1962-1974 yılları arasında Çankırı'da görev yapan Seyfullah Kotanoğlu, Cumhuriyet döneminin 3. Çankırı Müftüsüydü.
Müftülük döneminde dur durak bilmeden Çankırı’nın her köşesine giderek hizmet için büyük gayret sarf eden, şehirde gerçekleşen bütün sosyal faaliyetlere katılan, Büyük Cami’de verdiği ateşli vaazlarla Çankırılıların büyük sevgisini kazanan Seyfullah Kotanoğlu Erzurumlu idi. Başarısında vaaz kürsüsünde kendisine has üslubu ve memleketinin ağzıyla konuşmasının da payı vardı. Sadece cuma günleri değil; Ramazan ayı ve kandillerde de kürsüye çıkardı rahmetli. Onun görev yaptığı yıllarda "Büyük Cami'deki büyük coşkuyu" o dönem Çankırı’da yaşayanlar çok iyi bilir. Kotanoğlu, Mehmet Akif'in mısralarını vaazlarında dadaş ağzıyla harika okur ve yediden yetmişe tüm cemaatin tüyleri diken diken olurdu. O kürsüdeyken ezan vaktine doğru cami de yer kalmaz, konuşmasının rengi koyulaşır ve o müthiş kalabalığa rağmen çıt çıkmayan camide sesi her dakika daha da gür yankılanırdı…
Öyle ki; ezan okunur ve cemaatin kıpırtısını hissedince o tatlı yöresel ağzıyla “Ezen okundu mu?” diye defalarca sormadan edemezdi.
Bir şehrin bürokrasisinde yılların akışında kimler geliyor, kimler geçiyor… Makamlar kimseye kalmıyor. Baki olan bu gök kubbede bir faninin hoş bir sada bırakabilmesine verilebilecek en güzel örneklerden biridir Seyfullah Kotanoğlu Hocamız. Seyfullah Kotanoğlu Hocamız emeklilik sonrası ikamet ettiği Keçiören'in Mecidiye semtinde bulunan Mecidiye Camiinde ilerlemiş yaşına rağmen aynı coşkuyla vaazlarına devam etti…
11 Nisan 2012 tarihinde Hakka yürüyen Seyfullah Kotanoğlu’nun İslam’a, milletimize, Çankırı’mıza verdiği güzel hizmetler için Yüce Rabbim ondan razı olsun.
Kendisiyle vefatından önce gerçekleştirdiğimiz mülakatı kısaltarak yayınlıyorum:
-Hocam hayatınızın Çankırı'ya kadar uzanan bölümünü ve Çankırı yıllarınızı özetler misiniz?
S. KOTANOĞLU: Babalarımız muhacir olarak gittikleri için dönüşlerinde çok zahmetler çekmişler. O günün şartlarında bizleri okutma imkânına sahip değillerdi. Ben hafızlığı Erzurum’da köyümde (Altıntepe) bitirdim. Dersaam’da bugünkü karşılığı ordinaryüs 7 sene İslami ilimler okudum. Hacı Faruk Efendi’den tefsir, hadis, astronomi, akaid ve diğer ağır dersleri okudum.
Hocamın vefatından sonra İstanbul’a geldim. İmkânsızlıklara rağmen büyük bir heves var bende... İstanbul’da Murat Paşa Cami mahfilinde kaldım. Öyle yatacak yer yok; kilimlere, halılara sarılıp yatıyorduk. Müderris bugünkü karşılığı Profesör Bekir Hâkî Efendi İstanbul Müftülüğü de yapmış bir kişi ve çok ağır dersler veriyordu. Ondan sonra Süleyman Ağabey’in (Hilmi Tunahan) damadı Kemal Ağabey’de okudum. Vefa semtindeki Taşdelen Camiinde ders gördüm. Daha sonra Kemal Ağabey beni, Süleyman Efendi’nin kayınpederinin yanına götürdü… Bu insanlar ilmiyle amil çok kıymetli insanlardı. Menfaat düşünmezlerdi; fakirleri Allah rızası için okuturlardı, barındırırlardı. İstanbul Fatih’te Ağustos gecesinde kalkar sırtıma kilimleri alıp sokak lambasının ışığında ders çalışırdım. Arkadaşlarım odada ışık yakmama razı olmazlardı. Gece o şartlarda çalışmanın devamında sabah bir gruba ders okuturdum, bu derslerin hazırlanması hiç kolay değildi…
1954’te Diyanet’in açtığı imtihanı kazandım. Benimle imtihana giren 3 İlahiyat fakülteliden 2’si imtihanı kazanamadı. Sene 56’da askere gidip döndükten sonra beni, kazalara müftü olarak vermek istediler. Ben de iyi bir müftünün yanında vaazlık yapayım dedim. Zonguldak’la Çankırı’yı gösterdiler. Zonguldak askerlikten gördüğüm kömürlü mömürlü bir yer. Çankırı’yı seçtim.
Çankırı Müftüsü Nami Efendi sene 56’da İttihat Terakki’nin içine girmiş çok efendi bir insan. Tam bir İstanbul Beyefendisi idi. Beni serbest bıraktı o sebeple çok rahat çalıştım. Nami Efendi, senenin ¾’ünü raporlu geçirirdi; hasta idi. 1962’de vefat edince yerine beni tayin ettiler.
Çankırı’da 12 yıl görev yaptım. Çankırı, kendini anlatamayan bir vilayettir. Benim memleketim Erzurum’u çok methederler iffetli, namuslu, aile mahremiyetine düşkünlerdir diye… Erzurum’da çok büyük âlimler vardı ama Çankırılının bana gösterdiği saygı yanında onlarınki sıfır kalır.
Diyanette görev yapan birinin bir yerden bir yere nakledilmesi muhakkaktır ama Çankırılılar 1974’te Ankara Merkez Vaizliğine tayin edildiğimde Yargıtay’ın bahçesine çadır kurdular. Korgun, Kurşunlu belediye başkanları da oradaydı. Otobüslerle, minibüslerle Çankırı’dan gelerek destek verdiler. Kıbrıs harekâtının yapıldığı seneydi, Necmettin Erbakan nezdinde görüşmeler yaptılar. Diyanet’ten söylenen Çankırılıların benim için yaptığını hiç kimse, kimse için yapmamıştır. Çankırı’da büyük bir şevkle çalıştım.
Göreve geldiğimde Çankırı’da 8 cami ibadete açıktı. Camilerin bir kısmı han olarak kullanılıyor, bir kısmı satılmış, kimisi yıkılmış ve yerine başka yapılar yapılmış vs... Çankırı’dan ayrılırken camilerimizin sayısı 22 idi. Sembolik olarak müftü, bütün cami yaptırma derneklerinin başkanıdır. Misal; Kırkevler’de cami yapılacaksa Diyanet’ten gelenler de kürsüye benim çıkmamı isterlerdi. “Hocam sen söyleyince çok para veriyorlar…” derlerdi. Güven vardı. Kuran Kursu yoktu. CHP’li meclis üyelerini de ikna ederek Büyük Cami’nin üzerindeki yerin m2’sini 10 kuruşa alarak Kuran Kursu yaptırdık. Çankırı İmam Hatip Lisesi’ni müteahhite vermeden yine kendi imkânlarımızla bitirdik.
Çankırı Valisi Cevat Çapanoğlu “Hocam bir gün de yerinde oturmaz mısın?” derdi. “Vali Bey bizim işimiz sabah namazında başlar, yatsı namazında biter; dairede oturmayla olmaz…” derdim.
1960 İhtilalinin olduğu yıllar ve sonrası çok sıkıntılıydı. Cuma gün ihtilal oldu, radyo bağırıp duruyor: Kimse dışarı çıkmayacak!
Vicdanıma yediremedim, müezzinlere dedim Büyük Cami’de sala verin! Salanın ardından diğer camilerde de sala verildi ve Çankırı halkı sokaklara döküldü… Cuma namazı için Büyük Camide kürsüdeyken bir yarbay ve komiser geldi beni almak üzere. Dedim “Tamam, götürün ama hutbeyi okumadan çıkmam…”, kabul ettiler. Hutbeyi okuduktan sonra götürdüler…
İhtilalle birlikte büyük bir Demokrat Parti düşmanlığı başladı, akla hayale gelmez kötüleme yapıyorlardı. Demokratlar kasayı boşaltmış diye %10 faizli tahviller çıkardılar. Bana da gelip “Kürsüden bu tahvillerin alınması için vaaz vereceksin!” dediler. Hatta Oğuz Bey diye birine de bu konuda fetva da hazırlatmışlar. “Bunu asla söylemem; gider babamın evine çarıklarımı bulurum…” diyerek reddettim.
Vali kürsüden Demokrat Parti’yi kötülememi istedi. Çok baskı yaptı. Ben de "Demokrat Parti döneminde onları övmedim ki, şimdi niye yereyim?" diyerek, yine kabul etmedim.
Siyaset dünyaya ait bir şey… Siyasetçi herkesi sever ama Müslüman herkesi sevemez. Müslüman, Allah’ın sevdiğini sever...
O sıkıntılı devirde Necati Asım Uslu, Hamdi Uslu, Kemal Parıltı, Şevket Barutçu Çankırı için unutulmaz hizmetler yaptılar. Şevket Bey gece gündüz okurdu, bu uğurda ticaretini bile kaybetti. Bir ara Türkeş Bey’in özel kalem müdürlüğünü yaptı. Bu isimler Çankırı’ya bir hayatiyet kazandırdı. Onlar milliyetçi idi ama dine toz kondurmayan ibadetlerini yapan milliyetçiler idi. Onlarla birlikte Çankırı’nın ilçelerine konuşmaya giderdik. Öyle acayip bir cesaret ki, İl Müftüsü sıfatıyla bir partinin toplantısında nutuk atıyordum. Allah razı olsun hepsinden.
Çankırı askerlik şube kayıtlarını fırsatım oldukça karıştırırdım. Çankırı işgal görmemiş ama işgal görmüş vilayetlerden daha çok şehit vermiş. Çankırı’da her ailenin şehidi vardı. O nedenle şehitlerin geride bıraktığı çok yetim vardı. Çankırı’da o yıllardaki fakirliğin sebebi de budur. Çankırılılar, Türk Milleti’nin verdiği her savaşta, her cephede bulunmuşlardır. Umumi Harp’te, İstiklâl Harbi’nde çok sayıda Çankırılı, 4. Ordu’da şehit olmuştur. Kuvayı Milliye döneminde cepheden firar eden tek Çankırılı yoktur.
Çankırılıların yaradılışında üstün memleket, millet sevgisi vardır. Bu kuru bir sevgi değildir. Irkçılık asla değildir.
İşte Necati Asım Uslu Bey bu sevgiyle yola çıkarak arkadaşlarıyla Çankırılı gençleri o kadar güzel kümeleştirmiştir ki; o sıkıntılı ihtilal döneminde bu insanlar ağırlıklarını koyarak Çankırı’ya büyük manevi hizmetlerde bulunmuşlardır. Allah rahmet eylesin, mekânları cennet olsun.
-Hocam yıllarca kürsüsünden Çankırılılara unutulmaz vaazlar verdiğiniz Büyük Camimizden bahseder misiniz?
S. KOTANOĞLU: Kanuni Sultan Süleyman Büyük Cami’nin yapımını 1535’te Bağdat’a giderken emretmiş. Bu konuda Çankırılıların bildiği bir şehir efsanesi var ki; ben buna inanmıyorum. Efsane şu:
Çankırılılar o kadar gayretli ki cami yapımı beklenenden daha önce bitmiş ve Kanuni seferden dönmeden ibadete açılmış… Bu duruma kızan padişah vakıf bağışlamamış. Bu bilgi doğru değil, o büyük insanlar bunu yapmaz.
Çankırı o yıllarda da iktisadi yönden gelişmemiş bir memleket. Çankırı’nın eski kadastro defterleri çok sağlıklı değil. Mevcutlar içinde birçok vakıf var. Kadastrodaki eski defterleri bizzat çıkardım. Hem merkezde hem de İnandık ve Karaşeyh gibi köylerde vakıflar var. Büyük Cami’ye ait vakıf var ve bu durum Kanuni’nin vakıf bağışlamadığı söylentisini yalanlıyor. Bazı evraklar sele gitmiş, bazıları imha edilmiş. Kalanlar bile çok sayıda vakfın varlığını ispat ediyor.
-Hocam eski Çankırı'dan anlatır mısınız?
S. KOTANOĞLU: İslam bizden iman, ibadet, ahlak ve bir de muamelat yani dürüstlük istiyor…
İşte o dürüstlük Çankırı’da varmış. Eskiden o Ahi teşkilatı öyle bir düzen kurmuş ki; adamın birisi keser yaptı mı imzasını koyarmış. Bu keser sakat çıktı mı, diyelim ki Yüklü köyünden şikâyet edildi. Esnaf Lonca teşkilatına götürürmüş… Keserdeki rumuz sahibi Aziz usta ise Aziz Usta’yı çağırırlar ve 3 ay işten menederlermiş. “Sen 3 ay elini bu işe sürmeyeceksin.” derlermiş… Bakın bu yapı devlet değil; bugünkü sivil toplumun karşılığı. Bu teşkilatlar halkın, esnafın bozulmaması için bu gayreti sarf ederlerdi. Sabahtan akşama kadar kendi işlerinde çalışırlardı. Ben geldiğimde bu terzilerde, demirci esnafında vardı bunlar. Demirciler bir arastada çalışırlardı. Buna çok dikkat ederlerdi “paydos” denince çekicini usulca indirir ve asla örse vurmazlar, devam etmezlerdi. Ben onların kalfalarının usta çıkış merasimlerine de katılır konuşurdum. O ahi dernek başkanı o kadar güzel nasihatler verirdi ki; “Bak oğlum evden sağ ayağınla çık, camiye sağ ayağınla gir, camiye girince önlere geçmeyeceksin, nerede boş yer varsa orada oturacaksın, işine besmelesiz başlamayacaksın, -erkencilik yok- işe herkesle birlikte başlayacaksın.” gibi… Büyüklere saygı, edep, terbiye kuralı işlenirdi. Şimdi insanlar hep menfaatlerinin peşinde.