıyorum sana, ben ölene kadar Jan Dark’lık (Jeanne d’Arc) yapma.” dedi. Benim anneme hep söylediğim bir şey var, yine onu söyledim kendisine: “Amaçları zaten aslında bizim zihnimize ve kalbimize korku yerleştirmek.” Ama korkmayacağız. Korkulacak hiçbir şey yapmadık.
Bilgisayar, tablet ve telefonun imajı alınması gerekirken, bu cihazlara nasıl el koydular? Bununla ilgili hukuki bir başvurunuz olacak mı?
Telefon, bilgisayar, tablet hâlâ poliste. Sadece SIM kartımı alabildim. Avukatıma vekâlet verdim, itiraz edecek. Ortada zaten suç içerecek bir şey yok. Kaldı ki, o tweet’i attığımı söylüyorum. Bilgisayarımla, oğlumun tabletiyle konunun bir alâkası yok.
O tweet’i ya da başka tweet’leri yazarken başınıza bir şey geleceği endişeniz var mıydı?
Ben öyle bir endişe hiç taşımadım bugüne kadar. Evrensel değerlere dikkat ederim. Hakaret içermeyen, insanların kişiliğine yönelik olmayan eleştiriler yapmaya çalışırım. Eleştirilerim özünde ya bir eyleme ya da bir makama yöneliktir. Ve hepsinde ince bir eleştiri, hiciv vardır. Oysa AK Troller denilen bir güruh var ve insanları hedef gösteriyorlar. Sürekli küfür eden, eleştiri yerine tehdit dolu tweet atanlar var. Bence soruşturulması gereken bu tweet’leri atan AK Troller. Bizim gibi insanların attığı tweet’ler değil. Kaldı ki ben bir iletişim danışmanı ve eğitmeniyim. Eleştiri konusuna büyük hassasiyet gösteririm. Zaten burada savcının şahsına yönelik bir şey yok. Savcıyı tanımam etmem. Hukukta şahıslar değil, kararlar önemlidir. Suçlara bakarak kararları yorumlarsak, o zaman zaten bu bakış açısıyla hukukun dışına çıkmış oluruz. Attığım tweet’te diyorum ki. “Bu adamı asla unutmayın.” diyorum. Zaten sayın savcı imza attığı bu karardan memnunsa, bu kararla gurur duyuyorsa isminin de unutulmaması gerekiyor. Unutulmaz da.
Sizin attığınız tweet’leri atan binlerce insan var. Neden gözaltına alındığınıza dair fikriniz var mı? Sıra başkalarına da gelecek mi?
Hakaret edenlerden ziyade ince eleştiri yapanlardan korkuyorlar. Hakaret yapma ihtiyacı duymayan insanlar, gerçek anlamda eleştiri yapar. Gerçek eleştiri yapıp, konuların özüne yönelik meseleleri gündeme getirebiliyorsan hakaret etme, hedef gösterme ihtiyacı duymazsın. Gerçekten suçlular, sorumlular, vicdan azabı çekenler bu tür eleştirilerden tedirginlik duyarlar. Bunlar korkacak. Biz korkmayacağız. Ve sıranın başkalarına da geleceği aşikâr.
Bunu bir gözdağı olarak yorumlayanlar oldu. Daha temkinli olma ihtiyacı duyuyor musunuz?
Tedirginlik duyacak ya da temkinli olacak hiçbir şey yok. Söylediklerimin arkasındayım ve söylemeye de devam edeceğim.
17-25 Aralık’ı unutturulmak için operasyonlar, gözaltılar, baskınlar yapılırken, sanki daha çok hafızalara kazınıyor. Sizce de öyle mi?
Artık gerçekten bu savcının ismini hiç kimse unutmayacak.
Uzun süre gazetecilik yaptınız, hâlâ medyada iletişim danışmanlığı yapıyorsunuz. Medyanın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu baskı hali uzun vadede devam edecek mi dersiniz?
