"Son bir yılda yaşanan gelişmeler giderek artan bir netlikte göstermiştir ki, siyasi iktidar kendi aleyhindeki gündemi değiştirmek için büyük bir çaba sarf etmekte ve bu hedefe ulaşmak için her yolu mubah görmektedir. Bu gayeden hareketle, Küba’da hiç inşa edilmemiş bir caminin sanki varmış gibi dile getirilmesi, ecdadın kullandığı alfabenin ilköğretim okullarında öğretilmesinin bir var oluş-yok oluş meselesi gibi kamuoyuna takdim edilerek suni gündem oluşturulması, hakkında hiç bir delil olmayan pek çok kişinin büyük bir gürültüyle gece yarıları gözaltına alınmaları, akıllara bir perdeleme ve hedef saptırma gayretlerini getiriyor.
İktidarın kontrolündeki medya, bir yıldır neredeyse her gün Hizmet Hareketi’ni birbirinden garip suçlamalarla itham etmekte, buna mukabil devletin tüm imkânları ellerinde olan hükümet, mahkemelere ikna edici bir delil sunamamaktadır.
Ne zaman, AKP hükümetinin hukuk dışı uygulama ve yolsuzlukları kamuoyunda tartışılmaya başlansa, AKP yetkilileri öncekilerden daha fantastik ve daha mantık dışı iftiralarla Hizmet Hareketi’ni gündeme getirmektedir.
Bu iftiralar serisine en son Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Hizmet Hareketi PKK ile birlikte hareket ediyor” ithamı eklenmiştir. Devlet sorumluluğu, böylesi vahim bir iddia ile bir sivil toplum hareketini kitlelerin hedefi haline getirmek yerine, hukuki mekanizmaları devreye sokarak iddiaların ispatını gerektirir. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Başbakan’ın bile önünde yeterli bilgi ve belge olmamasına rağmen, kamuoyunu bu tür asılsız iddialarla meşgul ederek, adeta cambaza bak oyununu oynayarak, bu çirkin planın bir parçası olmayı tercih etmektedir.
Hizmet Hareketinin ‘PKK ile işbirliği’ yaptığını iddia etmek, bütün gerçekleri tersyüz etmekten öte bir şey değildir.
Bizzat hükümetin iradesi ve yargının talimatı ile KCK operasyonlarını yapan polisler, akıl sınırlarını zorlayan paralel yapı yakıştırması ile tutuklanmışken, şimdi de Hizmet Hareketi’nin ‘PKK ile işbirliği’ yaptığını iddia etmek, bütün gerçekleri tersyüz etmekten öte bir şey değildir. Hâlbuki Oslo görüşmeleri medyaya sızdığında bizzat Başbakan Erdoğan önce, ‘PKK sızdırdı’ diye beyanda bulunmuş, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra da suçu Hizmet Hareketi’ne atmıştır.
Hükümetin emir ve iradesinde olan medya, bir yandan “Hizmet Camiası barışı sabote ederek çözüm sürecini baltalıyor” iftirasını işlerken, diğer yandan da milliyetçi hassasiyetlere sahip olan seçmene “Hizmet, PKK ile hareket ediyor” mesajı vererek bütün etik kurallarını yerle bir etmektedir.
Hükümet, PKK ile yürüttüğü müzakerelerde; verdiği sözlerin gerçekleşmemesinin PKK tabanında, gerçekleşmesi halinde ise ülkenin diğer kesimlerinde oluşturacağı sıkıntıların altından kalkılamayacak kadar ağır olduğunu görmüştür. Bu yüzden de siyasi ve hukuki sorumluluktan kaçarak, meseleyi alışkanlık haline getirdiği paralel yapı bahanesine bağlamıştır.
Vatandaşlar memur olmak için KPSS sınavında ter dökerken, AKP’li üst düzey yöneticilerin akraba ve yakınlarının iltimasla, hak etmedikleri görevlere atanmaları, bazı Hükümet üyelerinin ve çocuklarının izahı yapılamayan mal varlıkları gibi gerçekler varken Başbakan Başdanışmanı Etyen Mahcupyan, Ahmet Akgündüz, Hayrettin Karaman, Ahmet Taşgetiren’inde itiraf ettikleri gibi yolsuzlukların konuşulmasının önüne geçilemeyecektir.
17 Aralıktan beri ortaya görüntüleri, tapeleri, delilleri ve hatta itirafları ile çıkan her yolsuzluk ve rüşvet iddiasını hukuki argümanlar ile cevaplamak yerine kamuoyuna tüm bunların Hizmet Hareketi’nin bir darbe girişimi olarak sunulması dikkatlerden kaçmamaktadır.
