Eleştiri özellikle yeri ve zamanında yapıldığı zaman yanlış yapmanızı önler ve telafi edilmesi mümkün olmayan sonuçlar doğmasını önler.
Özellikle, yöneten insanların eleştiriye açık olması bu açıdan çok önemlidir; eğer kulaklarınızı eleştirilere kapatırsanız ve etrafınızdaki insanlar da çıkarlarından başka bir şey düşünmüyorlarsa çok tehlikeli bir yolda yürüyorsunuz demektir.
Bundan da tehlikelisi her eleştiri yapanın sizin “düşmanınız”, her uyaranın sizin “muhalifiniz” olduğunu düşünmeye başladıysanız durum daha da vahimdir.
Halkımızın gelir düzeyi veya eğitim seviyesinin düşük olması, işin sonunda “çok büyük” çıkar hesaplarının olması kamuoyumuzda sağlıklı bir eleştiri kültürünün gelişmesini önleyen en büyük etkendir.
Sıradan insanlardan geleceklerini ipotek altına alarak “doğruyu” söylemesini beklemek toplum bilimine aykırı bir süreçtir; tarih, sıradan insanların ancak bir öfke seli veya toplumsal hareketin peşine takılıp doğru-yanlış analizi yapabildikleri gösterir. Bunun içindir ki sıradan bir memurdan, basit bir işçiden, okuluna gidip gelmeye ve bir baltaya sap olmaya çalışan bir öğrenciden kendisini dolaylı yoldan ilgilendiren konularda eleştirel davranması beklenemez.
Peki, yöneticilerimiz için aynı şeyi söylemek mümkün müdür?
Yönetenlerin yanında “danışman” olarak istihdam ettikleri insanların “bulaşma, karışma, görüşme” siyaseti netice itibarı ile yönetenin kuyusunu kazmaktan başka ne işe yarar?
Yapılan en somut yanlışları dahi görüp de hizmet ettiğiniz kişiyi uyarmıyor veya uyaramıyorsanız, bunu makamınızı tehlikeye atmamak amacıyla yapıyor olsanız bile uzun vadede bindiğiniz dalı kesmiş olmuyor musunuz?
Zaman içerisinde, özellikle ülkemiz politikacılarında gelişen “her şeyi ben bilirim” tavrı bir piyango gibi bazen hedefi doğru tuttursa da çoğu zaman yanlış hedefi vuruyor. Politikada, özellikle dış politikada “yanlış hedef” bedelini bütün bir ulusun yıllarca ödediği sonuçlar doğurur. Bu kararlar yol, havaalanı, fabrika temeli atmaya benzemez; neticede yol çökerse on sene sonra yeniden yapılır ama vatan yüzyıllarca üzerinde çalışarak bize emanet edilmiş kutsal bir değerdir. Onunla ilgili karar verirken herkesin, hatta doğmamış çocukların bile hak’kını düşünmeliyiz.
Bunun için de özellikle dış politika gibi netameli konularda konunun uzmanları ile istişare etmeli, eleştiriye açık olmalı, kamuoyunun taleplerini göz ardı etmemeliyiz.
Onun için attığınız her adıma sürekli “çok güzel, bravo, müthiş” gibi tepkilerle yaklaşan “danışman”larla değil, biraz da aksi ve “doğru bildiğini yüzünüze karşı söyleyen” insanlarla çalışmak hem sizin, hem de ülkenin menfaati icabıdır.
Unutulmamalıdır ki her başarılı politikacının önünde onu güldüren bir saray soytarısı, arkasında ise onu sinirlendiren ama yanlış yapmasını önleyen gerçek bir danışmanı vardır.
Kalın sağlıcakla,