yaratacak açıklama.
Stockholm'deki bürosunda dün Cihan Haber Ajansına özel mülakat veren Burkay, son şehit haberlerini değerlendirirken çarpıcı açıklamalarda bulundu. Terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan ile yaptığı bazı konuşmaları da aktaran Burkay, yaşanan acı olayların arkasındaki “derin yapıya” işaret etti. Geçmiş yıllardaki tecrübelerine dayanarak, son olayların arkasındakilere ve oynanan tezgâha işaret eden Burkay, artık halkın bu oyunlara gelmeyeceğini ve birlik içinde bunların aşılabileceğini kaydediyor. Öcalan'ın hapishane şartları bahane edilerek yapılan sokak olaylarının perde arkası da dahil, DTP'nin içinde bulunduğu durum ve parti kapatma ihtimalini değerlendiren Burkay, önemli tespitlerde bulunuyor. Burkay'ın sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:
BUNDAN ÖNCEKİ BİRÇOK OLAY DA PKK'YA ÜSTLENDİRİLMİŞTİ
-Türkiye şehit haberleriyle sarsılıyor. Bir yerlerde molotofkokteylli saldırılar oluyor, askerlere pusu kuruluyor. En son Tokat Reşadiye'de şehit edilen askerler... Cumhurbaşkanı Gül, son gelişmeleri değerlendirirken "Ne zaman çözüm konuşulsa bir yerlerde patlamalar oluyor" diyor. Bu son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Ben Sayın Cumhurbaşkanı'nın dediklerine katılıyorum. Reşadiye olayı da bana göre bir provokasyon. Başbakan da aynısını söylemiş ve "Tertip ve provokasyon" demişti. Benim bunda hiçbir kuşkum yok. Olay, 1993'deki 33 askerin öldürülmesi olayına aynen benziyor. Biliyorsunuz, o dönemde de bir yumuşama süreci vardı ve Özal eliyle başlatılmıştı. Silahların susturulması amaçlanıyordu, Kürt sorununa bir çözüm bulunması amaçlanıyordu. Hem iç hem de dış kamuoyunda umutlar belirmişti. Gerçekten de çok iyi bir ortam oluşmuştu. O süreç 33 askerin ölümüyle birlikte bıçak gibi kesildi. O zaman da bu olayın bir provokasyon olduğunu düşünmüştüm ve nitekim bizim o dönemde Öcalan ile bir protokolümüz vardı, telefon irtibatımız da vardı. Önemli durumlarda birbirimize telefon açabiliyorduk. Bu olaydan sonra ben kendisine telefonla bu 33 askerin öldürülmesi olayını sormuştum ve bu olumlu havanın, 33 askerin öldürülmesiyle birlikte bozulduğunu söylemiştim. Bunu niye yaptıklarını sorduğumda bana aynen şunları söyledi: "Benim de haberim yok ama sahip çıkmak zorunda kaldım."
-Bunları bizzat Öcalan mı söylemişti size telefonda?
-Evet, tabii.
-Askerleri aslında kimlerin öldürdüğünü söyledi mi peki?
-Onu söylemedi, ben de sormadım kendisine. Sadece bu sürece zarar verdiğini söyledim ona. O da sahiplenmek zorunda kaldıklarını ifade etmişti. Ben Öcalan'ı şahıs olarak iyi tanıyorum. Bence o konuda doğru söylüyordu. Yani saldırılardan onun bile haberi yoktu. Ama neticede o zamanki yumuşama dönemi bıçak gibi kesilmişti. Ben o dönemde Avrupa Parlamentosu'nda bir konuşmak yapmak için davet edilmiştim, bu olaylardan 2 gün sonra bir konuşma yapmıştım. Bu 33 askerin katli olayı büyük tepki oluşturmuştu. Hem iç hem de dış kamuoyunda dönemin hükümetince demokratik bir çözüm bulunması yönünde olumlu bir beklenti vardı. Özal da çözüm yanlısı bir insandı ama o provokasyon ile çözüm kesintiye uğradı. Savaş yeniden hızlandı ve çok kanlar döküldü yine.
REŞADİYE OLAYINI BEKLİYORDUM
-Bugün de benzer haberler kamuoyunu sarsıyor.