İktidar ve onun medyası, zamanın İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlunun evindeki büyük çelik para kasalarını operasyonu yapan polislerin taşıdığını iddia etmişler ve hatta bunun aynen Kabataş yalanındaki gibi görüntüleri olduğunu yazmışlardır.
Ancak, geçtiğimiz hafta medyada yer alan bilgilere göre Muammer Güler, soruşturma komisyonuna kasaların oğluna ait olduğunu ve oğlunun Reza Zarrab’tan ayda 30 bin dolar danışmanlık ücreti aldığını itiraf etmiştir.
Zafer Çağlayan, daha önce yüzbinlerce lira değerindeki saatinin vergisini kendisinin ödediğini ifade etmişken, zamanla saatin gümrük vergisinin bile Reza Zarrab’a ödetildiğinin belgesi ortaya çıkmıştır.
Egemen Bağış, kendisine teslim edilen kutuları inkâr edememiş ve kamuoyu ile alay edercesine bunların kadim geleneğimizde var olan hediyeleşmenin bir ürünü olduğunu ifade etmiştir. Erdoğan Bayraktar da tapelerde geçen konuşmaların doğru olduğunu dile getirmiştir.
Darbe iddialarını çürüten Adli Tıp Raporu
Ayrıca tapelerin montaj olmadığı yakın zamanda Adli Tıp Kurumu raporuyla belgelenmiş olması, darbe iddialarının ne kadar mesnetsiz olduğuna dair bir başka delil olmuştur. Hal böyle iken, bu yolsuzlukların hesabını millet adına, yargı emri ile sormaya çalışan polisler cezaevinde darbe suçlaması ile tutuklu bulunmaktadır.
Yalan ve İftira Furyası
Benzer bir şekilde, AKP Aydın Milletvekili Ali Gültekin Kılınç, ülkenin batısında laiklik hassasiyetinin olduğu seçim bölgesinde “Hizmet şeriat devleti kuracak” iddiasında bulunurken, aynı doğrultuda AKP’nin kontrolündeki İngilizce yayın yapan bir gazete de “Hizmet İslam devleti kuracak” manşeti ile dış dünyaya bir mesaj vermektedir. Ne gariptir ki aynı gazetenin Türkçe baskısı yine aynı gün “Hizmeti CIA ve MOSSAD kontrol ediyor” diyerek bu sefer de muhafazakâr ve milli duyguları hassas olan kesime hizmetin gayri milli ve yabancıların kontrolünde bir hareket olduğu iftirasını yaymaktadır. Türkiye tarihi bugüne kadar böylesi zaman ve zemine göre uydurulmuş bir yalan furyası yaşamamıştır.
Yüzbinlerce öğrencinin eğitim gördüğü dershanelerin ihanet merkezi olarak gösterilmesi, elli yıldır barış içinde birlikte yaşamayı kendine şiar edinmiş Hizmet Hareketi’nin Hrant Dink’in menfurca katli gibi cinayetlerle itham edilmesi, TUSKON üyesi işadamlarının devlet gücü ile batırılmaya çalışılması, Bank Asya’nın anayasal bir suç işlenerek, el konulmaya ve iflasa sürüklenmeye çalışılması, Kimse Yok Mu derneğinin yardım faaliyetlerinin engellenmesi, Afrika liderlerine ülkelerindeki Hizmet okullarının ajan yuvası olduğu iftirasının bizzat Erdoğan tarafından atılması, Hizmet’e karşı yapılan hukuksuz saldırıların ve zulümlerin sadece bir kısmıdır.
Tüm bunlar ne yolsuzluk ve rüşvet, ne de otoriterleşme ve idarede keyfilik gündemini değiştirebilmiş, ne de Hizmet Hareketi’nin kendisine yapılan haksızlıklar karşısında azim ve kararlı duruşunu kırabilmiştir.
İktidar, hukuku işletmek ve şeffaf bir şekilde hakkındaki tüm iddiaları yargı önüne getirmek yerine, algı operasyonlarına devam edecek gibi görünüyor.
Kamuoyunca iyi bilinmektedir ki, hiç kimsenin aklına gelmeyen iftiralar, en acımasız algı operasyonları; değil yüzlerce, on binlerce kişinin tutuklanması, artık bazı AKP’lilerce de itiraf ve telin edilen rüşvet ve yolsuzlukları örtbas edemeyecektir.
Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, insan hakları, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve kuvvetler ayrılığının olmadığı bir ülkede demokrasiden asla söz edilemez.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı"