Nurettin Ok...

Metin YILMAZ

17 Temmuz 2013’de Hakkın rahmetine kavuşan Çankırı’nın gelmiş geçmiş en önemli siyasi şahsiyetlerinden biri olan Nurettin Ok’la ilk röportajımı 80’lı yıllarda, ikincisini 90’lı yıllarda yaptım. Son röportajımı 2012’de gerçekleştirdim. Çankırı’yla ilgili olduğu kadar, ülke gündemine de ışık tutan birçok bilgiyi tarayıp kaleme almak pek kolay değil. Ayrıca, "Yazılmaması tembihiyle..." not ettiklerimi de titizlikle ayırmam gerekiyor. İnşallah, bu önemli bilgi kaynağımı en kısa zamanda yayına hazır hale getireceğim…

Değerli büyüğümüzün anı, belge ve resimlerinden oluşan "Çankırı Viyana Arasında" adlı kitabından bizzat kendi ibretlik cümleleriyle onu anlatmak şimdilik daha doğru olur düşüncesindeyim. Mustafa Soydan Abimiz, Nurettin Ok’a bir mektup yazarak son cümlesinde; "Değerli büyüğüm, sevgili ağabeyim unutulmaz sanılan çok şey maalesef unutuluyor. Bu sebeple senden rica ediyorum, hatta sana yalvarıyorum. Hatıralarını yaz. Bunları hep kaleme al. Gelecek nesiller bunları okusun, öğrensin. Fani hayatta buna gerek var, lütfen yaz..." demişti. Nurettin Ok, hatıralarını yazdı. İyi ki de yazdı.

Rahmetli Ok, kitabının hemen başında "İnsanlar son nefeslerini verdikleri gün değil de, unutuldukları gün ölürlermiş..." veciz sözünün altına şu önemli notu düşmüş:

"Hayatımda hiçbir gün gıybetin içine girmedim. Çünkü gıybetin olduğu yerde, büyük millet, büyük devlet olamaz. Gıybetin yaygınlaştığı yerde, namertlik yaygınlaşmış demektir. Birbirlerinin arkasından konuşan insanlar, birbirlerini sevmiyor demektir. Oysa Türk Milleti olarak, birbirimizi daha çok sevmeye mecburuz. Gıybet etmenin aynı zamanda büyük günah olduğu da unutulmamalıdır!"

Keçiören’de düzenlediğimiz Astarlızade Mehmet Hilmi Efendi Yâd Gecesi"ne davette bulunduğumda, "Evladım şimdi kalkıp gelsem, ondan da başka mana çıkarırlar. Benim rahmetli annem de, babam da Hilmi Efendi’nin bağlılarındandı. Hilmi Efendi’nin oğlu Muhittin, benim can kardeşimdi. Ben, eğer bir yerlere gelmişsem bu sadece yaptığım tahsille değil; onların hayır, duasıyla olmuştur." demişti.

Kitabının girişinde "Geçmişe Rahmet" başlığıyla, şunları yazmıştı:

"Belediye Başkanı olarak görev yaptığım beş yıllık süre içinde bilgi, tecrübe ve memleket sevgilerinden yararlandığım başta Şıh Hilmi Efendi olmak üzere, Müftü Nami Efendi, Ağzı Kalabalık Hafız Efendi, Sait Üçok Beyefendi, Testici Hasan Efendi, Demirci Abdullah Salepçi ve Demirci Mehmet Demirdöğen, Eski Reis Hilmi Ersunan, Hüseyin Altay ve Mustafa Esirik gibi memleket büyüklerine rahmet dileklerimi şükranlarımı sunuyorum. Özellikle her hafta sonu ziyaret eder veya belediyeye davet ederek görüş ve düşüncelerini alır ve memleket meselelerini müzakere ederdim. İrşatları her zaman rehberim olmuştur."

Nurettin Ok’un çocukluğundan siyasete uzanan çizgisini kitabından takip edelim:

"1928 yılında Çankırı’da İmaret Çarşısında, altında şekerci dükkânı bulunan iki odalı bir evde doğmuşum. Babam (Hacı Süleyman) şekerci ustası ve sabah namazından yatsı namazına kadar ocak başında çalışan buna karşın okuma ve yazması olmadığı için alışverişe hiç karışmayan bir esnaf idi.