-Evet, şimdi benzer bir durum var. AK Partinin başlattığı açılım süreci, umutlar yarattı; hem yurt içinde, hem de yurtdışında. Ama ne yazık ki statükocu güçler, savaş lobisi, barış karşıtları ilk günden itibaren sürece çok büyük tepki gösterdiler, bu malum. En başta da MHP-CHP ve de Baykal-Bahçeli. Bunlar sürekli olarak kamuoyunu kışkırttılar, kamuoyunun korkularına seslendiler. Oysa hükümet iyi niyetlerle bir açılım başlatmıştı ve gerçekten de çözüm yönünde adımlar atmak istiyor. Karşı olanların ise hiçbir projesi yok, sadece engellemeye çalışıyorlar. Bu ortamda Reşadiye olayının gelmesi sürpriz olmadı. Böyle bir şeyin olmasını bekliyordum şahsen ve bundan kaygı duyuyordum. Bir çok kimsenin de aynı kaygıları duyduğunu zannediyorum. Her yumuşama döneminde, her demokratik bir adım atılması aşamasında böylesi olaylar oluyor.
-Bundan önceki röportajınızda da 'Muhtemel provokasyonlara karşı hazırlıklı olunması' uyarısında bulunmuştunuz.
- Evet. Çünkü her böyle bir gelişme ardından ya bir bomba patlıyor, ya insanlar katlediliyor, suikastlar oluyor, ya karakol baskınları oluyor. Ve hep süreçler sabote ediliyor, kamuoyu da -yeniden savaş yönünde- kışkırtılıyor.
33 ASKER, KORUMASIZ ÖLÜME GÖNDERİLDİ
-1993'te 33 erin şehit edilmesi meselesini Öcalan'ın "Üstlenmek zorunda kaldığını" söylediğini aktardınız. Peki, bugünkü olaylarla birlikte geçmiş olayları da göz önünde bulundurursak, bu işin asıl failleri kimler sizce?
- Benim düşüncem şu; o dönemde ateşkesle birlikte çözüm yönünde çabalar başladı ve savaş yanlısı çevreler sıkıştılar. Hem içerde, hem de dışarıda savaşa şartlanmış olanlar, bundan menfaat umanlar… Hem militarist kesimden, hem de bu durumlardan faydalanmak isteyen dış mihraklar. İşte bunlar, el birliğiyle bunu sabote etmeye çalıştılar ve ettiler de.
-Bu nasıl yapıldı peki?
- Bir kere, bu 33 asker korumasız olarak gönderildi Bingöl'e ve Bingöl yakınlarında yolları kesildi. Ordu aynı dönemlerde operasyon yapmaya devam ediyordu. Yani yumuşama süreciyle hiç de uyuşmayan bir şekilde. Bingöl çevresinde köyler yakılıyordu, siviller öldürülüyordu… Şimdi böylesine bir ortamda o kadar asker, 33 asker korumasız bir şekilde otobüsle gönderiliyor? Üstelik, uçakla gönderilmeleri istendiği halde, bu yönde bir karar olduğu halde. Ben bunların kurban olarak PKK'ya teslim edildiğini ve PKK'nın içinde irtibatta oldukları kimselerle bu cinayetin, bu akıl almaz cinayetin işlendiği kanısındayım. Sonradan ortaya çıkan kanıtlar da bu kanımı destekledi. Bizzat o saldırıdan yaralı olarak kurtulan askerlerin verdiği bazı bilgiler var. Yani bu olayın üzerinde çok ciddi kuşkular var. Bu işin önceden planlandığı, bu insanların süreci sabote etmek için kurban seçildikleri ve planın çok acımasızca, vicdansızca olduğu anlaşılıyor.
DAĞLICA VE AKTÜTÜN'DE DE AYNI OYUN OYNANDI
-Dağlıca ve Aktütün baskınlarıyla ilgili de benzer tartışmalar gündemde.
- Evet, Aktütün'de de, Dağlıca'da da benim kanım oydu; nitekim Taraf gazetesi de konuyu kamuoyunun gündemine getirdi ve daha sonra da bunun kanıtları ortaya döküldü. Yani bu askerler korunmadılar, baskın olacağı belli olduğu halde komutanları yoktu. Subayların hiçbirisi ortada yoktu; kimisi düğüne, kimisi bir başka yere gitmişti. Yardımlar çok sonra geldi. Bu ve buna benzer bilgiler… Böylesine acımasızca oyunlar oynanıyor, yumuşamayı sabote etmek için, bu savaşın durmaması için. Ne yazık ki bunlar kamuoyunun gözleri önünde yapılıyor ve birtakım çevreler bütün bunlara rağmen kamuoyunu kışkırtmak için uğraşıyorlar. Çünkü bana göre bu, onların son çareleri. Yani Ergenekon, kuyruğu kıstırmış durumda. Çünkü önemli adamları şu an yargılanıyor, daha henüz yakalanmayan epey de insan var, bu Ergenekon yapılanmasının içerisinde. Şimdi bu adamlar kuyruklarını, paçalarını kurtarmak için eski yöntemleri deniyorlar, yani yeni suikastlar, yeni kışkırtmalar... Böylece bu süreci sabote etme. Kanımca, bu yalnızca Kürt halkına karşı değil, Türk halkına karşı da bir düşmanlık. Zira böylece ülke barış yüzü görmüyor, kan dökülmeye devam ediyor, sağlığa, eğitime, iş imkânlarına ayrılabilecek dev kaynaklar bu savaşa gidiyor. Şimdi bunda ne Kürt halkının, ne de Türk halkının bir yararı var. Türkiye demokratikleşemiyor, istikrara kavuşamıyor bir türlü. Yani belli ki bazı derin odaklar savaşa koşullanmış. Bu yaptıkları da suçluların telaşıdır.
BUNDAN SONRA OLACAKLARIN VEBALİ BAYKAL ve BAHÇELİ'NİN…
- Muhalefetin de bu dönemeçte çok kritik açıklamaları var. Bahçeli daha önceden Türk halkından dağa bile çıkılabileceğinden bahsetmişti, şimdilerde ise Türk halkının da ayağa kalkabileceğinden bahsetti. Baykal da bütün olayların açılım çalışmalarından kaynaklandığı mealinde açıklamaları oldu. Muhalefetin bu tür yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Gerek Bahçeli'nin, gerekse Baykal'ın tutumlarını çok sorumsuzca buluyorum. Onların tavırları da ne Türk halkına, ne de Kürt halkına bir hizmet etmiyor. Bu demokratik açılım sürecini sabote etmeye çalıştılar, bu çok açık. Ta başından beri kitlelerin korkularına seslendiler, kitleleri kışkırttılar. Bu Reşadiye olayıyla buna daha da bir hız vermiş durumdalar, ellerine bir fırsat geçmiş gibi. "Açılım artık sona erdi" filan diyorlar, neredeyse bayram yapıyorlar. Bu, sorumlu olan politikacıların yapacağı iş değil. Ülkesinde barış isteyen, istikrar isteyen politikacıların yapacağı işler değil bunlarınki. Bahçeli ve Baykal geçmişte yaşıyor, bu çağda yaşamıyorlar. Statükoyu korumak için böylesine sorumsuzca davranıyorlar. Şimdi yeni şehitler üzerine tekrar bir hareket başlattılar, bence timsah gözyaşları döküyorlar. Çünkü bu insanların ölmesi, onların izlediği politikaların bir sonucudur.
-Gazete manşetlerine de yansıdı geçenlerde, şehit olan askerlerin yakınları, “Ölen de öldüren de bizim çocuklarımız, bu kan durdurulsun artık” dedi. Gerçekten canı yananlar bu işin makul çözümünden yana.
- Doğru; şehit aileleri, bu savaşın ne kadar anlamsız olduğunun farkındalar. Ve onların sesleri yavaş yavaş yükseliyor. Buna rağmen, politikacıların yüreği taşlaşmış! Bu insanların ölmesinde onların çok büyük sorumluluğu var. Çünkü çatışmanın ve akan kanın durmasını engelliyorlar. Hükümetin başlattığı bu süreci desteklemeleri gerekiyordu, destekleselerdi bu çatışmalar çoktan durmuştu, bu insanlar da belki de ölmeyecekti. Bundan sonra da insanlar ölecekse, iki taraftan da kanlar akacaksa bu; savaş yanlısı olan, çözüm ve açılım karşıtı olan çevrelerin sorumluluğunda olacaktır. Bu insanlar, bunu vatan millet edebiyatı eşliğinde yürütüyorlar; Baykal veya Bahçeli.
