BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, son günlerde hükümet, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve seçim barajı hakkındaki açıklamalarıyla gündeme geldi. Bu konular hakkındaki soruları Destici’ye yönelttik. Söz BBP Genel Başkanı’nda…
Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüyle ilgili yargı süreci devam ediyor. Geçen gün, “Süreci aydınlatmayanlar, takip edilmesinden rahatsız olanlar” diye bir çıkış yaptınız. Yazıcıoğlu’nun suikast sonucu hayatını kaybettiğini mi düşünüyorsunuz?
Hukuki süreç tamamlanmadan “Bu suikasttır” demem doğru olmaz. Ancak toplumda bu yönde bir algı var. Altı yıllık sürece baktığımızdaysa; bu ihtimali güçlendiren bazı olaylar yaşandığını görüyoruz. Hatası, ihmali ve kastı olan insanlar var. Yazıcıoğlu, çok sevilen bir insandı. Bu işte ihmali ve kusuru olanlar ya da olayı araştıranlar, “Bunun üzerine neden bu kadar gidiliyor. Türkiye’de bu tür kazalar çok oldu. Sıradan bir kaza işte” gibi açıklamalarda bulundular. Devlet Denetleme Kurumu bile “Kaza içinden kaza çıkarmayın” dedi. Yani bu olay bir kaza muamelesi gördü ve araştırmalar da hep bu yönde yapıldı. Şüphelerin aydınlatılması gerekiyor.
Şüpheler neydi?
“Muhsin Yazıcıoğlu yaralı olarak kurtuldu, geliyor” bilgisi mesela. Bu bilginin hangi kaynaktan çıktığını bulmak gerek. Bu söz, arama ve kurtarma çalışmalarının da aksamasına neden oldu. GPS bilgileri aracılığıyla helikopterin yerinin ilk gün tespit edilmesine rağmen ikinci ve üçüncü gün başka yerlerde arama yapılması. Bu da doğal olarak akıllara bir kasıt olduğunu getiriyor. Ayrıca istihbarata ya da TSK’ya ait olduğu iddia edilen bir helikopterin olay yerine gelerek, Muhsin Başkan’ı taşıyan helikoptere ait bazı önemli parçaları söktüğüne dair bir bilgi de var. Fakat soruşturmada, bu olayın basit bir hırsızlık suçu olarak kayda geçtiğini ve bu yönde dava açıldığını gördük. Eğer bu basit bir hırsızlık suçuysa, TSK içinde hırsızların ne işi var? Ayrıca TSK mensubu gizli tanığın, olaydan iki, iki buçuk saat sonra enkazın bulunduğu yere iki askeri helikopterin indiğini söylemesi de var… Bir de radarlarla ilgili şaibeler var tabii ki. Helikopterin düştüğü dört dakika içinde Türkiye’deki bütün radarlar nedense arızalanıyor. Saydığım tüm şüpheler ortadan kalkmadan, ne bizi, ne de toplumu bu olayın kaza olduğu yönünde ikna etmeleri mümkün değil.
Hakan Fidan’a ithafen, “Yiğitsen radar kayıtlarını açıkla” diye çağrıda bulunmuştunuz. Kastettiğiniz bu muydu?
Evet, buydu. Herkesi dinleyen, takip eden MİT, soruşturma sürecinde ellerinde bu kayıtlarla ilgili hiçbir belge olmadığını açıkladı. Yazıcıoğlu gibi Türk- İslam coğrafyasındaki en önemli siyasi liderlerden birinin takip edilmemesi, dinlenmiyor olması ya da hakkında herhangi bir bilginin olmaması bize çok inandırıcı gelmiyor.
Dosyanın üstünü kapatmaya mı çalışıyorlar?
Peki, bu kazayı/ suikastı iktidar çözmüş olsa, avantaj sağlamış olmaz mı?
Elbette. Ancak geldiğimiz noktada Türkiye’de, kuvvetler ayrılığının da yok olduğunu, hatta yargı ve yasamanın da yürütmenin vesayeti altında olduğunu görüyoruz. Bugüne kadar biz, BBP ve aile olarak mücadele etmeseydik, bu noktaya bile gelmesine izin verilmezdi.
Yargının, yürütmenin vesayeti altında olduğunu söylüyorsunuz. Hükümet bu işi çözmek istemiyor mu yani?
