1976 yılında kaybettiğimiz İlköğretim Müfettişi Tayip Başer Bey (1), mesleki çalışmalarının yanı sıra, memleketi Çankırı’ya da ciddi manada zaman ayırarak Dünkü ve Bugünkü Çankırı (1956) ve Çankırı Karatekin Uluları (1969) kitaplarını yayınlamıştır. Başer; 190 sayfalık Dünkü ve Bugünkü Çankırı kitabının önsözünde durumunu “Ne tarihçiyim, ne de coğrafyacıyım, sadece Çankırı merkez ve köylerini etraflıca gezen bir Çankırılıyım. İlköğretim müfettişliği gibi daimi gezginci bir vazife ile son yirmi beş yıl içinde Çankırı köylerini birer birer gezmiş, gerek ilçe, bucak merkezlerinde gerekse köylerde uzun müddet kalmış ve incelemeler yapma fırsatını bulmuş, bu bakımdan Çankırı’yı iyice tanımış bir şahsım…” Cümleleriyle ifade eder. Rahmetli Tayip Başer’in, Çankırı için önemli bir kaynak olan Dünkü ve Bugünkü Çankırı kitabından bazı bölümleri özetleyerek, aktaralım:
Çankırı adı nereden geliyor?
Çankırı’ya milattan önce bugünkü Ankara Vilayetinde oturan ve bir aralık Çankırı’yı da merkez yapan Galatlar zamanında Gangrea adı verilmiştir. Galat lisanına göre Gangrea “keçisi bol memleket” demektir (2). Önceleri Cancari, daha sonra Garacalla parası üzerinde Gangaris diye kullanılan ve Romalılar devrinde bir müddet Germanapolis adını da taşıyan Çankırı, Osmanlılar dönünde Kangri adıyla anılmış ve Cumhuriyet devrinde de 1925’de Çankırı adını almıştır.
Etiler devrinde Çankırı
Orta Asya’da vuku bulan kuraklıktan dolayı etrafa yayılan ve kendileri için daha müsait yerler aramaya çıkan Orta Asya Türklerinden Etiler, İsa’nın doğumundan tahminen üç bin yıl önce Anadolu’ya geldikleri zaman Kızılırmak kenarlarına ve yakınlarına yerleşmişlerdi. Kızılırmak’ın kısmen de Çankırı topraklarından geçmesi dolayısıyla Etilerin Çankırı arazisi içinde de uzun müddet oturduklarını kabul etmek gerekir. Büyük depremlerin mühim merkezlerinden birisi olması ve Kuzey Anadolu’dan geçmekte olan deprem kuşağının Çankırı’dan geçmesi nedeniyle ortada Etilere dair pek bir eser kalmamıştır. Esasen bu sebeplerdendir ki Çankırı’da yalnız Etiler’e değil, Paflagonyalılar, Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılara ait eserlerden de pek azı meydandadır. Çankırı merkezinde çeşitli inşaat dolaysıyla yapılan kazılarda pek çok eski binalara ait temellerin, mezarların bugünkü seviyeden on metre kadar aşağıda görülmüş olması, şehrin zelzele seller dolaysıyla ne kadar dolmuş olduğunu göstermeğe kâfidir.
Paflagonya ismi Yunan mitolojisinden Fines’in oğlu Paflagon’a izafeten verilmiştir (3). Çankırı merkez kasabasının Paflagonya devrinde bu bölgenin mühim dini merkezlerinden birisi olduğu, bölgede yaşayanların Çankırı’yı sık sık ziyaret ettikleri ve Çankırı’da büyük bir tapınağın bulunduğu halk arasında söylenmektedir. Çankırı, Doğu Roma İmparatorluğunca Hristiyanlığın resmi din olarak kabulünden sonra da uzun müddet dini bir merkez olmuştur. Bu suretle en büyük rahipler ve din adamları burada yetişmiş ve hatta Çankırı’da beş, altı defa dini büyük toplantılar yapılmış, kilise kanunlarında mevcut yirmi maddelik hüküm yine bu Çankırı içtimalarında kararlaştırılmıştır(4).
Çankırı Kalesi
Rakımı 730 olan bugünkü şehre 150 metre yüksekten bakan dört köşeli bir satıh üzerine yerleşmiş taş tuğla ve hisarlarla çevrilmiş ve halen üzerinde fatihi Karatekin’in yatmakta olduğu bu kale tarihte sağlam yapılmış kalelerden birisi olarak anılmaktadır. Hisarlar zelzelelerde tamamen yıkılmış ve yalnız ufak bazı parçalar kalmıştır. Kale Orta Çağda bazen gözden düşmüş olan Bizanslılara sürgün yeri olarakta uzun süre kullanılmıştır. Kalenin yapılış tarihi kat’i olarak belli değilse de burayı gezen ve inceleyen J. H. Nordman kale üzerindeki sarnıçların (Cirambolu denen kısım) tarihten önceki çağlara ait olduğunu kaydetmektedir.