- Bundan sonra olacakların vebalinin onların üstünde kalacağını mı söylüyorsunuz?
- Evet, aynen öyle söylüyorum.
DTP, DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE ÜZERİNE DÜŞEN ROLÜ ARTIK OYNAMALI
- Bir de dağdan inme süreci vardı. Bu konuya gelmek istiyoruz. İlk dağdan inen grubun karşılanmasında kamuoyunun tepkisine yol açan bazı 'zafer' kutlamaları oldu, görüntüler halkın bir kesiminde tepkiye yol açtı ve iniş süreci akim kaldı. Siz de o dönemde bu davranışları tasvip etmediğinizi söylemiş ve sorumsuzca davranışlar olarak nitelemiştiniz. Şimdi, bu aşamadan sonra demokratikleşme süreci içerisinde bu dağdan inişler nasıl olmalı, bundan sonra neler olur acaba?
- Tabii ki, herkesin bu açılım sürecine destek sunması lazım. Eğer yetersiz buluyorsak, kendi önerilerimizi sunarız, yani hükümeti daha ileri adım atmaya teşvik ederiz. Şahsen benim tutumum da budur. Ama kanımca DTP gereken rolü oynayamadı. Yani Kürt tarafında birçoklarının Kürtleri temsil ettiğini düşündüğü ve kendilerinin daha olumlu bir katkı ve rol beklediği DTP, ne yazık ki üzerine düşen bu rolü iyi oynayamadı. DTP, önemli bir kitleselliğe sahip. Aslında istese; dağdakilerin bir an önce inmesi, bu çatışmanın tümden durması, sorunun çözümü noktasında önemli adımların atılması ve demokrasinin gelişmesi adına önemli bir rol oynayabilirdi yani. Çok katkısı olabilirdi ama yapmadı ve ne yaptığını da bizler bilemedik. Mesela bu açılım sürecinin başında Öcalan'ı adres göstermesi olacak şey değildi. Legal bir parti olarak aslında "Kürtleri ben temsil edebilirim" demesi lazımdı. Yani muhatap olmaya talip olması gerekiyordu. Ne yazık ki, kendisine güvensiz bir hâl içerisinde.
DTP, "BUNLAR YANLIŞ EYLEMLER" DEMELİYDİ, AMA YAPMADI
- Neden bu noktaya geldi acaba? Eşbaşkan Emine Ayna da tabanın kendilerini dağa yönlendirdiğini söyledi. DTP'nin açmazı nedir, neden üzerine düşen siyasi rolü oynayamıyor sizce?
- Evet, mesela Emine Ayna çok olumsuz şeyler söyledi; tabanın kendilerini dağa gitmeye önerdiğini söylemesi gibi… Tabanın arkasından sürüklenmek değil, ona yön göstermeleri gerekir. Politikacının görevi budur. Farz edelim ki birtakım sokak eylemleri oluyor ve bunlar yanlış, nitekim çığırından çıkmaya da müsait şeyler, nitekim çıktı da. Taşlı sopalı, hatta Molotof kokteylli gösterilere dönüştü; Öcalan'ın sağlık durumları, hücre koşulları gerekçe gösterilerek. İmralı'daki şartlar ileri sürülerek yapılan eylemler çığırından çıktı; böyle bir durumda DTP gibi bir parti, Kürtlerin yanlışa sürüklenmesini engellemeli, onların arkasından sürüklenmemeli. Yani, açıkça: "Bunlar yanlış eylemlerdir" demesi gerekirdi. Ne yazık ki bunu yapamadılar, adeta korkuyorlar, baskı altındalar. Bu arkadaşlar, ne yazık ki en başından beri bağımsız, özgür bir politika izleyemediler, legal bir parti olarak kendi rollerini oynayamadılar. Kürt halkının taleplerini dile getiremediler. Şimdi sorun, Öcalan'ın durumuna kilitlenmiş görünüyor, onlar açısından.
