Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı süresince farklı cephelerde yapmış olduğu mücadeleler sonucunda İngilizlerden almış olduğu esirleri, Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki kamplarda tutmuştu. Bu kamplarda kimi zaman rahat bir hayat süren esirler, kimi zaman da sıkıntılı dönemler geçirmişti. Esirlerin kamp hayatlarındaki şartlarını, İngiltere’nin Türk esirlerine göstermiş olduğu muamele her daim etkilemekteydi…
İngiliz esirlerinin tutulduğu Anadolu kamplarından biri de Çankırı’daydı…
Çankırı, İç Anadolu’nun kuzey kısmında yer alan küçük bir şehirdi. I. Dünya Savaşı döneminde İngiliz esirlerine ev sahipliği yapan şehir, dönem şartları içerisinde esirlerin hoşnut olduğu yerlerden biri değildi. Bu hoşnutsuzluğun temel nedeni, Çankırı’nın ulaşım imkânlarının yetersizliğinden kaynaklanan sıkıntılardı. Ankara’ya kadar trenle gelen esirler, yolun sonraki kısmını araba yolculuğu ile ortalama 4 günde gidebilmekteydi. Mesafenin uzak oluşu ve anayol hatları üzerinde olmayışı şehrin imkânlarını kısıtlı hale getirmekteydi.
Şehre gelen ilk esir kafilesi, 1915’ten 1916 yılının başına kadar Çanakkale cephesinde ele geçirilenlerden oluşmaktaydı. Bu gelen esirlerden 60’ı hayatını kaybetmiş ve barakaların yakınına bir yere gömülmüştü.
1917 Eylül’ünde 100’ü aşkın esir, Kastamonu kampından Çankırı’ya nakledilmiş ve bir önceki gruptan boş kalan bölümlere yerleştirilmişti. Esirler tarihi Çankırı Kalesinin alt tarafına küme halinde bulunan eski evlere nakledilmişti ancak kaldıkları binaların durumundan pek hoşnut değillerdi… Çünkü kimileri “buranın kendilerinden önce ahır olarak kullanıldığını” iddia ediyorlardı.
Binada sadece subayların kaldığı odanın penceresinde cam vardı, diğer pencereler açıktı. Kamptaki esir sayısı fazla olduğu için esirler, camı olmayan odaları tercih ediyorlardı. Esirlerin kaldığı odalar haricinde içerisinde bulunan bir bölme, yemek yapımında kullanılması için mutfak olarak ayrılmıştı. Binanın içerisi iki haftada bir ayrıntılı şekilde temizleniyordu. Odalarda birkaç sandalye ve masa haricinde mobilya yoktu, bu da temizliği kolaylaştırıyordu.
İçme suyu kampın 1,5 km. uzağından emir erleri tarafından bidonlarla taşınarak getiriliyordu. Kamp yönetimi, esirlere yardımda bulunmak için sadece sutaşıma işinde kullanılmak üzere arabalar temin etti. Su arabaları günde iki tur yapmaktaydı ve hem içme suyu, hem de yıkanmak için gerekli olan suyu kampa taşımaktaydılar. Yemeklerin yapılması işini esirler, kendi başlarına kaldıkları binada halletmek istemişlerdi ve bu görev emir erlerine verilmişti. Yemek pişirmek için gerekli odun temin edilmişse de beklenen başarı elde edilememişti. Kampta yemek için gerekli olan gıdaların temini amacıyla sadece emir erlerinin pazara gitmesine izin verilmişti ancak daha sonra bu izin subayları da kapsayacak şekilde genişletildi. Savaş şartları gereği fiyatlar sürekli yükselmekteydi ancak ilk başlarda bu durum esirleri etkilemiyordu. Esaretin uzaması, fiyatların yükselişi, ailelerden düzenli para gelmeyişi ekonomik olarak esirlerin hayatını zorlaştıran etmenlerdendi.