Evimiz dükkânın üstü olduğu için, çoğu kez çarşının içinde ve dükkânda bulunduğumu hatırlıyorum. Zaten 6 yaşıma geldiğimde de Büyük Cami’nin yanı başındaki Cumhuriyet Okuluna kaydımı yaptırmışlar. Sınıfın en iyi öğrencisi olduğumu söylerlerdi. Annem, babası Hafız Raşit olduğu için; babasından eski yazıyı öğrenmiş, okumaya çok meraklı ve hevesli bir hanımefendi idi. Özellikle şiir okumaya çok meraklı olduğum için, ezberleyeceğim şiirleri anneme okurdum. Çankırı Ortaokuluna kaydedildiğim gün başımda ortaokul kasketi ile çok sevinçli idim. Bütün resmi bayramlarda, okul adına yapılacak konuşmalarda açılan yarışmaları kazanarak şiirleri okuyor ve konuşmaları yapıyordum. İkinci Dünya Savaşı sırasında ekonomik yönden çok sıkıntılı günler yaşadık. Ortaokulu bitirdiğim yıl Çankırı’da lise yoktu. Bu sebeple, arkadaşlarla birlikte yatılı olarak en yakın Kastamonu Lisesine kaydolduk. O yıllarda Çankırılı bizden birkaç yıl önce mezun olmuş ve üniversiteye giden hemşerilerimiz İstanbul Kabataş Lisesini bitirmişlerdi. Onlardan aldığımız ilham ile 3 arkadaş İstanbul Kabataş Lisesine kaydımızı yaptırarak, İstanbul’a gittik.

Liseyi bitirdiğimiz yıl ülkede çok partili demokrasi hayatı da başlamıştı. Mezuniyetten sonra bir de olgunluk sınavı vardı. Kompozisyonda bize gelen soru: Demokrasiyi nasıl tanıyorsunuz ve niçin seviyorsunuz? Şeklinde idi. Herhalde biraz meraklı idim ki; sınav sonunda aynı zamanda velim olan hemşerimiz Zeki Ömer Defne beni odasına çağırdı ve gözlerimden öperek: “Aferin en iyi sen yazmışsın, çok mutlu oldum…” dedi ve hukuk tahsili yapmamı önerdi. Çok mutlu oldum ve İstanbul Hukuk Fakültesine kaydoldum. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve daha sonra da İktisat Fakültesine bağlı Gazetecilik Enstitüsü’nden mezun olduktan ve İstanbul’da bir müddet gazetecilik yapıp, babamın yaşlanması ve işi çevirmekte güçlük çekmesi üzerine Çankırı’ya döndüm.

Avukat stajımı yapıyordum. Bu arada 1955 yılında ülkede belediye seçimleri yapılıyordu. Demokrat Parti il teşkilatı genç arkadaşlarım tarafından yönetiliyordu. Kendi aralarında konuşmuşlar ve tam bir görüş birliği içinde benim belediye başkanı olmamı kararlaştırmışlardı. Bir gün toplantılarına davet ettiler ve arzularını belirttiler. Bana çok güvendiklerini ve her türlü destek ve yardımda bulunacaklarına vaat ettiler. Şaşırmıştım, böyle bir görev için hem çok gençtim, hem de deneysiz idim. Ayrıca avukat stajımın da yanması gerekiyordu. Konuyu yanında staj yaptığım Asliye Ceza Hâkimi Rıfat beye açtım. Babacan bir zattı.

'- Oğlum fakülteyi bitirmişsin, nasıl olsa avukat olabilirsin. Ancak böyle bir teklif herkese nasip olmaz. Çok onurlu bir görev yükleneceksin, hiç düşünmeden kabul et.' dedi. Çarşıdan geçerken olayı duymuş olanlar boynuma sarılıyor ve kabul etmemi istiyorlardı. Etrafta bir sevgi yumağı teşekkül etmişti. Şehrin en büyük sorunu susuzluktu. Bazı yakın arkadaşlarım 'Şu suyumuzu getir, Atatürk’ün heykelinin yanına senin de heykelini dikeceğiz bu işi kabul et Allah aşkına!' diye zorluyorlardı. Kabul ettim ve Çankırı ili Demokrat Parti Belediye Meclis Üyesi adayları arasında seçime katıldım. O günkü yasaya göre önce Belediye Meclisi üyeleri seçiliyor, daha sonra Belediye Meclisi kendi arasından Belediye Başkanı'nı seçiyordu. Belediye Meclisi üyeliğine seçilen 20 kişi yaptıkları toplantıda beni Çankırı Belediye Başkanı seçtiler."

