Dr. Mustafa Kotanoğlu, babası Seyfullah Kotanoğlu’nu anlatıyor

Metin YILMAZ

11 Nisan 2012 tarihinde Hakka yürüyen Çankırı’nın unutulmaz Müftüsü Seyfullah Kotanoğlu Hocamızın oğlu Ankara Halk Sağlığı Başkanı Dr. Mustafa Sırrı Kotonoğlu ile kısa bir söyleşi gerçekleştirdim.

Mustafa kardeşimizle ilk kez karşılaştım. Rahmetli babasını çocukluk yıllarımdaki gençlik haliyle bilen biri olarak, babasının kopyasıydı karşımda duran. Sanki 40 yıldır tanıyormuşçasına aşina, tertemiz bir sima. İlk sorumu yöneltecektim ki; önceden biliyormuş gibi hemen söze girerek cevaplandırdı:

"Babamın tembih ve vasiyetiydi: 'Çankırı’dan biri gelirse ilgilen, dertlerine derman ol, Çankırılılar'a kapını açık tut!' Ben de Çankırılılar'a elimden gelen yardımı yapmak için her zaman azami gayret gösteriyorum."

Dr. Mustafa Bey rahmetlinin adres defterini göstererek, defterde yazılı olan isimlerin yüzde 90'ının Çankırılı olduğunu söyleyerek, Çankırılılar'ın babasına duyduğu sevgiyi yakın tarihten bir hatırasıyla anlattı:

"Birkaç yıl önce bir sünnet daveti üzerine Çankırı’ya gittik babamla... İkindi namazından 1,5 saat önce Büyük Camii kürsüsünden vaaz vermesi için Çankırılı esnaf ve vatandaşlar babamı sevgi çemberine aldı. Derken, Belediyeden vaaz anonsu da yapılınca cemaat Büyük Cami'nin bahçesi dışına taştı. Öyle ki polisler geldi 'Ne oluyor?' diye. Cemaat o kadar coşkuluydu ki; ikindi namazı vaktinden tam bir saat sonra kılınabildi ve sohbet akşam namazına kadar devam etti.

Babamın Çankırı’ya duyduğu muhabbet inanılmazdı, çok severdi Çankırı’yı ve Çankırılılar'ı. Babamın vefatından itibaren başsağlığı için o kadar çok Çankırılı aradı ki... Çankırı’da İslam’a hizmet için büyük gayretler gösteren ve bu yolda güçlü dostluklar kurarak Çankırı’nın her köşesine koşan babama Çankırılılar sahip çıkarak vefa gösterdiler, Allah razı olsun. Derdi ki; Erzurum’un (kendi memleketi) mollası çoktur, kıymet bileni azdır. Çankırı’nın mollası yoktur ama çok kıymet bilirler.

Bir gün Keçiören Bağlum’da birlikte Seyyid Abdülhakîm Arvasi Hazretleri’nin kabri yakınından geçerken: 'Olur ya Hak vaki olur, (eliyle işaret ederek) beni Bağlum çamlarının buraya defnedin...' demişti. Öyle de oldu, vasiyeti üzere Bağlum’a defnettik.

Babam ikindi namazına ayrı bir ehemmiyet verirdi. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) Hendek harbinde İkindi vakti geçti diye gözyaşı döktüğünü sık sık anlatırdı. Babamın cenaze namazı da İkindi vakti Hacı Bayram Camii’nde kılındı. Vasiyeti üzerine vefatına kadar vaaz kürsüsüne çıkmayı sürdürdüğü Keçiören Mecidiye Camii’nde de öğlen cenaze namazı kılındı. Babam için Mescidi Nebevi’de ve Kâbe’de de gıyabi cenaze namazı kılındığını öğrendik. Ayrıca hatimler geldi yurdun ve dünyanın dört bir köşesinden. Avustralya’da bile babamın gıyabi cenaze namazı kılındığını biliyoruz. 'Ağlamayın, sızlamayın! Namazınızı kılın, Kuran okuyun. Allah’ın ipine sımsıkı sarılın!' son sözleri oldu."