1893’de Çankırı’yı ziyaret eden seyyah Flotwel, kalenin bir krokisini yaptıktan sonra şöyle tarif ediyor: “Şehrin hemen şimalinde iki vadiyi ayıran sırtlardan dik yamacın boğazlarla hemen tamamıyla ayrılarak bu sırtlara yalnız birkaç metrelik tabii bir köprüyle bir yarımada gibi bağlanan ve ovanın alçak zemini üzerine sarp yamaçlarla 150 metre yüksekten hâkim olan kalenin rakımı 880 metre dört köşeli bir satıh üzerine yerleşmiş hisardan taş veya tuğla duvar parçaları, yarı yarıya kıyılmış tuğladan bir kule, bir camiin yalnız eski minaresi kalmış bulunuyordu. Şehri fetheden Karatekin’in kalede bulunan mezarı halk tarafından evliya türbesi telakki ediliyor…” denmektedir. (5) Çankırı şehri bir aralık İslam ordularının taarruzu sırasında kalesinin sağlamlığı ile de şöhret kazanmıştır. Emeviler, buraya birkaç defa gelmişler fakat şehri zapta muvaffak olamamışlardır.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında bugünkü Büyük Cami’nin bulunduğu sahada Selçuklular devrine ait bir cami varmış, bu caminin yıkılarak yerine Büyük Cami’nin yapıldığı ve eski camiye ait kitabenin Büyük Cami’nin güney yüzündeki duvara konulduğu, bu kitabeye göre eski caminin 1324 yılında yapıldığı anlaşılıyor.
1894 yılında neşrolunan Kastamonu salnamesine göre:
“Çankırı merkezinde 2485 hane, 717 dükkân, 5 han, 13 medrese, 10 cami, 16 mescit, 2 kütüphane, 7 tekke, 1 bedesten, 6 hamam, 3’ü fabrika halinde 6 değirmen, 3 çamaşırhane, hükümet ve askeri daireleri, bir kışla, bir telgrafhane, beş köprü, bir iptidai, bir idadi ve bir kız ilkokulu, 18 mahalle mektebi, bir Rum, bir Ermeni kilisesi ile birer Rum ve Ermeni mahalle okulu ve frengi tedavisi için kurulmuş bir hastanesi vardır...” Denilmektedir.
1840’ta neşrolunan ilk devlet salnamesinde Çankırı sancağının Ankara vilayetine bağlı olduğu kayıtlıdır.
İstiklal Savaşında Çankırı
İstiklal Savaşı başlangıcındaki Çankırı, ilçeleri ile birlikte tamamen harap ve bakımsız bir halde idi, buna rağmen Çankırılılar harbin icaplarına göre üzerlerine düşen bütün vazifeyi seve seve yaptılar. Atatürk’ün Samsun’a çıktığı günden itibaren onu takip eden Çankırılılar, Ata’nın Ankara’ya gelişinde de o zaman Ankara Muallim Mektebi müdürü ve Ankara’da “Azmi Milli” adındaki gazetenin sahibi ve yazarı olan Kemal Cenap Başer (5) ve Çankırılı birkaç arkadaşı vasıtasıyla Ata’ya hoş geldin vazifesi yaptılar ve Çankırılıların saygılarını bildirerek, “emirlerini beklediklerini…” arz ettiler. Bundan sonra İstanbul’dan İnebolu yolu ile başlayan mebuslar, memurlar, subaylar ve erler İnebolu’ya çıkan cephanelerin Ankara’ya nakli başladı ki; Çankırı bu nakil işinde de tarihi vazifesini yapmıştır.
İnebolu’dan 1920 ve daha sonra Ankara’ya geçen bütün mebus, kumandan, sefir vs. zevat o vakit Çankırı zenginlerinden olan Abdullah Çavuş adındaki şahsın evi ve Suyolu otelinde (şimdiki Şehir oteli) misafir edilmişlerdir. Çankırı’nın o devirdeki çalışmalarını buracıkta birkaç satırla izaha imkân yoktur. Belki ciltlerce kitap dolduracak olan İstiklal Savaşındaki Çankırılıyı anlatmaya kelimeler yetmez. Kucağındaki çocuğu ile kağnısını koşarak İnebolu’dan aldığı mermileri Ankara’ya getiren, Ilgaz Dağlarını aşarken bin türlü müşkülata göğüs geren ve daha önce kocasını İnönü ve Sakarya boylarına uğurlamış ayağı çarıklı Türk kadını da Çankırılıdır. Onu görmek isteyen Çankırı’nın yarınki çocukları Çankırı’da Atatürk Anıtının kaidesindeki kabartmada ve Ankara Ulus’taki Zafer anıtında mermi taşıyan köylü kadını görüp göğüslerini kabartabilirler. Burasını gururla söyleyebiliriz ki; İstiklal Savaşının bütün cephanesi Çankırılı ihtiyar erkeklerle yine kadın, gelin ve kızların elinden devredilmiştir. Bu zor nakliyat işinde her türlü fedakârlığa katlanan Ilgaz’ın Kale ve Kıyısın köyünün katırcıları ile Kale köyünden Hancı Halil Ağa’yı, Çankırılı Arabacılardan Kartallı Ahmet ve Kel İmamın Hafız adıyla anılan Hafız Hüsnü Ağaları kaydetmeyi bir vazife bilirim.