Kamp Komutanlığını Sami Bey yürütürken, yardımcılığını Şerif Bey yapmaktaydı. Kamp komutanları, esirlerin içinde bulundukları durumu yakından takip etmekteydiler ve onlara mümkün olduğunca yardımcı olmaya çalışmaktaydılar. Esirlerin kaldığı barakalar yaklaşık 200 m.lik bir alana yayılmıştı ve barakaların arasında spor yapmalarına müsaade edilmişti. Barakaların güney kısmında kalan genişçe bir alan esirler tarafından futbol sahasına dönüştürülmüştü. Marangozluk, ayakkabı yapımı ve dil çalışmaları içeride yapılmaktaydı.
Bir Noel günü Enver Paşa’nın izniyle esirler, bir seferliğe mahsus kızaklarla kaymak için barakalardan dışarı çıkmışlardı.
2 Kasım 1917’de kampta bulunan 120 subayın 77’si kaçmayacağına söz verdiği için Gediz’e sevk edilmişti. Kamptan ayrılış memnuniyetle karşılanmıştı çünkü kamptaki sayının azlığı temel ihtiyaçlara ulaşmayı kolaylaştırmıştı, zira odalardaki sıkışıklık azaldığından daha az zorluk yaşanıyordu.
2 Aralık 1917’de Çankırı’ya kar yağmış ve Şubat 1918’e kadar yerde kalmıştı. Havanın bu denli soğuk oluşu daha fazla ısınma ihtiyacı doğuruyordu. Kamp yönetimi, esirlerin bu zorluğu aşması için ihtiyaç duydukları odunları kesme izni vermişti ancak yetersiz kaldıklarında kamp komutanı belirli bir meblağ karşılığında yine de yardımcı oluyordu. Kamp komutanları esirlere yardımcı olmaya çalışsalar da Kastamonu kampından 8 Ağustos 1917’de kaçan dört subay, komutanları zor durumda bırakmıştı hatta Kastamonu Kamp Komutanı Fettah Bey, görevden alınarak yerine Sami Bey getirilmişti. Bu olumsuz gelişme Çankırı’daki esirlere de yansımaktaydı ve esirlerin dışarıyla olan mektup alış verişi Ocak ayına kadar durdurulmuştu. Odun kesmek ve kamp için gerekli gıdaların temini haricinde esirlerin dışarıya çıkmalarına izin verilmiyordu.
Kamp Komutanlığı şehirde bulunan imkânlar ölçüsünde esirlerin sağlık durumuyla yakından ilgileniyordu. Şehirde bulunan bir Arap mülteci dişçi, esirlerin diş bakımıyla görevlendirilmişti. Yerel dişçinin yetersiz kaldığı durumlarda belirli aralıklarla dışarıdan bir Yunanlı dişçi de getiriliyordu. Şehirde esirlerin dini ihtiyaçlarını gidermek için Papaz Dr. A. Wigram, Çankırı’da bulunan esirlere yardımcı olmayı talep etmişti. Papazın bu talebine olumlu cevap verildi ancak Papaz, burada kaldığı sürece esirlerden farklı olarak ayrıcalıklı bir muamele görmeyecekti.
Osmanlı devleti, esirlerin kampa ilişkin dile getirdikleri sıkıntıları dikkate almış; Nisan 1918’den itibaren Çankırı kampında yaşayanları farklı kamplara göndermeye başlamıştı. Esirlerin nakledildiği kamplar arasında ön plana çıkan yer, Yozgat olmuştu. Yozgat’a giden esirler arasında 77 subay ve bu kamp içindeki en üst rütbeli subay olan 66. Pencaplılar Alayından Albay A. Moore vardı. Son gurupta Çankırı’dan ayrıldıktan sonra artık buraya yeni esir nakli yapılmamıştı1.
(1) Mahmut Akkor, I. Dünya Savaşında Anadolu’daki esir kampları “Kralın Esir Askerleri” Yeditepe Yayınevi, Baskı Yılı 2019 sayfa 195-199.