Biz basın özgürlüğünü maalesef uzun yıllar ve hâlâ hep gazetecinin kişisel özgürlüğü olarak algıladık. Temeldeki problem bu. Hâlbuki basın özgürlüğü gazetecinin kişisel özgürlüğü değildir. Mesele Sedef Kabaş’ın kişisel özgürlüğü değil. Basın özgürlüğü aslında kamunun özgürlüğüdür. Gazeteci kamu adına konuşur, kamu adına soru sorar. Benim doktora tezim soru sorma üzerine. Basında sorunun sorulmadığı, gerçek anlamda röportaj yapılmadığı, gazeteciliğin değil PR’cılığın yapıldığı bir medyadan haber çıkmaz. Ve böyle bir medyaya sahip bir ülkeden de demokrasi, demokratik duruş beklenmez. En ufak bir soruya, eleştiriye tahammül edilmiyor. Bundan sonra kalkıp ileri demokrasiden bahsediyoruz.
Ben Amerika’da gazetecilik yapmış, ender gazetecilerden biriyim. CNN’de çalıştım. Basın ve ifade özgürlüğünün ne demek olduğunu Amerika’da çalışan biri olarak çok iyi biliyorum. O yüzden “Bizdeki özgürlük Amerika’da bile yok” diyenlerin oturup düşünmesi lazım. O basın özgürlüğü, yerine göre bugün bu özgürlüğü kısıtlayanlara da lazım olacak. Sadece basın, ifade özgürlüğü değil, hukuk onlara da lazım olacak.
14 Aralık medya operasyonunda ‘amasız, fakatsız’ bir duruş sergilediniz. Böyle zamanlarda ‘ama’ ile başlayan cümleler kurmadan destek olmuyor çoğu yazar, gazeteci. Mesele sadece Zaman ya da STV meselesi mi?
Kesinlikle mesele Zaman ya da STV değil. Dün Ekrem Dumanlı’ya, Hidayet Karaca’ya, bugün bana, yarın da onlara. Bütün medyanın, medya mensuplarının şu televizyon, o kanal, bu gazete demeden ortak bir duruş sergilemesi lazım. Biz yıllarca bu duruşu sergileyemedik. Medya olarak birbirimizi yedik, rakip gördük. Hayır, medya bir bütündür. Medya bir bütünlük sergileyerek özgürlüğünü ne holding sahibi medya patronuna ne de siyasetçiye satacak. Gazeteci ve medya sadece ama sadece kamuya karşı sorumludur. Bu sorumluluğu taşıyabilmesi için özgürlüğü koruması, özgürlüğünü koruması için bir bütün olarak hareket etmesi lazım. Dolayısıyla hangi gazete olduğu önemli değil. Bir gazeteciyi sevmeyebilir, görüşlerini beğenmeyebilirsiniz. Ama özgürlüğüne el konuluyorsa, bu sadece onun değil sizin de özgürlüğünüze el konulduğu anlamına gelir.
2015 Türkiye için nasıl bir yıl olacak?
2015’te Türkiye’nin insanların, ne siyasetçi, ne gazeteci, ne hâkim, ne savcı, sokaktaki sıradan vatandaşın hakkını arayabildiği bir Türkiye olmasını diliyorum. Biz gazeteciler bu tür konulara maruz kalınca haber oluyoruz. Ya sıradan vatandaşlar. Onları görüp, seslerini duyurabiliyor muyuz acaba? Vatandaş ne olursa olsun haksızlığa uğradığı zaman “Arkamda adalet, adil bir hukuk sistemi var.” diye kendini güçlü ve güvende hissediyorsa o ülke gerçekten güçlü bir ülkedir. Ama vatandaş kendini ezik hissediyorsa, o ülkenin itibarı sıfırlanmıştır.
Sıfırlanmıştır deyince, farklı çağrışımlar uyandırıyor…
Her şey sıfırlanmış olabilir ama ben hâlâ adaletimizin sıfırlanmadığını düşünüyorum. Basın özgürlüğü yönünde karar verebilen hâkimlerin olması bu inancımızı kaybetmememize, adaletin de sıfırlanmamasına yardımcı olur. Adaleti sağlayan insanların arkasında olacağız. Hukukçulardan, hukuk profesörlerinden, hâkim ve avukatlardan inanılmaz bir destek aldım. O adalet sisteminin içinde adaleti tesis etmek isteyen, vicdanının adaletin sesini dinleyen değerli isimler var. Adaleti, makam, mevki, maddi kaynaklar uğruna satmayan hâkim, savcı ve polisler olduğuna inanıyorum. Öyle polisler var ki hiçbir parayla satın alınamaz. Öyle hâkim, savcı ve avukatlarımız var ki, hiçbir makam ve mansıba aldanmayacak, satın alınmayacak. Hâlâ dürüst insanlar var bu ülkede. (ZAMAN)