Biz, niyet okumak istemiyoruz. Aslında “Çözmek istememenizin sebebi nedir” diye onlara sormak lazım. O günlerde hem Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hem de Bülent Arınç’ın, konunun aydınlatılacağına dair taahhütleri olmuştu. Biz, verilen sözlerin yerine getirilmesini bekliyoruz.
Peki, Yazıcıoğlu’nu kim, neden öldürmüş olabilir?
Birilerinin hesabını mı bozuyordu, gelecekteki stratejilerine mi zarar verecekti ya da Türkiye’nin çevresindeki gelişmelere engel olarak mı görüldü, bu potansiyele sahip olduğu mu fark edildi bilmiyorum. Şu anda bunların hepsi -haklı noktaları olmasına karşın- bir varsayım. Suriye’de yaşananlara, Büyük Orta Doğu projesine, İsrail sorununa ve çözüm sürecinin geldiği noktaya baktığımızda, bu iddiaların çok da temelsiz olmadığını görüyoruz.
Erdoğan ve Davutoğlu’na, “MİT Müsteşarınıza sahip çıkın” diye seslendiniz. Hakan Fidan’ın kontrolden çıktığını mı düşünüyorsunuz?
İktidarla sıcak ilişkiler içinde olan bir partiydik. Biz doğruya doğru, yanlışa da yanlış demesini hep bildik. Fakat Çözüm Süreci’ndeki fikir ayrılıkları nedeniyle ayrışmaya başladık. Ardından da 17 ve 25 Aralık yolsuzluk iddiaları ortaya çıktı. Burada da net bir tavır koyduk ve “Kim yolsuzluğa bulaşmışsa çıksın, hukuk önünde hesabını versin, yargılansın ve korunmasın” dedik. Ancak hükümet, “darbe” veya “Paralel Yapı” diyerek bu olayların üzerini kapamaya çalıştı. Biz bunun iyi niyetli bir tutum olduğunu düşünmüyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu’na destek vermemiz de ipleri iyice kopardı. O günlerde parti kongremizde bazı arkadaşlarımızla fikir ayrılıkları yaşadık. Bunu fırsat bilen iktidar, bize saldırmaya, oyun oynamaya ve operasyon yapmaya başladı. Bizi itibarsızlaştırmak için gayri adil ve ahlâki davranışlar içine girdiler. Türkiye maalesef tam demokratik ve şeffaf yönetilmeyen bir ülke olduğu için STK’lar ve siyasi partiler gibi muhalefet yapan her kurumun içine istihbarat elemanı yerleştiriyorlar. Bize de böyle operasyon yapmak istediler.
Bu süreçte somut veriler elinize geçti mi? Partinizde bir istihbarat görevlisinin olduğunu fark ettiniz mi mesela?
Tabii ki oldu. Biz, elimizde bilgi ya da belge olmadan kimseyi suçlamayız. Ancak süreç şu an devam ettiği için konuşmam doğru olmaz. “Lütfen elinizi ve adamlarınızı partimizden çekin” diye açıklama yaptım.
Bu, iktidar partisine ya da Erdoğan’a muhalefet eden her kuruluşun içinde istihbarat görevlisi olduğu anlamına mı geliyor?
Ben öyle olduğunu düşünüyorum.
Her muhalefet edene devletin operasyon yaptığını mı söylüyorsunuz yani?
Toplum öyle bir duruma geldi ki, inanılmaz bir korku, panik ve sindirilmişlik hali var. İktidarı eleştirdiğinizde ertesi gün hemen sizinle ilgili bilgi gidiyor, ya soruşturma başlatıyorlar ya da tayininizi çıkarıyorlar. Hangi kurumun başındaysanız, sizin oradan gitmeniz için çalışma başlatıyorlar.
Sizin, “Seçim barajını savunmak, darbeciliği savunmaktır” diye bir sözünüz var…
Tabii ki. Bu bir darbe yasasıdır. Eğer darbecilerin getirdiği yüzde 10’luk barajı savunuyorsanız bu, darbecileri savunduğunuz anlamına gelir. Ancak İktidarın Türkiye’yi demokratik yollarla yönetmek gibi bir niyeti olmadığı için buna hiç yanaşmıyor. Onların tek derdi kendi iktidarlarını ayakta tutabilmek. Erdoğan her fırsatta diyor ki, “Bu yasayı biz getirmedik.” Tamam, sen getirmedin de 12 senedir iktidardasın. Bu süre içerisinde kendi getirmediğin yüzlerce yasayı değiştirdin. İş buraya gelince mi onların yasası oluyor. Oysa kendi parti programında bile Siyasi Parti Seçim Yasası’nı değiştireceği yazılı. “Daraltılmış bölgeye geçip, seçim barajını kaldıracağım” diyen siz değil misiniz? Niye sözünüzü yerine getirmiyorsunuz?
Son zamanlarda AKP’nin ABD ve İsrail projesi olduğu tartışılıyor. Bu teklifin, daha önce Muhsin Yazıcıoğlu’na yapıldığı da konuşuldu. Bu konuda ne söylersiniz?
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, o süreçte bir toplantı yapmış, şöyle konuşmuştu: “Türkiye’de kolay yoldan iktidara gelmek istiyorsanız; bir yerlerden size teklif gelir. Bu teklifi olumlu karşılar, anlaşırsınız. Bir bakarsınız altı ay içinde iktidar olmuşsunuz. Bu teklif bize yapıldı. Bu teklifi kabul edip, iktidara geldikten sonra da “Verdiğim sözleri yapmam” deme şansınız yok. Eğer birileriyle anlaştıysanız, artık teslim olmuşsunuz demektir. » O zaman bu yolu ahlaki bulmadığı için mi kabul etmedi? Tabii ki. Yazıcıoğlu, bu yolu hem ahlaki bulmadı, hem de teslim olmayı kabul etmedi. Hatta Yazıcıoğlu’na şöyle söylenmiş, “Siz milliyetçilik yönünüzle Türk dünyasına, İslamcı yönünüzle de İslam dünyasına uygunsunuz. Batı için biçilmiş kumaşsınız.” Ancak Yazıcıoğlu bunu elinin tersiyle itti. Bu teklifi yapan aracılardan birinin Üzeyir Garih olduğu da söylenmişti.
Muhsin Yazıcıoğlu ve Hrant Dink cinayeti aynı döneme tekabül ediyor. İşleyiş ve zaman bakımından, ikisinin aynı güçler tarafından katledilmiş olabileceğini düşünüyor musunuz?
80 Anayasası Erdoğan’a iktidarını güçlü kılmak için gerekli zemini mi sağlıyor yani?
Tabii, Türkiye’yi demokratikleştirmek ve sivil anayasa istiyorsanız; yapacağınız ilk şey seçim kanunu değiştirmektir. Siyasi partiler yasasını demokratikleştirmektir. Bunu yapmıyorsanız siz, demokratikleşmek istemiyorsunuz demektir. Ekonomi, gelir dağılımındaki adaletsizlik cabası… 75 milyonun 50 milyonu açlık sınırının altında yaşıyor. Dış ticari açığımız 14 milyar dolardan, 100 milyar dolara fırlamış. İktidar, İslami hassasiyetlerle oynuyorlar. İnandıkları gibi yaşayamadılar, ağır geldi. İktidarı ele geçirince yaşadıkları gibi inanmaya başladılar ve bunu da İslam’a uydurmaya çalışıyorlar.
Yazıcıoğlu’nun ölümüyle ilgili olarak Erdoğan ve Arınç’ın size ve aileye söz verdiğini dile getirdiniz. Aynı söz Hrant Dink cinayetinin aydınlatılmasıyla ilgili de verilmişti. Geldiğimiz noktada somut hiçbir adım atılmadığını görüyoruz…
Bakın, Dink cinayetinin aydınlatılmasını en çok arzu eden parti biziz. BBP ve Alperenler de mağdur edildi bu olayda. İnsafsızca suçlamalara maruz kaldık. Hrant Dink ile aynı fikirleri paylaşmıyorum. Ancak herkesin düşüncesini özgürce söylemesinden yanayız. Dink, fikirlerine katılmasam da, Diaspora’ya karşı Türkiye’nin yanında mücadele eden biriydi. Nihayetinde bu toprağın, Anadolu’nun çocuğuydu o. Her kesimden insanla dostluğu olan, her kesimden seveni olan bir insandı. Fikir ve düşünce adamıydı Dink. (TARAF)