DTP KÜRTÇE EĞİTİM İÇİN BİLE YÜRÜMEDİ AMA…
-Şu an onların bütün ülke meselelerine, Kürt meselesine bakışı biraz İmralı'daki şartlara, kaldığı odanın santimetrekaresine kilitli…
- Tabii. Sanki bütün ülkenin, halkın kaderi ona bağlandı. Şimdi, Öcalan'ın orada durumu nedir, ne değildir ben bilemem. Ama o konuda hükümet iyi niyetli davrandı ve, "Gözlem ekipleri gelip bakabilir onun durumuna" dedi. Kaldı ki Öcalan'ın durumunda bir değişiklik yok, hatta onun soyutlanmaması için oraya PKK'lı hükümlülerden oluşan bir grup gönderildi. Ha, olumsuz bir durum varsa; bu barışçı bir şekilde dile getirmeli. Hatta barışçıl gösterilerle tepki göstermek mümkün, ama yapılan bu değil. Burada Öcalan sadece kendi durumuyla meşgul, Öcalan eğer bir liderse, yaptığı hiç uygun bir şey değil, bir lidere yakışan bir durum değil. Kendi durumunu her şeyin önüne koymak, böylesine bir açılım sürecinde… Açılım sürecini de boş verin, sağlık koşullarını gündemin başına koymak ve adeta tabanı kışkırtmak; bu, olacak şey değil.
DTP, böylesine olağanüstü bir dönemde ona destek vereceğine, haklı taleplerle Kürt halkının taleplerine dile getirmeliydi. Ki, böyle yapmıyor. Mesela biz DTP'nin Kürtçe eğitim için bir yürüyüş düzenlediğini görmedik, kitleleri bir araya getirdiğini görmedik, bunu yapabilirdi oysa! Kürtler için istenenler, son derece küçük şeyler. DTP, Kürtler için ciddi taleplerle ortaya çıkmıyor. Kürtçe eğitim için yürümeyen DTP, Öcalan için pek çok eylem yaptı, Öcalan'ın durumu gerekçe gösterilerek içinde şiddet de içeren birçok eylemler yapıldı. Bunlar olacak şeyler değil. Kürt halkının durumu, kaderi bir Öcalan'ın durumuna endekslenemez.
REŞADİYE'Yİ TEZGAHLAYANLAR, ÖCALAN'I DA BAHANE EDEREK SÜRECİ KİLİTLEMEYE ÇALIŞIYOR
- Peki sizin tavsiyeleriniz nelerdir, yani bir empati kuracak olunursa; ne yapmalıydılar, bundan sonra ne yapmalılar sizce?
- Bence sorun, Öcalan'ın şahsi durumu değil; Öcalan'ın durumu sadece bir bahane olarak kullanılıyor. Yani bu açılım sürecini sabote etmek isteyen kesimler, nasıl ki Reşadiye olaylarını tezgahladılarsa, Öcalan'ın durumunu da, taraftarlarını kışkırtmak için kullandılar. Geçmişte de oldu bu, şimdi de oldu. Yani, Öcalan gerçekte zor durumda olduğundan değil. Bence evet, Öcalan'ın sağlık durumlarıyla ilgilenilmeli, yani her tutuklunun, her hükümlünün hakkı olacak şekilde. Hatta Öcalan için biraz daha fazla da ilgilenilebilinir, taşıdığı siyasi hüviyet itibariyle. Ama şu anki sorun, onun şahsi durumundan kaynaklanmıyor, bu bir kışkırtmaya dönüştü. Taraftar kitlesi adeta onu puta dönüştürmüş ve bu kesimlerde kışkırtma sebebi yapıldı, onun sağlık meseleleri. Yapılan sokak eylemleri çığırından çıktı ve can almaya başladı; bu da açılım sürecini sabote ediyor. Bu; açılımı engellemek isteyenlerin, Ergenekoncuların, savaş lobisinin ekmeğine yağ sürüyor, sadece onlara hizmet ediyor. Kürt halkının mücadelesine hiçbir faydası yok!
DTP KAPATILIRSA, ERGENEKONCULAR BAYRAM EDER
- Bu son düzlemde DTP, kapatma noktasına geldi, terörle ilintili olma gerekçeleriyle. Bu noktada ne olur sizce; parti kapatılır mı, kapatılırsa neler olur?
