Tüm dünyada izlenme rekorları kıran Spartacus dizisinde cesur sahneleriyle rol alan Ayşe Tezel, “Türkiye’de küçük bir rolle birden bire tanınmam aslında aşağılayıcı, bu ilk çıplak rolümdü” diyor.
Filmografinizde ilk büyük rolünüz ‘Court of Lonely Royals’ dizisi. Kariyer hikayenizi anlatır mısınız?
Yeni Zelanda’da oyunculuk eğitimi aldım. Ardından Amerika ve Mexico City’ye gittim orada çalışmalarım oldu, ardından Avustralya’da iki filmde daha rol aldım. Aslında oyunculuk kariyerim boyunca oradan oraya dolaştım diyebilirim. Çünkü bir sonraki aşamam Londra’da reklam filmlerinde rol almak oldu. Şu aralar ‘The Blue Rose’ dizisinde rol alıyorum ve aynı zamanda Spartacus. Yıl sonunda ise New York’a gidip bir filmde rol alacağım. Henüz en büyük kırılma noktamı yaşadığımı düşünmüyorum ama bu konuda oldukça iyimserim.
Çocukluk hayali oyunculuk olanlardan mısınız?
Çocukluğumun hatırladığım ilk yıllarından beri oyuncu olmak isterdim. Bilirsiniz tek başıma küçük gösteriler yapıyordum aileme. Annem beni drama derslerine yolladı.
Türkiye’de isminiz Spartacus dizisiyle duyuldu. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Aslında idealimde fiziksel olarak bu kadar ön planda olacağım bir rol yoktu. Türkiye’de gerçekten iyi bir sanat filminde ödül kazanmış bir Türk oyuncu olarak tanınmayı tercih ederdim. Ancak kaderinizi her zaman seçemiyorsunuz.
Türkiye’den ne gibi tepkiler aldınız dizi yayınlandıktan sonra?
Çevirmenime bana sadece olumlu yorumları çevirmesini söyledim ve beni destekleyen herkese teşekkür ederim. Beni yargılamak yerine beğenmeyi seçmeleri benim için çok önemli. Türkiye’de küçük bir rolle birden bire bu kadar tanınmam da aslında çok aşağılayıcı. Umarım bir gün gerçekten iyi bir rolle gurur duyacağım bir şekilde tanınabilirim.
Türkiye’den oyunculuk yapmak ister miydiniz?
Tabii ki isterim. Kaliteli bir proje olduktan sonra neden olmasın. Çok fazla Türk filmi ve dizisi bilmiyorum ama denemek isterdim.
‘Sarı saçlı, mavi gözlü çocukların arasında göze batıyordum’
Bizde güzel kadın oyunculara sormak adettendir. Ne tür erkeklerden hoşlanırsınız?
Biraz düşününce sanırım çok kılı kırk yaran bir karakterim var. Bir erkekte olgunluk, saygı, kibarlık, derinlik, güven, zekâ ve dürüstlük ararım. Ve kesinlikle beni güldüren biri olmalı...
Gelecekle ilgili hayaliniz nedir?
Seyahat etmeye, bağımsız filmlerde ve kaliteli dizilerde oynamaya devam etmek. Ham, gerçek ve çekicilikten uzak rollerden hoşlanıyorum. Sanırım Charlize Theron’un ‘Monster’daki rolü gibi bir rolde oynamayı çok isterdim, büyük bir meydan okuma. Çirkin olmaya bayılıyorum. Sıradan hiçbir rol beni tatmin etmiyor.
Yeni Zelandalı bir anne, Türk bir baba... Nasıl büyüdünüz?
Okula annemin memleketi Yeni Zelanda’da gittim, sarı saçlı ve mavi gözlü bir sürü çocuk arasında tabii ki göze batıyordum. Babam bana mirasımızı, tarihimizi ve kültürümüzü hatırlatmak için defalarca Türkiye’ye getirdi. Türkiye’nin benim için özel bir yeri var. Yeni Zelanda’da hala adımı telaffuz edemiyorlar.
‘Korkutan şeyleri yapmayı severim’
Röportajlarınızdan birinde ‘Çıplak kamera karşısına geçmekten korktuğunuzu’ söylemişsiniz. Korkuyla yüzleşmek mi bu?
Beni korkutan şeyleri yapmayı seviyorum. Büyümenini bizi rahatsız edecek şeylerle mümkün olabildiğine inanırım, bu da kendimize meydan okuyarak olur. Daha önce hiçbir zaman çıplak bir rolüm olmamıştı, olacağını da düşünmezdim. Spartacus’ten bu rol teklif edildiğinde bunun korkunç olduğunu düşündüm ve “Yapmak zorundayım!” dedim.
Kariyerinizde kendinize en meydan okuduğunuz an hangisi?
Milyonların önünde çıplak kalmaktan başka mı?
Sanıyorum sürekli seyahat etmek, arkadaşlarımdan ve ailemden ayrılmak bir meydan okuma. Oyunculuk hayatımın çoğunda deniz aşırı ülkelerde dolaştım ve muhtemelen bunu yapmaya devam edeceğim. Arkadaşlarımın çoğu şimdi evlendi. Ben farklı bir yaşam patikası seçtim ve bir oyuncunun yaşamı her zaman kolay olmuyor. Bir sürü fedakârlık yapmam gerekiyor. (VATAN)