"Rahmetli Seyfullah Kotanoğlu vaaz vermek için yüzlerce kere kürsüye çıktı. Kendine has tarzıyla verdiği vaazlarla canla, başla İslam’a hizmet etti; büyük ilgi ve sevgi gördü. Bunca vaazının ses ve görüntü kayıtlarından elinizde var mı?" diye soruyorum.

Babasının 1977’den itibaren 150 civarında ses kaydının mevcut olduğu ve bunları düzenlemek suretiyle yayınlamaya başlayacağını; "İleride babasının vaazlarından oluşan bir kitap serisi yayınlama düşüncesinin de olduğunu" ifade ediyor.

- 12 Eylül 1980 sonrası Hocamın çektiği sıkıntıları sorayım...

"12 Eylül öncesi babamın vaaz kasetlerine bakıldığında hep birlik ve beraberlik vurgusu var. Terörün canlar aldığı o sıkıntılı günlerde; bunun bir oyun olduğunu ve amacın Müslümanı, Müslümana kırdırmak olduğunu sürekli anlatıyordu babam. 12 Eylül ihtilalini yapanların, aslında 12 Eylül zeminini hazırlayanlar olduğuna defalarca dikkat çekmişti. O dönemde vaaz verdiği camilere bomba ihbarı yapılmış, cami duvarına tehdit sloganları yazılmış ve evimizin telefonu aranarak, birçok ölüm tehdidi almıştık.

Bir Mehmetçiğin cenaze namazına katılan Kenan Evren’in 'cenaze namazına iştirak etmemesi üzerine' babam; 'Bir devletin başkanı cenaze namazı kılmaktan acizse, o devletin batması haktır!' sözünü korkusuzca Hacı Bayram Camii’nden haykırmıştı cemaate... Babam hayata 3 pencereden bakardı: Kur’an, Sünnet, vatan.

12 Eylül'ü yapanları karşısına alınca 10 gün gözaltında tutuldu ve akabinde Merkez Komutanlığı'nda yargılandıktan sonra serbest bırakıldı. Bu arada evimize gelip, didik didik aradılar. Anayasa oylamasında Kotanoğlu soyadını taşıyan herkes listeden çıkartılmıştı. Hiç birimiz oy kullanamadık. Babam akabinde Ağrı’ya tayin edildi, 45 gün sonra da emekli oldu. 1989’da çıkan afla görevine tekrar döndü. 1983 ile 1986 arası Bursa’ya yerleştik. Bursa’da da babamı vaaz için kürsüye çıkmasına izin vermediler. Daha acısı da, izin için gittiği memleketimiz Erzurum’da bile kürsüye çıkıp, vaaz vermesine mani oldular. Bursa’da olduğumuz yıllar babam Ramazan’da Ankara’ya gelip vaaz veriyordu."

- 28 Şubat sonrasında da sıkıntılar yaşamıştı rahmetli, anlatır mısınız o dönemi?

"Polatlı’da verdiği konferansla ilgili bölücü bir yayın organı suç duyurusunda bulunmuş, bunun üzerine açılan davanın mahkemesi görülüyordu. 'Avukat tutalım' dedim ama 'istemiyorum' dedi. 2 No'lu DGM’de 313. Maddeden yargılanıyordu. Mahkeme günü duruşma salonunun kapısına geldik. Tam içeri girerken kapıdaki listeye göz attı ve kahırlanarak bastonuyla vurarak 'Heyhat!' dedi...

O listenin ilk sırasında Leyla Zana’nın, ikinci sırasında Hatip Dicle’nin adı vardı. Mahkeme üyeleri hain Apo’yu yargılayan ekipti. Talat Şalk başkandı. Savunmasını yaparken sanki Hacı Bayram Camii’nde Cuma vaazı veriyormuş gibi tam 1 saat 45 dakika konuştu. 'Beni yargılayın ve neyse cezam verin ama beni kapıdaki listede isimleri yazılı şerefsizlerle yargılamayın!' diye haykırarak savunmasına başladı ve önce hayatını ve mücadelesini özetledi.

