Yazar, doktor, tıp tarihçisi, ressam ve tezhip sanatçısı Ahmet Süheyl Ünver’in yazılardan, çizimlerden ve resimlerden oluşan 1200 civarındaki defteri gerçek bir kültür hazinesidir. Kızı Gülbün Mesara’nın arşivindeki yedi defterden hareketle 2014 yılında hazırlanan Orta Anadolu Defterleri kitabında, Süheyl Ünver’in 1957-1970 yılları arasında Çankırı, Ankara, Kayseri, Niğde ve Nevşehir’e yaptığı seyahatlerde kendi el yazısıyla tuttuğu notlar ve çizdiği resimler yer almaktadır. Çankırı’ya 14 sayfa ayrılan 738 numaralı Orta Anadolu Defterleri’nde Çankırı Ulu Cami, Eski Çankırı evleri, Hacı Muradı Veli ve Taş Mescit’e dair bilgi notları, 17 adet fotoğraf, 7 adette çizim yer almaktadır.
Defterleri yayınlayan Kubbealtı Cemiyeti’nin yayın ciddiyeti asla tartışılmaz ancak Orta Anadolu Defterleri’nde yer alan Süheyl Ünver’in el yazısı notları doğru düzgün okunmuyor. Ayrıca görsellerin kalitesi de çok düşük…
Darüşşifalar din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin insanlığa hizmet etmiştir. Avrupa’nın karanlık çağı yaşadığı dönemde şifahanelerde modern tıp eğitimi verilmekte ve hastalar dönemin şartları içerisinde “parasız” tedavi edilmekteydi.
Selçuklu döneminde inşa edilen 10 şifahaneden biri, Çankırı’mızda bulunmaktadır. Atabey Cemaleddin Ferruh tarafından 1235 yılında mimar Şehabeddin İnal bin Cemali’ye inşa ettirilen Çankırı Şifahanesi, Tımarhane mahallesi veya Derbent denilen alanda kuru çay yatağı kenarında, yüksek kayalık bir tepe üzerinde bulunan yapı topluluğu darüşşifa, fevkani bir darülhadis (taş mescit) ve mezar türbeden meydana gelmekteydi. Bu yapılar çok az bir zaman farkıyla inşa edilmiş ve külliye oluşturmuştu. Ancak günümüze sadece Taş Mescit ve türbe ulaşabilmiştir.
Darüşşifa ve darülhadis, tekke ve zaviyeler kapatılıncaya kadar Çankırı Mevlevihane’si olarak kullanılmıştır. Mevlevihane kapandıktan sonra bina bir süre alay karargâhı, cephanelik ve depo olarak kullanılmış, daha sonra bakımsızlıktan harap olmuştur.
Darüşşifa’dan kalan ve günümüzde kayıp olan başları karşılıklı gelecek şekilde birbirine sarılmış 100 x 25 cm boyutlu yılan motifli taş üzerine işlenmiş kabartmanın, Çankırı Cemaleddin Ferruh Darüşşifası içinde bulunan Çankırı Mevlevîhanesi şeyhi tarafından muhafaza edilmiş olduğu Çankırı defterinde kayda geçmiştir. Taş Mescidin mezar odalarına girilen alt kapısının üzerine,1986 yılında bu kabartmanın bir kopyası konulmuştur.
Çankırı Cemaleddin Ferruh Darüşşifasına ait olan; 18 x 13 cm, üst kısmı 23 x 17 cm ölçülerinde kupa şeklinde bir gövdeye sarılı yılan motifi, kupanın altından dolanarak kıvrılan yılan kabartması kadehin üzerine kadar uzanan bir taş; günümüzde Çankırı Müzesi’nde sergilenmektedir. (Müzemiz, 28 Haziran 2019’dan bu yana kapalıdır)
Ord. Prof. Dr Süheyl Ünver; Çankırı Cemaleddin Ferruh Darüşşifası’nı tanınamayacak kadar harap ve odaları birbirine girmiş ve bozulmuş olarak tespit etmiştir. Türk Tıp Tarihinin kurucusu sayılan Ünver, Çankırı ziyaretinde Selçuklu Darüşşifası’nda bir taş üzerindeki çifte yılan sembolü görmüş ve Türk geleneklerini de yansıtması açısından “hekimliğin sembolü olarak” öneride bulunmuştur.
Dünyada ilk defa “iki yılanlı tıp amblemi” önerisi 1937 yılında kabul edilir. 1956 yılında da Dünya Tıp Cemiyeti, iki yılan figürünü Dünya Tıp Birliği’nin sembolü olarak benimser.
Bugün kullanılan Tıp logosu, Selçuklu şifa düğümü adı verilen ve ebedi hayatı sembolize eden bu ikonografidir.
Yılanlı sembol, bugün tüm dünyada sağlık bilimlerini (hekimlik, diş hekimliği, eczacılık, veterinerlik) temsil eder. Ünver, bu sembolün Selçuklulardan, Osmanlılara Osmanlılardan da Cumhuriyet Türkiye’sine miras kaldığını, bunun dahi zihin dünyasında ve kurumsal kültürde devamlılığı ortaya koyduğunu savunmuştur. Türk tıbbının “alameti” olarak sunulan yılanlı sembolün Çankırı Atabey Ferruh Darüşşifası’nda işlenmiş bir işaret olduğu, bu sembole Uygur kayıtlarında da rastlandığını öne sürmüştür.
Şehrimiz açısından çok önemli olan bu simge, ne yazık ki Çankırı tanıtımlarında layığınca ifade edilememiştir.
Orta Anadolu Defterlerinden notlar:
Taş Mescitte yatan kaditler (iskeletler) hakkında:
Çankırı Taş Mescit’te bulunan kaditlerin, Çankırı’nın fatihi Karatekin’in kumandanları olduğu rivayet edilir.
Bu kumandanlar Çankırı’nın fethinde Karatekin’in sıkışık bulunduğu bir anda helva yaptıklarını duyar ve onlara bedduada bulunur.
“Kadit olsunlar der ve kadit haline gelirler.” denilmektedir.
…
Ulucami’nin hemen yanında hamam varmış, yıkmışlar. Kanuni Sultan Süleyman buradan geçerken cami yapanlara “ben dönüşte açacağım…” demiş. Lakin cami bitmiş, halk sabırsızlanmış. Padişahı beklemeden açmışlar. Bunu duyan Kanuni çok kızmış, “yıkın!” demiş.
“Efendim camidir yıkmayalım, bırakalım kendi haline kendisi yıkılsın…” demişler.
Ulu Cami'ye vaktiyle 8-10 ayak merdivenle çıkılırmış, şimdi çok dolmuş. Cami, bugün avlu hizasında...
Birisi der ki: Çankırı’da bir avuç alçıyla her şeyi yaparlar. Zira Çankırı’da çok alçı çıkar. Ama yapılanlar sonra bozulur.