20 Ekim 1955 tarihinde 26 yaşında Çankırı Belediye Başkanı seçilir Nurettin Ok.

Belediye Başkanlığı, 27 Mayıs 1960 darbesi ile elinden alınır. Bu defa 1962 yılında, 34 yaşında oyların yüzde 55’ini alarak, Çankırı Milletvekili olarak TBMM’ne "en genç milletvekili" unvanıyla girmekle kalmaz, TBMM Başkan Vekili sıfatıyla da Başkanlık kürsüsüne oturur. Nurettin Ok; rahmetli Adnan Menderes sonrası siyasi hayatının tamamında Süleyman Demirel'in yıldızlar kadrosunda yer almış; Türk siyasi hayatının Demirelli döneminde 5 dönem Çankırı milletvekilliği ve Bayındırlık, İmar ve İskân Bakanlığı'nın yanı sıra TBMM Başkanlık Divanı Kâtip üyeliği ve TBMM Başkanvekilliği görevlerinde bulunmuştur.

Nurettin Ok, girdiği 5 milletvekilliği seçiminde de önseçimi kazanarak aday olmuştur. 12 Mart 1971 günü Meclis'te Adalet Partisi (AP) adına vatan şairi Mehmet Akif günü için konuşma yaparken meşhur 12 Mart muhtırasının verildiğini öğrenir. 1973 yılında Milli Birlik Komitesi'nin kurdurduğu Senato Başkanı Suat Hayri Ürgüplü kabinesinde Bayındırlık Bakanı olarak görevlendirilir. Bir yandan İstanbul’da Boğaz köprüsü, Yeşilköy Havalimanı inşatları için çalışırken, öte yandan da Çankırı’nın bağlantı yolları için büyük gayret gösterir. Boğaz Köprüsü, Ok'un Bayındırlık, İmar ve İskân Bakanlığı görevini yürüttüğü dönemde inşa edilmişti. 30 Ekim 1973 tarihinde gerçekleşen köprü açılışı dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından yapılmış, Nurettin Ok törende, önemli bir konuşma yapmıştı. İşte o konuşmadan bir kesit: Gerçekten insanoğlunun yüzyıllara boyunca hayal ettiği fikir bugün hakikat olmuş ve İstanbul Boğaziçi Köprüsü artık medeniyete uzanan iki kol halinde bir yandan Avrupa Kıtasını, diğer yandan Asya Kıtasını kucaklamış bulunmaktadır. Bu; Türk mühendisi, Türk teknisyeni ve Türk İşçisi ile birlikte tabiatın güçlülüğünü yenmeye ve onu insanoğluna daha yararlı hale getirmeye çalışan tüm insanlığın büyük başarısıdır. İstanbul’u fetheden büyük Fatih’in ruhu; fetih sırasında kadırgalardan bir köprü halinde geçtiği boğazı, bugün çelikten bir gerdanlık üzerinde aşan torunlarının başarısı karşısında büyük huzura kavuşmuştur.

12 Eylül darbesiyle bir anlamda siyasetten koparılan Nurettin Ok, siyaset adı altında sergilenen çirkinliklerden mustaripti. Türkiye ve Çankırı sevgisi adına ömrünü tükettiğini, asla şahsi menfaatini düşünmediğini söylerken ses tonundaki hüzün ve sitem halen kulaklarımdadır.

1979’da Ecevit istifa eder, Demirel azınlık hükümeti kurar. Bu hükümette OK, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığına atanır. Ancak O’na, sadece 1980 yılının bütçesini yapmak nasip olacaktır. Zira aktif siyasette göreceği son darbe 12 Eylül 1980 ihtilalidir. Siyasi hayatını anlatırken, bu konuya da vurgu yapar kitabında:

