Yazı yazmak çok heyecanlı bir süreç, elinizde muhteşem bir özgürlük ve kelimelerin sihri sayesinde bir çok kişiye ulaşabiliyorsunuz.
Okunduğu sürece :)
Gündem sık sık değişse de çoğunlukla bu gündem, hayatımızı derinden etkileyen konuların başında siyaset ve ekonomi gelse de, şunu farkettim ki siyaseti seven biri olarak beni bile yorup sıktıysa ilgilenmeyen birilerinin içini karartmıştır haklı olarak...
Maalesef öyle süreçlerden geçiyoruz ki son 20 yıldır bundan kopmak mümkün görünmese de, farklı bir konu yazıp uzaklaşmak hepimize iyi gelir belki.
Kendimize dönüp bakalım ve kendimizle bir yolculuğa çıkalım mı ne dersiniz?
Bizi şekillendiren, bizi biz yapan şartları başkalarını suçlamadan objektif ele almak mümkün mü, onu görelim istedim.
Aslında bu bir yolculuk, uzun bir yolculuk, bu yolculuğa doğumumuzla başlayıp içinde bulunduğumuz ülkenin coğrafyası, ülke, cinsiyetimiz, doğduğumuz aile, genetiğimiz, anne babamızın yetiştiriliş biçimi ve yaşadıkları, bizi yetiştirirken bize yaşatılanlar, eğitim sürecimiz vb. bunların hepsi ve daha fazlası bir insanın kim olacağı konusunda dış etkenler (şimdi yazarken farkettim de ne kadar çok etken altında nasıl şekilleniyoruz.)
"Bu kadar etken altında geriye ne kaldı?" derseniz o da sanırım bunların toplamıyla bizim hayata tutunuş biçimimiz.
Korkularımız; bizi samimiyet çerçevesinde bizi biz olmaktan alı koyan bir engel, kendimizi bizim bile tam olarak tanıyamadığımız bunu kendimize bile itiraf edemediğimiz bir gerçek varken, çok rahatlıkla başkalarını tanısak da tanımasak da tanıdığımızı düşünerek ön yargıyla hemen yargılama biçimimiz, aslında bize kendimiz hakkında da bir ipucu vermiyor mu?
Kendi sesimize bile ne kadar yabancı değil miyiz? Bizim kendimizi duyma biçimimizle başkalarının bizi duyma biçimi arasında 2005’te yayınlanan bir araştırmada danışanlara kendi sesleri dinletilip puanlamaları istenmiş. Aynı sesler için araştırmacılar da puanlama yapmış. Sonuçta hastaların klinik çalışanlarının objektif değerlendirmesine kıyasla kendi seslerini daha olumsuz değerlendirdiği görülmüş.
Kendi sesimize bile yabancıyken, kendimizi tam olarak tanıdığımızı söylemek mümkün mü?
Neleri yaparız? Yapmak istediğimiz nedir? Bizi heyecanlandıran mutlu eden şeyler nelerdir? ve bunlardan emin olduktan sonra yapmak için ne kadar çaba sarfederiz?
Asla ve asla neleri yapmayız? Bunu bilebilir miyiz?
Hayatın içinde öyle bir an gelir ki, yapmam dediğiniz bir çok şeyi yaparken bulursunuz kendinizi böyle bir durumla karşılaşınca verdiğimiz tepkiler bize samimiyetin nedenli önemli olduğunu göstermiyor mu?
Samimiyet ve duygularımızı ne denli karşımızdaki birine aktarmayı başarıp başaramadığımız bizi biz yapmıyor mu aslında?
Samimiyet; bıçak sırtı bir durum olsa da kişiden kişiye bunun suistimal edilebilme ihtimalini hesaba katarak davranma biçimimiz bile, korku imparatorluğunun bir engeli gibi.
Yıllar önce bir kitapta okuduğum bir alıntı "Beni gerçekten tanısaydın yine de sever miydin?" sözü çok anlamlı gelmişti ve hiç unutmadım...
Aslında sanırım hepimiz karşıdakine neyi ne kadar bilmeleri gerektiğinin hesabını yaparak kendi içimizde bir korku imparatorluğu yaşatarak kendimizi şekillendiriyoruz.
Yani biz; tüm bu iç ve dış şartları barındırıp hiç bir zaman özgür ve kendimiz olamadan bu dünyadan göçüp gideceğiz
Öyle mi?
Ben hep bu dünyaya geldiysek bir anlamı olduğunu ve bu anlamı bulmak için bir yolculuk yaptığımıza inananlardanım.
"Bunu nasıl başarırız?"ın bir formülü yok elbette ne kadar kendimizi tanımak için fırsat yaratıp, objektif olarak iç dünyamıza bakabilme cesaretini gösterip göstermemekle alakalı gibi.
Elimdeki bu imkanı kullanarak içimi döküp bir bakış açısı vermek adına yazılan bu yazıda, umarım yolculuğunuz kendi adınıza keyifle geçer.
İnsan doğmak elimizde değildi, ama insan kalabilmek elimizde olmalı değil mi?
İyi yolculuklar...