Her yıl, Kasım ayının üçüncü haftası "Dünya Komşular Günü" olarak kutlanıyormuş, "muş…" diyorum, çünkü ben de görev yaptığım Keçiören Belediyesi’nin etkinliği sayesinde haberdar oldum. Günümüzde solmaya yüz tutan ve hatta neredeyse kaybolan komşuluk ilişkileri bu kutlamayla ne ölçüde canlanır bilemem ama çocukluğumuzun unutulmaz komşuluklarını çok iyi biliyorum. Eskiden, aileler daha kalabalıktı. Maaile dediğimiz; anne, baba, çocuklar, büyükler (dede, nine) ile iç içe, iki göz bir odanın içinde huzurlu ve mutlu yaşanırdı. 90’lara kadar örgütlü olan mahalleler, bildiğimiz sosyalleşme mekânlarıydı. Komşuluk üst düzeydeydi, herkes birbirini tanırdı.
Hızlı ve çarpık şehirleşmenin doğurduğu robotlaşmış kalabalıklar; ruhsuz insan yığınlarına dönüştü. Şehirler kalabalıklaşırken, alt üst olan beşeri münasebetler insanları yalnızlığa mahkûm etti. Para hırsıyla çevresinden kopan insanların gözü, komşuyu da görmez oldu. Köroğlu’nun meşhur "Delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu..." sözüne mecazen "yüksek binalar icat oldu, komşuluk bozuldu..." dersek pek de yanlış olmaz…
Bugün, eskisinden çok daha fazla komşumuz var fakat komşuluk yok!
Apartman tarlasına dönen şehirlerde oturan birçok kişi, yanındaki ya da karşısındaki komşusunu tanımıyor. Çünkü "komşu olmak" başka, "komşuluk etmek" başkadır. Taşındığınız anda komşu olur, tanıştığınız anda ise komşuluk etmeye başlarız. Bu tanışıklık dertleri dinlemeyi, sıkıntıları paylaşmayı, sevinçlere ortak olmayı ve hassasiyetlere özen göstermeyi temin ediyorsa, orada iyi komşuluk ilişkileri var demektir.
Şehirleri binalar, yollar, fabrikalar değil; insanlar anlamlı kılar. Temel olan insandır ve insan da paylaştıkça insandır. Eskiden birbirini anlayan, seven, yardım eden; evlerinde huzurlu insanların yaşadığı mahalleler sayesinde mutluydu şehirler. Çankırı’da o yıllarda sokaklarda asfaltımız yoktu ama gönüllere güller seriliydi... Beyaz badanalı, avlulu, ağaçlı ve çeşmeli Çankırı evlerinin Vita tenekesinde pencere önüne konan çiçekleri bile bir başka güzeldi. Komşu için dalından koparılan bir dal sardunya ya da küpeli çoğaldıkça mahallenin bütün pencerelerini kaplardı... Çay mı, şeker mi, yoksa tuz mu bitmiş? Hiç gam değildi. Kapılar kilitlenmezdi. Gecenin saat kaçı olsa, hiç çekinmeden kapısını çalabileceğimiz komşularımız vardı.
Eskiden komşuluk kıymetliydi, komşular önemsenirdi, evde yoksak "komşudadır..." denirdi. Komşuda pişen, komşuya da düşer; evlerden evlere dumanı üzerinde tüten yemekler güler yüzle ikram edilir, gönüllerin zenginliği damaklara tat olurdu. Bizi komşumuzdan sorarlardı, işin ucunda konu komşuya rezil olmak vardı, olup biteni komşudan duyar; biz de komşulara haber verirdik. Bir ihtiyacımız varsa komşudan isterdik, ev almaz komşu alırdık, komşusu açken tok yatmak olmazdı. Gülme komşuna gelir başınaydı, kötüsü bile insanı mal sahibi yapardı... Komşu hatırı deyince, akan sular dururdu. Yakın komşu, uzak akrabadan iyiydi... Herkes birbirinin derdini bilir, çare olabilmek için kendine dert edinirdi. Komşuluk bir arada yaşama biçimi olmaktan öte, insanların kendilerini güvende hissettiği, huzur ve mutluluk bulduğu bir inanç sarmalıydı.
Mahalledeki hastaya herkes koşar, mahallenin yaşlılarının işini görmek için yarış edilirdi. Mahalleye yeni taşınan el birliğiyle yerleştirilir, mahalleden göçen yine el birliğiyle ama bu defa gözyaşlarıyla uğurlanırdı. Lafın kısası: Tasada, dertte, sevinçte birdi insanlar. Saygı ve sevgide kusur etmezler, sınırlarını korurlardı.
Eskiden komşu şimdiki gibi yan dairede oturan herhangi biri değil; aileden biriydi.
Eski komşulukların dayanışma, güven ve huzur ruhunun yerinde şimdilerde yeller esiyor. Artık evde biten çayın, şekerin, tuzun komşudan istenmesi neredeyse bir utanç halini aldı. Birisi bize kazara selam verecek olsa pireleniyor ve "Acaba bir şey mi isteyecek?" diye kendimize soruyoruz. Komşuluk çay gibi, tuz gibi bitti; şeker gibi çoktan eriyip gitti…
Sobayı, kömürü, külü bilmeyen; "komşu, komşunun külüne muhtaçtır..." atasözünün anlamını nereden bilsin ki!
Komşuluk; evlerin duvarlarının birbirine yaslandığı gibi, insanların da birbirine omuz vermesiydi. Komşuluk, eskiden bir ortak paylaşım ve hayat kültürü ve inancı idi. Günümüzde bu inanç, bu kültür maalesef sizlere ömür... Kendi öz kültürümüze sırt çevirince, işte böylesi yoz hayat biçimine teslim olduk. Bugün gelinen noktadan hepimiz şikâyetçiyiz ve sürekli eskileri özlüyoruz...
Artık yaptığımız tek şey eski komşulukları anıp, bugünü yarınlara şikâyet etmek...