MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ilk kez 1 Ekim'de DEM Parti milletvekilleriyle tokalaşması ile başlayan, 22 Ekim'de PKK lideri Abdullah Öcalan’a "örgütü lağvet, TBMM’de DEM Parti grubunda konuş" çağrısı ile başlayan sürecin, bugün için TBMM Başkanvekili DEM Partili milletvekili Sırrı Süreyya Önder düzeyinde İmralı'da yapılan görüşme ülke gündeminin önemli gündem maddesi haline gelirken tartışmaları da beraberinde getirdi.
Çankırı Konfederasyonu Kurucu Başkanı Kaptan Mustafa Can da, yaşanan tartışmalara katıldı ve X hesabından "Gool..." başlığı ile yaptığı paylaşımda şunları söyledi:
"Gool...
Yılın son golünü "Katil Abdullah" attı. Bir zamanlar kendisine 'Sayın' denmesini dahi zul kabul ettiğimiz şahıs, TBMM Başkanvekili (S. Süreyya Önder) düzeyinde devletle görüşerek muhatap kabul edildi ve 'en üst düzey' yaklaşım sergilendi. Bu fırsatı kaçırmayan katil, adeta kendini siyasi bir lider gibi konumlandırarak verdiği mesajlarla Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli'yi kendisiyle ısrarla işbirliği yapmak isteyenler sınıfına koydu. Adeta diplomatik bir dil kullanarak, "Sayın Bahçeli'nin ve Sayın Erdoğan'ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim" diyerek Cumhur'un üçüncü ortağı olmaya göz kırptı.
Erdoğan ve Bahçeli bu düştükleri duruma razıysalar benim bir diyeceğim olmaz. Ancak ben konuya Türkiye Cumhuriyeti açısından ve modern hukukta devlet tanımıyla bakmak zorundayım.
Bilmek gerekir ki, devletin kendi gayrişahsî/tüzel kişiliğini koruma hakkı vardır. Bu anlamda ayrılıkçı ve bölücü muhalif siyasal hareketlerin devletin güç kullanma hakkı ve bunun görünür olma hâllerine karşı kullandığı muhalif dili veya itirazları, normal siyasal mücadelenin bir sonucu gibi kabul etmek mümkün değildir.
Bu açıdan, ayrılıkçı/ bölücü hareketlerin, devletin güç uygulamalarına karşı kullandığı muhalif dil veya itirazların teorik ve felsefi bakımdan da haklı ve gerekli bir yanı bulunamaz. Bu hâllerde ancak ve sadece talep edilecek husus, devlet tarafından yapılıp edilenlerin hukuka uygunluğudur.
Özünde gayrişahsi olan devletin kendi varlığını korumak için aldığı tedbirleri ve uygulamaları, -onu işletenin siyasal iktidar ve bürokratik kadro olmasından hareketle- siyasal iktidarın ve onun bürokrasisinin tamamen teknik bir tavrı olarak görmek de mümkün değildir.
Doğrudur; devlet denilen aygıtı işleten siyasal kadro ve onun kararlarıdır, ama son tahlilde işleyen devletin kendisidir. Bu bakımdan devletlerin vücut bütünlüğünü koruma hakkı hem teorik hem felsefî hem de hukuki bakımdan meşrudur ve gereklidir. Çünkü devlet egemen olduğu ülke coğrafyasında (hatta bazı durumlarda mücavir alanlarda) kendisini korurken, yurttaşı durumunda olan halkıyla yapmış olduğu sözleşmenin gereğini yapmaktadır.
Özetle durum budur. Buradan hareketle söz konusu olan modern devlet tanımını gereğini yapmak ve tabi Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarlarını korumaktır.
Son söz: Terörle pazarlığı eşit koşullara indirgemek devlet zaafıdır. Buna özellikle milliyetçi bir partinin alet olması ülküsünü inanmış insanlar için büyük bir hayal kırıklığıdır."
İşte o paylaşım: