Bir bayram günü elimizden kaçırıp, gökyüzünün derinliklerine yavaş yavaş yükselişini seyrederken gözden kaybolan uçan bir balon gibi ardından baka kaldığımız çocukluğumuz…
Şarkıdaki gibi; “Her anını eksiksiz, dün gibi hatırladığımız geçip giden o güzelim yıllarımız…”
Modernleşmenin dayattığı hayat tarzının insanları beton bloklara yönlendirmesi, Türk toplumunun en temel özelliklerinden biri olan "mahalle kültürü" ve "komşuluk ilişkilerini” her geçen gün biraz daha yok ediyor. Çocukluk yıllarımızın geçtiği eski mahalleler sevgi, saygı, paylaşma ve yardımlaşma ruhunun hayatın her saniyesini kuşattığı, komşuluğun akrabalıkla yarıştığı birbirinden güzel insanların yaşadığı güven, huzur, muhabbet ve mutluluk mekânlarıydı... Can kaygısı, mal kaygısı yoktu. Kapılar kilitlenmezdi. Büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü bilirdi. Kimse kimseyi selamlamadan geçmez, komşu hatırı, komşu hakkı asla çiğnenmezdi. Değil insanın; bir tek kibrit çöpünün bile kıymeti vardı… Çakılan kibritin ilk aleviyle ocak yakılır, söndürülüp ateşi taşımak için saklanırdı.
Eskiden çocuklar paylaşmayı dört duvar arasında elektronik oyuncakların esir aldığı günümüz çocukları gibi sosyal medyada değil, mahallelerinde öğrenirlerdi. Mahallenin kavga eden çocukları “sarılın bakalım birbirinize, siz kardeşsiniz…” talimatıyla barıştırılırdı. Sevgi vardı insanların gözlerinde, sözlerinde, yüreklerinde… Mahallenin çocuklarıyla karşılaşan büyükler başlarını okşar, mendillerinde taşıdıkları akide şekeriyle sevindirirlerdi onları…
O güzel yılları, o güzel insanları hatırladıkça aklıma ilk gelenler Damlamca’nın gülleri Hatip Dede ile eşi Zehra Teyze’dir.
Hatip Dede zayıf, beli bükük, uzun pamuk sakallı, başında beyaz örgü takkesiyle çok sevimli bir ihtiyar amcaydı.
Elinde işlemeli ağaç bastonuyla, evinden çarşıya gidişinde ve dönüşünde hep bir ağızdan “Dedeeeee… Dedeeee…” diye bağırarak sevgi gösterisinde bulunurduk ona. O da bizleri coşkuyla, neşeyle sesli gülümseyerek, bastonunu havaya kaldırıp selamlar, “Yavrularımmm... Yavrularımmm...” diye mukabelede bulunurdu. Bu sözlü gösterinin ardından koşup onu kucaklar, verdiği akide şekerini çatırdatarak yerken, tatlanan ağzımızla daha da bir coşkulu “Dedeee... Dedeee... Dedeee...” diye koro halinde ona teşekkür ederdik. Her birimizi tek tek öpüp koklar, bizlere öğütler verir ve dualar ederdi. “Ömrünüz uzun olsun, düğününüz de güzün olsun yavrularım…” duasına gülüşerek topluca “âmin” derdik…
Pozitif enerjisiyle, sanki gökyüzünden biz çocukların üzerine her gün yıldız gibi mutluluk ve neşe serperdi Mehmet Dede.
Çocukları çok seven Hatip Dede, Çerkeşli Teyze çifti, çocukları olmadığı için Şükran Hanımı evlatlık olarak alırlar. Mehmet (Leblebici) Amca; "Hatip Dede" olarak; eşi Zehra Nine de Çerkeş’ten gelin geldiği için "Çerkeşli Teyze" olarak bilinirdi Damlamca’da. Mehmet Dede her gün vakit namazlarını eda etmek için Büyük Cami’ye gider, elinde taşıdığı ibriğine tatlı sudan doldurur, fırından sıcak ekmeğini aldıktan sonra evinin yolunu tutar; onunla yolumuz Tahtaköprü’de kesişirdi.
Mehmet Amca tahta köprüden evine gelesiye kadar Çerkeşli teyzeye "gözümün nuru, canımın içi…” diye mırıldanarak iltifatlar ederdi. Çerkeşli teyzenin evde ne kadar kova, tencere, maşrapa gibi kap varsa su doldurma huyu vardı.
Mehmet Dede’nin işi Bekçi tahsildarlığıydı. O dönemde mahalle bekçilerinin ücretini görev yaptığı mahalle sakinleri ödermiş. İşte bu parayı mahalleliden Mehmet Amca tahsil edermiş.
Hatip Dede, 1979 yılında can yoldaşı Zehra Nineyi kaybeder. Mahalle arkadaşımız İsmail Çağlak’ın babası Salih Amca definden sonra Mehmet Dede’nin Zehra Nine’nin mezarı başında bir süre kaldıktan sonra, kabrin başından ayrılırken 7 tane taş attığına tanık olur.
"Mehmet Amca, niye böyle yaptın?” Sorusunu, cevapsız bırakır. Salih Amca bu duruma bir mana veremez ancak bu hadiseden 7 gün sonra Mehmet Dede de vefat edince bunun hikmeti ilahiden olduğunu anlar.
Yaşadıkları mahalledeki insanların gönlünde büyük yer eden bu 2 güzel insan; tıpkı hayattaki gibi, el ele sonsuzluğa gider gibi yan yana yatıyor mezarlarında. İstemedikleri için her ikisinin de mezar taşı yok. İplik Pazarı Camiinin karşısında 60’lı, 70’li yıllarda dükkânı olan Çankırı’nın tek bayan kuaförü Aliye Hanım Teyze, Mehmet Dede’nin yeğeni idi.