Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, hükümet ile cemaat arasındaki kavgayla ilgili ilginç bir tespitte bulundu.
Dershanelerin kapatılması, ardından 17 Aralık operasyonuyla birlikte hükümet ile cemaat arasındaki çatlak gün geçtikçe büyüyor.
Tansiyon düşüren açıklamalarıyla bilinen Hüseyin Gülerce bugün köşesinde bu kavganın bitiş tarihiyle ilgili bir iddiada bulundu. Gülerce'ye göre bu gergin ortam 1 yıl daha sürecek ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra sona erecek.
İŞTE GÜLERCE'NİN O YAZISI
Hükümet-cemaat meselesinde, insanımızın ve ülkemizin huzuru adına karamsarlık içine düşenlerin sayısı artıyor.
Her şey kamuoyunun önünde cereyan ediyor, üslup cinayetlerini, kaş yapalım derken göz çıkarmaları sıralamak istemiyorum. Şu saatten sonra beni ve pek çok insanı düşündüren; büyüyen yangının, şiddeti artan fırtınanın, kopmak üzere olan çığın, en az zararla nasıl atlatılacağıdır. En başta söyleyeyim, çok sıkıntılı bir dönemden geçecek olsak bile, karanlıklar kat kat koyulaşsa bile çok uzun olmayan bir sürede, aydınlıklara kavuşacağımıza inanıyorum.
Tarihte de çok örneği var. En bunalımlı dönemleri, huzurlu dönemler takip etmiş, nice kaoslardan insanî nizamlar doğmuştur. Fertlerin, toplumların, ülkelerin, devletlerin kaderi hep böyle olmuştur. Bütün geçiş dönemlerinde, insanoğlu için ağır imtihanlar nice bükülmez belleri bükmüştür. Vefalar, dostluklar, samimiyetler, akla hayale gelmedik zorlamalarla, savrulmalarla sınava girmiştir. Dün kol kola yürüyenler, dünün mütebessim çehreleri cepheleşmiş, dostlukla sarılan kollar, kin ve nefretle sıkılı yumruklara dönmüş, o güven telkin eden çehreler akla hayale gelmedik karalamalarla, iftiralarla kararmış da kararmıştır.
BÖYLE Mİ OLMALIYDI?
Bu ülkede en az yarım asırlık kendimiz olma davasında, yürüyüşlerini, dünyayı da doğru okuyarak evrensel standartlarda bir demokrasi ile taçlandırmak isteyenler şimdi evet, şaşkın ve tedirgindirler… Öyle hissediyorum ki, “böyle mi olacaktı, böyle mi olmalıydı?” üzüntüsü, Anadolu insanının artık her dakikasını meşgul ediyor.
Ben bu atmosferin kalıcı olmayacağına, özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Türkiye’nin normalleşeceğine, sonunda milletimizin -Allah’ın yardımıyla- en doğru kararı vereceğine inanıyorum. İman, umut, millete güvenme, yükselen değerlerimizin bir daha hırpalanmayacağı inancı ile sonunda, nehir yatağını bulacaktır diye düşünüyorum…
SIKINTI 1 YIL DAHA SÜRECEK
Demek ki en az bir yıllık sıkıntı ile ırgalanacak, sarsılacak, üzülecek, zaman zaman yeise kapılacağız. Çıkış yolu var mı? Daha önce de ifade ettim, çıkış yolunu kolaylaştıracak iki esas var: Birincisi, demokratik terbiyeyi bozmadan, ilke ve esasları savunarak hukukun üstünlüğüne sahip çıkmak. Bütün iddiaları, yargının neticelendirmesini savunmak. Yargı kararları olmadan kimseyi mahkûm etmemek. Bu konuda çok dikkatli olmak. Peşin hükümlerin, psikolojik harp taktiklerine dayalı algı oluşturmalarının önünü kesmek… İlle de hukuk, ille de demokrasi demek… Büyük hukukçu Cevdet Paşa, “Usul esasa mukaddemdir.” diyor. Yani “Usul, esastan önce gelir”. Bugün yaşadığımız yargı tartışmalarında bu sözün ne kadar önemli, kıymetli olduğunu herkes anlamış bulunuyor. Usul hataları, özü doğru pek çok davayı tartışılır hale getirir. Delil toplama titizliğinden tutunuz, delillerin değerlendirilmesi, karartılması, bazı delillerin görmezden gelinmesi, bilirkişi seçimleri hep usule riayetteki ölçülerdir. Bir de siyaset ve medya ayağı usul konusunda çok önemli. Siyasi aktörler ve onların etkilediği medya vasıtasıyla yargısız infazlar, evet, bu ülkede yargıyı etkilemeye yöneliktir ve adaletin korkulu rüyasıdır…
İkinci esas, duruşumuz, üslubumuzdur. Kim üslup güzelliğini korursa, kim diline sahip çıkarsa onun başı yarın dik olacaktır. Üslup, usul kadar değerlidir. Yanlış üslup, haklı olduğunuz yerde sizi haksızlığa mahkûm edebilir. Kaldı ki, mümin duruşların ne güzel bir düsturu var: Sövene dilsiz, dövene elsiz gerek… Rencide olsan da rencide etme, kırılsan da kırma…
Gün bugündür…