Ataol Behramoğlu'nun 3 bölümden oluşan "Ali Suavi" oyun kitabı çıktı.
Behramoğlu; Ali Suavi kitabıyla ilgili şu açıklamayı yapmış:
Yaşarken ve trajik ölümü sonrasında bir övgü ve daha çok bir yergi sağanağı altında kalmış Ali Suavi’nin gerçek kişiliği, bugün bu ölümün üzerinden 150 yıla yakın bir süre geçmişken de hâlâ bilinmezliklerle örtülüdür.
Türkçü, Türkçeci, Osmanlıcı, dindar, laik, hem parlamento hem mutlakiyet yandaşı… Bunlara daha başka ve kimi kez karşıt sıfatlar da eklenebilir… Fakat ben her şeyden, hepsinden önce, bu kişilikte büyük bir vatansever gördüm.
Vatanının bağımsızlığı ve bu vatanda hukukun, adaletin üstünlüğü için gözünü budaktan, canını ateşten sakınmayan büyük, gerçek bir vatansever…
Oyunum Ali Suavi kişiliğini örten bilinmezlik perdesini bir ucundan kaldırarak gerçek bir vatanseverin, bir şehidin masum ve kahraman yüzüne gönülden bir sevgi ve minnet ışığı düşürmeyi başarırsa, bir ödevi yerine getirmiş olmanın iç huzurunu ve mutluluğunu duyacağım.
Ataol Behramoğlu'nun Çankırı bağlantısının geçmişi de var...
9 Şubat 2008 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde Cumartesi Yazıları köşesinde Çankırı'dan şöyle bahseder:
"Ergenliğimin önemli bir bölümü Çankırı'da geçti. Orada bir dindarlık havası vardı. Ama bu, tıpkı Yahya Kemal' in bazı şiirlerinde tarif ettiği gibi, töresel, kültürel bir dindarlıktı. Din konuşulmaz, günlük yaşamın içinde olağan bir olgu olarak yaşanırdı. Başörtüsü herhangi bir şeyin simgesi değil, daha çok yine yaşlı kadınların ya da nispeten daha yoksul kesimlerden kadınların taşıdığı bir örtüydü.
Zenginlik, gösteriş ayıptı. Esnaf, işçi ya da memur komşularımız akşamları evlerine dönerken, ellerinde taşıdıkları şeylerin ne olduğunu anlayamazdınız. Bunun nedeni, o şeyler her ne ise, açıkta taşınırlarsa, alamayacak durumdaki insanlara karşı ayıp ve günah olacağı içindi.
En saygı duyduğumuz kişi, aynı mahallede oturduğumuz, eşi ve kızı annemin arkadaşları olan kent müftüsüydü. Bembeyaz sakalı, koyu renkli, tertemiz, modern giysileriyle o, sokaktan geçerek evine doğru giderken, çevresine ürküntü değil, iyilik, hoşgörü saçan iyi yürekli bir masal kahramanı, içimizden biriydi.
İlkokul, ortaokul, lise arkadaşlarımın birçoğu, esnaf ya da köylü çocuklarıydı. İlkokulda yoksul bir kız arkadaşımızın okula bir gün, bildiğimiz hamam takunyalarıyla geldiğini unutamam. Ama türban denen bir şey bu öğretim basamaklarının hiçbirinde aklımızın ucundan geçmezdi. Kız-erkek eşittik, arkadaştık. Hangi toplumsal tabakadan gelirsek gelelim, hepimizi birleştiren ortak bir ışık, bir aydınlık vardı. Bu ışık, yine kadın ya da erkek, bütün öğretmenlerimizin, bütün o sevgili insanların açık alınlarında, açık başlarında onurla ışıldayan şeydi."
Şair Ataol Behramoğlu ilk şiirlerini Ataol Gürus ismiyle dönemin Çankırı gazete ve dergileri olan Yeni Çankırı, Yeşil Ilgaz ve Çağrı'da yayınlanmıştı.
“Ergenliğimin önemli bir bölümü Çankırı'da geçti...” diyen şairin hayatında Çankırı’da iken yaşadıkları sel felaketinin büyük izi var. Çünkü Çankırı’da Uzunyol'da oturdukları iki katlı evin birinci katı tamamen sel altında kalmış, annesi pencereyi açarak "İmdat! Kurtarın bizi!" diye feryat etmiş... Yanlarındaki tek katlı evde oturan bir kişi o sel felaketinde boğularak can vermiş.
Ataol Behramoğlu gibi şair İsmet Özel’in de lise yıllarında Çankırı’da okuyan bir Taş Mektepli olduğunu da belirtelim. Ataol Behramoğlu, 1970'te İsmet Özel'le birlikte "Halkın Dostları" dergisini çıkarmıştır.
Çankırı’da bulunduğu yıllarda Ataol Behramoğlu’nun babası Haydar Gürus Çankırı Teknik Ziraat Müdürü olarak görev yapıyordu.
Bugün Behramoğlu soyadını kullanan ailenin o günkü soyadı Ataol Behramoğlu’nun Çankırı yıllarında şiirlerinin altına yazdığı gibi Gürus’tu.
Çankırı’nın ataklığıyla bilinen avukatlarından Yakup İpek’le, Haydar Gürus arasında bir husumet baş gösterdi. Kapışma giderek büyüdü...
Yakup İpek Gürus soyadındaki “rus” hecesine dayanarak Haydar Gürus’u Rus olmakla ve komünistlikle suçlayınca, iş soyadını değiştirmeye kadar gitti ve Gürus ailesi “köklerinin geldiği Azerbaycan’daki Behramoğlu’nu” soyadı olarak seçti.