"Hayatımda hiçbir kimseye kötülük yapmadığım, haksızlık yapmadığım için çok rahattım. Her yere ve her kişiye iyilik yapmaya çalıştığım için çok rahattım. Oysa rahatsız olanlar, bin bir güçlükle açtırdığım bulvardan ismimi sildiriyorlardı. Projesini ve parasını temin ederek vatandaşımın geçmesi için yaptırdığım OK Geçidi'ni yıktırıyorlar ve hangi eserde adım yazılı ise onu oradan kaldırmak için yarışa giriyorlardı. Daha iyisini, daha güzelini yaptırmak yerine; yapılmışları unutturmak için boşa gayret sarf ediyorlardı. Çankırı’da 12 Eylül ihtilaline kadar birlikte çalıştığımız arkadaşlarımın bir kısmının Anavatan Partisine, diğer kısmının Horoz Partisi'ne girdiğini müşahede ettim. Sanki ihtilal yalnız bana karşı yapılmış gibi ve sanki onlar Adalet Partisi'nde beraber çalıştığımız kişiler değilmiş gibi, evvelce boynuma sarılan insanların şimdi Çankırı sokaklarında yol değiştirdiğini görüyordum. “Ceylanı başından vururlar!” derler. Bu pis mücadelede en yakın amma en yakın dostlarım ya kaçıyorlar veya bazıları Nurettin Ok düşmanlığının en kötü örneklerini göstererek sırtımdan vuruyorlardı.

1987 yılına geldik. Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’le birlikte yüzlerce eski milletvekiline siyaset yasağı konmuştu. Siyasi yasakların kaldırılması için referanduma gidilecekti. Ancak başta Turgut Özal olmak üzere bütün ANAP teşkilatı valilerle, kaymakamlarla ve elinde bulunan bütün iktidar güç ve kaynakları ile bu siyasi yasağın devamını ve asla kaldırılmamasını istiyorlardı. Çankırı’da da düne kadar beraber olduğumuz arkadaşlarımız adeta “oh olsun!” der gibi kendilerine de yer açılsın gayesi içinde yasakların devamına çalışıyorlardı.

1977 Milletvekili seçiminde 51 bin Adalet Partisi, 19 bin CHP, 10 bin MSP, 9 bin Türkeş’in partisi oy almıştı. Öncelikle Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’in siyasi yasaklarının kaldırılıp kaldırılmayacağı oya sunuluyordu. Yirmi gün geceli gündüzlü köy köy dolaşarak, yasağın kalkması için çalıştık. Netice Çankırı’da maalesef 'yüzde 60 siyasi yasaklar kalkmasın', 'yüzde 40 kalksın' şeklinde tecelli etti. Ülke çapında yüzde 49 kalkmasın, yüzde 51 kalksın şeklinde çıktı da siyasi yasaklar kalkmış oldu. Hemen akabinde de siyasi bir taktik yapan Özal, seçimi erkene alarak 1987’de seçime girdik. O gün uygulanan Seçim Kanunu'na göre referandum neticesi göz önüne alındığında Çankırı’dan Doğruyol Partisi'nin milletvekili çıkarması mümkün görülmüyordu. Ancak hem Çankırı’dan, hem de Genel Başkan ve Genel Merkez'den mutlaka seçime katılmam isteniyordu. Yine içten ve dıştan oynanan oyunlara rağmen ön seçim yapıldı ve liste başı oldum. Anavatan Partisi'nde 3. sırada her Çankırı’ya geldiğimde 'Ağabeyciğim, sen bir tarafa dünya bir tarafa...' diye haykıran Ali Çiftçi aday olmuştu. İçten ve dıştan büyük oyunlar gördük. Seçim sonuçları ilan edildi. Türkiye’de Doğruyol Partisi yüzde 19 oy almıştı. Çankırı’da ise yüzde 24 oy almıştı. Buna rağmen, benim yerime, o günkü Seçim Kanunu'na göre Ali Çiftçi seçimi kazanmıştı. Demokrasi dedik ve Ali Çiftçi’yi tebrik ederek Ankara’ya uğurladık. İhtilal ile düşürülen bir Çankırılı olarak, çalıştığım yıllar içinde memleketim için yapılması gerekli ve mümkün olan ne varsa yapabildiğime kani olarak vicdanen rahattım. Eksik kalan veya henüz tamamlanmamış eserleri yürütmekten başka bir gayesi olmayan ve politikada bir faninin erişebileceği her türlü sıfat ve görevi yaptığım inancını taşıyordum. Siyasetin çok güç bir iş olduğunu 25 yıllık Çankırı’ya hizmet hayatımda daha açık bir şekilde görmüştüm. Aslında yapılan işler değil, yapılmayan veya yapılmayan işlerin dile getirildiği bir sahada iş daha da zorlaşıyordu."

Yorum Yap
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.