'Sizin bana burada vereceğiniz ceza, öteki tarafta kurtuluşum olacaktır!' diye bitirdi savunmasını. Yaş haddi ve iyi halinden babama hapis cezası verip 5 yıl tecil ettiler. Bu 5 yıl zarfında ceza alması halinde tecil de bozulacağından temkinli olması yönünde defalarca telkinde bulundum. Ancak bana 'Bak Mustafa benim konuşmalarımdan benim başıma bir şey gelmez. Çünkü ben öyle hocalardan okudum ki; onların duaları ve icazetleri beni korur...' derdi. Babam savunmasını yaptıktan sonra daktilografa dönerek 'Kızım yazdığından bir kâğıtta bana verin çünkü onu öbür tarafa götüreceğim...' dedi, hâkim de vereceklerini söyledi. Babam savunmasını yaparken, mahkeme salonu dolup taşmıştı. O mahkemenin mübaşirinin şu sözlerini de söylemeden geçmeyeyim: 'Ben sanık sandalyesinde 30 yıldır nice savunma yapan insana şahit oldum ama böyle bir savunma yapanı ne gördüm, ne de duydum.'

Kayseri’de Tıp Fakültesi'ne okumak için geldiğimde, valizimi açınca babamın mektubuyla karşılaştım. Babam namazımı kılmamı, Sünnete uymamı ve idareci olduğumda da adaletli olmamı istiyordu. Resulullah’ın 'Kızım Fatma namazını mutlaka kıl, yoksa sana şefaatçi olamam...' hadisi şerifini sık sık hatırlatırdı.

Babam, Necip Fazıl’ı Çankırı’ya getirmiş. Bunun, bir de hikâyesi var anlatayım: Necip Fazıl Kısakürek Kastamonu’da konferans verecekmiş. Babam bunu duyunca nasılsa Çankırı üzerinden geçecek diye aralarındaki muhabbete dayanarak, Çankırı’da da bir konferans vermesini rica etmiş. Necip Fazıl zaman darlığı nedeniyle öğlen mutlaka Kastamonu’da olmasını gerektiğini söyleyince, babam o saate kendisini Kastamonu’ya yetiştireceklerini söylemiş…

Necip Fazıl’ın Çankırı’ya geleceği ilan edilince Çankırılılar Büyük Sinema'yı tıka basa doldurmuşlar… Necip Fazıl kürsüye çıkmış, ilk cümlesi 'Ey Çankırılılar bu hoca size yeter! Benim konuşmama gerek yok' olmuş..."

- Reisül Kurra Gönenli Mehmet Efendi’yle hatırasını anlatır mısınız?

"Gönenli Mehmet Efendi (Mehmet Öğütçü) kendisine ders almaya gelen öğrencilerine 40 kuruş harçlık verirmiş. Babam da kendisinin öğrencisi imiş ama hiç para almak kısmet olmamış. Çünkü babam, dersi bitince bir başka hoca efendiden ders almak için İstanbul’un bir başka köşesine koşturuyormuş… Bir gün Gönenli Mehmet Efendi, Babama: 'Seyfullah, sen çok mu zenginsin? Niye harçlık almıyorsun?' diye sormuş.

Babam da; 'Sizin dersinizden sonra Eminönü’ne Bacakları Kesik Mehmet Efendi’ye yetişmeye çalışıyorum, oradan Çamlıdere’ye Süleyman Efendi’nin dersine yetişmeye çalışıyorum. Efendim dersim bitince, diğer dersleri almak için hemen çıkıyorum, bu yüzden de bugüne kadar sizin vermiş olduğunuz parayı alamadım.' Babamın bu cevabı üzerine, mübarek; 'Seyfullah oğlum bundan sonra sen gelme! Ben sana öğrenci göndereyim, onları okut sana 1 lira vereyim...' diyerek mukabelede bulunmuş."

Yorum Yap
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.