Atatürk ve Çankırı
Atatürk Çankırı’ya 23 Ağustos 1925 sabahı şeref vermiştir. Atayı sabah Halim Bayram’ın alçı fabrikası önünde karşıladık. Esasen İstasyon köprüsünden alçı fabrikasına doğru giden bu yol (Şimdiki Atatürk caddesi) o gün sırf Ata için açılmıştı. Yol ve bu mahallenin olduğu yer tamamen tarla idi, birkaç gün içinde belediye reisi Cemal Dolunay tarafından açtırılmıştı. Eski yol çaya paralel olarak gider ve Dedeler köprüsü önünde Ankara şosesine karışırdı. Birkaç otomobille gelerek alçı fabrikası önünde otomobilden inen Atatürk, eline başındaki şapkasını alarak bizleri selamladı. Biz ise başımızdaki feslerle buna nasıl mukabele edeceğimizi şaşırmıştık. Kimimiz feslerini çıkarıyor, kimimiz o günleri adet olduğu veçhile elle asker selamı veriyorduk. Atamız, O gün Kurtuluş okulunda öğle yemeğini yedikten sonra Kastamonu’ya geçti…
… Anadolu Ajansı’nın telgrafı Çankırı’ya gelince, bütün Çankırılılar çarşılarda şapka aramaya başladılar fakat buna imkân yoktu çünkü Çankırılılar şapkayı ilk defa ve Atatürk’ün başında görmüşlerdi. Çarşılarda şapka değil, bolca fes vardı. Artık iş dükkânında ve evlerinde dikiş makinaları olan terzi veya terzi yamaklarına kalmıştı. Bütün terziler ve eli iğne tutan kadınlar, kızlar şapka dikmeye başladılar. O gece sabahlara kadar beyaz bezden ve pikeden şapka dikildi, ertesi gün herkes eline geçirdiği şapkalarla Atayı karşıladı. Ata memnuniyetini o sırada kendisine hoş geldiniz mahiyetinde güzel bir konuşma yapan Tahsin Nahit Uygur’un konuşmasına müteakip veciz hitabesiyle izhar etti.
Çankırı’nın adsız kahramanları
Candaroğullarından İsfendiyar Bey zamanında ve onun emrinde Birinci Murad’ın Kosova meydan muharebesine gönderilen ordunun içinde bulunan Çankırılılar orada şecaat göstermişler ve imparatorluğun temelini sağlamlaştıran Kosova Meydan muharebesinde de Çankırılı kahramanların kanları dökülmüştür. İmparatorluk devrinde kendisinden can, mal namına ne istenmişse vermiş olan Çankırılılar imparatorluk devrinin bütün harplerine katılmış, Tuna boylarında, Tahran kapılarında at oynatan, Yemen çöllerinde asi Arapları bekleyen ve onlarla uğraşan Orta Anadolu çocukları arasında pek tabii olarak Çankırı’nın kahraman ve asil evlatları da vardır. Osmanlılar devrinde Çankırı’nın ve onun kahramanlarının adı da hiç anılmazdı! Esasen o devirde padişahtan ve vezirlerden başka kimin adı anılırdı ki? Çankırılı, imparatorluğun bütün muharebelerinde atı ve silahı ile hazır bulunmuştur. Bu suretle gittiği yerlerde kanını dökerek neslinden kimse kalmamış olan Çankırılı sönmüş aileler saymakla tükenmez.
Birinci Cihan harbinde Çanakkale’ye giden ve Çankırı’da Atış Okulu’nun bulunduğu tepede karargâh kurmuş olan 38. Piyade Alayı tamamen Çankırılı çocukları sinesinde toplayarak 6. Kolordu emrinde Çanakkale savaşlarına harbin sonuna kadar katılmış, bu alay içinde vatani vazifelerini yapmış ve canlarını feda etmişlerdir.
(1) Gerede isyanını bastırmak için Çerkeş’te 13-14 yaşındaki çocuklardan bir alay teşkil edilir. Bu alay isyanı bastırmakla kalmaz, isyancıların topunu da alıp, Çerkeş’e getirir. Tayip Başer, işte o alayda yer alan çocuklardan biridir.
(2) Küçük Asya Tarihi (Şarl Texiye) ve İslam Ansiklopedisi.
(3) Çankırı Müftüsü Ataullah Efendi’nin notlarından
(4) Çankırı’da Ahilikten kalma Esnaf ve Sohbet Teşkilatı, sayfa 341
(5) İslam Ansiklopedisi, sayfa 385
(6) Kemal Canip Başer, Çankırı Türk Ocağı başkanlığı da yapmıştır.