DTP'nin kapatılmasına karşıyım, genel olarak da parti kapatılmasına karşı olduğum gibi. Ama tabii ki bir parti açıkça şiddeti savunur, şiddet yöntemlerine sarılırsa o farklı bir durum, ki hiçbir partinin buna hakkı yok. Demokrasiden, legaliteden faydalanan her parti de kurallara uygun davranmalı. DTP şu an bu durumda şiddete yönelmiş bir parti diyemem, bazı yönlerini eleştirsem bile. Onun için, DTP'nin kapatılmasını yanlış bulurum. Parti kapatma, geçmişten günümüze hiçbir sorunu çözmedi, yanlış ve antidemokratik bir tutum olduğu için. Ama DTP'nin kapatılması, kaos isteyen, gerginliği büyütmek isteyen güçlerin işine yarar. İnanıyorum ki DTP kapatılsa, en çok Ergenekon yanlıları, demokratik açılım karşıtları, demokrasi karşıtları bayram yaparlar. Bunu da kullanmaya çalışırlar, nasıl ki Öcalan'ın sağlık sorunlarını kullandılar, kitleyi kışkırttılar. Diğer yandan, DTP de toparlanmalı.
DTP SİYASİ PARTİ OLAMAYACAKSA, SAHNEDEN ÇEKİLMESİ DAHA İYİ
- O zaman DTP öncelikle kapatılmak isteyip istemediğini netleştirmeli. Nitekim gazetelere, bir DTP yöneticisinin "Parti kapatılacaksa kapatılsın da kurtulalım" dediği yansıdı. Bu parti yapısı da daha önceden birkaç kez kapatma olayını yaşamıştı. Sizce DTP'nin bu noktada da bir kafa karışıklığı mı var acaba?
Şimdi, DTP ve ondan öncekiler (HADEP vb.) benzer çıkmazlara düştüler; cesaretli davranamadılar, legal partiler olarak kendilerine düşen rolleri oynayamadılar. DTP de ne yazık ki o durumda şu an. Onun için diyorum, DTP kapatılmamalı ama DTP de politikalarını düzeltmeli. Yani kendisine güvenmeli, adres olarak Öcalan'ı veya PKK'yı göstermemeli. Gerçekten kendine güveni olan bir parti olmalı ve Kürt halklarının haklarına sahip çıkan bir parti olmalı. O ya da bu etkiye göre davranan, ürkek, ne yaptığı belli olmayan bu konumdan kurtulmalı. Ha bunu yapabilirse bir yararı olabilir, yoksa evlerine çekilip oturmaları daha iyidir. Sahneden çekilip gitmeleri daha iyidir, eğer bu rolü oynayamayacaklarsa, yani legal, bağımsız bir parti olarak bunu omuzlamayacaklarsa evlerine çekilip oturmaları daha iyidir. "Parti kapatılsa da kurtulsak" diyenlere düşen; parlamentoda grupları var, 100'e yakın belediye başkanlıkları var ellerinde, önemli bir kitle desteği var. Böyle bir partiyi yönetenler cesur olmalılar, gerçekten cesaretle sorunların çözümüne talip olmalıdırlar ve katkıda bulunmalıdırlar. Yok, ürkeceklerse, Öcalan'dan gelecek işaretlere göre davranacaklarsa, bunlar iktidarsız demektir. O zaman bunların varlıkları semboliktir, göstermeliktir.
-Son olarak, yine gündemdeki şehit haberlerine gelmek istiyorduk, bu askerlerin katledilmesinde kimler rol oynuyor?
-Ben bu çatışmayı, hem Türkiye'nin bütün bakımdan, hem Kürt halkı açısından tezgâhlanmış bir olay olarak görüyorum. Kürtler dağa çıkmayabilirdi, Kürtler demokratik taleplerini barışçı yöntemlerle dile getirebilirdi, Kürtlerin hakları barışçı yöntemlerle tanınabilirdi. Yani bu sorun böyle büyümeden, savaşa varmadan, bunca kan dökülmeden, ülke alt üst olmadan, yanıp yıkılmadan çözülebilirdi. Bu sorunu başımıza saranlar, savaş güçleridir. 80 yıldır hep şiddet politikalarını çözüm görenler.
(kaynak: mynet.com/Cihan)