Mardin... Derler ya hani Çankırı nire, Mardin nire... Gittik, gördük ve yazmaya karar verdim... Galiba hayli değişik bir yazı olacak... Şimdiden böyle hissediyorum.
Oysa Adıyaman'a da gitmeyi istemiştim ama hesapta olmayan bir İstanbul seyahati, daha doğrusu tahminimden uzun süren seyahat benim Adıyaman planlarımı gerçekleştirmem konusunda önüme duvar örmüştü.
Başkan Sevda Karaali Şireci ile İstanbul'daki buluşmamızda, "Mardin deplasmanına gelmek istiyorum. Yardımınız olur mu?" şeklindeki önerime "Neden olmasın" demiş ve daha sonra arayarak "Maç sabahı Mardin rezervasyonunuz tamam" diyerek hareket saatini ve uçak rezervasyonlarını tarafıma bildirmişti.
Başta Kulüp yöneticisi Erdoğan Karaali ve İdari Menejar İzzet Gümüş ile kulübün pedagog görevlisi Meriç Eraslan ile birlikte Diyarbakır uçağına bindiğimizde Mardin deplasmanı ile ilgili maç tahminlerini sormaktan kendimi alamamıştım!
İzzet Gümüş'ün "1-0 olsun bizim olsun" düşüncesi göze çarparken ben "Mardin'i rahat geçeriz!" düşüncemi çoktan ortaya atmıştım bile!
Nedendir bilinmez içimdeki hisler benim, Mardin deplasmanından 3 puanla döneceğimize yönelik işaretler veriyordu. Hoş, Diyarbakır'dan Mardin'e giderken de, içinde bulunduğumuz minibüsün uzaktan kumanda patlayıcı ile patlatılması ihtimalini de veriyordu ama çok şükür ki böylesi bir olay yaşanmadı!
Ruh dünyamdaki "maceraperestlik" özellikle yaptığım her tür seyahatte kendisini boy boy gösterir. Hoş, bu durumumdan kimseye herhangi bir bilgi sızdırmam mümkün olmasa da, hayallerimdeki "ekşin"i bir şekilde kendi içimde yaşamama da hiç kimse engel olamaz!
Mardin'e bir gün önceden gelen takım, henüz stada hareket etmeden bizler de otele varmıştık. Kısa süren haslet sohbetinden sonra, takım stada doğru hareket ederken maçın başlamasına tam tamına 1.5 saat vardı.
Kulüp yöneticisi Erdoğan Karaali ile birlikte Mardin içerisinde imkanlar ölçüsünde bir tur atacaktım! Bunu gerçekleştirmenin sabırsızlığı ile birlikte, takımı taşıyan otobüs stada doğru yol alırken, arkasından özel bir araçla ben de şehre doğru çoktan yönelmiştim.
30-32 yaşlarındaki taksi şoförünün "Biz 13 kardeştik" (!) ifadesi ile birlikte kendisinin de evli ve 3 çocuk sahibi olduğunu öğrendikten sonra "Hedefim benim de en az 13 çocuk yapmak" (!) şeklindeki cümlesi ile birlikte aracı sağ tarafa çekip bizim inmemiz gerektiğini söylemem şoförü ve de Karaali'yi de şaşırtıyordu!
İki evladımı büyütene kadar çektiğim sıkıntıları düşündüğümde, henüz 35'ine girmemiş arkadaşın çocuk sayısı konusunda ortaya koyduğu hedefler benim dünyamı alt-üst etmekle birlikte, yöre insanının "cesaretini" de ortaya koyma açısından önemli bir gösterge olarak karşıma çıkıyordu!
SAÇLARIM OLSA!
Mardin şehrinin merkezine doğru yaya olarak yol alırken, çevremdeki "Böylesi saçlarım olsa..." şeklinde başlayan cümleleri de duymaktan mutluluk duyduğumu ifade edebilirim... Hatta bir kardeşin böylesi bir iltifatına karşın "Kiralık verebilirim" yanıtım da ana caddede hayli yankı yaptı!
Mardin, bugün için yaklaşık 200 bin nüfusa sahip bir kent. Şehre adımınızı attığınız ilk adımdan itibaren farklı bir coğrafya ve olabildiğince tarihi zengin bir kente geldiğinizi hissetmemeniz imkansız. Asgari 300-500 yıllık binalar gördükleri restorasyonla dimdik ayaktalar. Bir yandan içinde bulunduğumuz atmosferi nefes nefes solurken, öbür yandan da elimdeki fotoğraf makinasıyla objektifimi sürekli olarak bir yerlere yönlendirmekten de kendimi alamıyordum.
İnsan + mekan = Fotoğraf... Ancak, çektiğim karelerde bir de "hayvan" var!
Karşımda son model bir araç ve o gösterişli hayvan... At... Biraz ileride karşıma üzerine bindiği eşeği rahat bir şekilde süren başka bir Mardinli...
Dar sokaklarda karşıma çıkan bol miktarda "eşek" (!) Anlıyorum ki, Mardin insanının "eşek" ile bütünleşmesini bir şekilde ne teknoloji ne de başka bir neden engelleyebilmiş!
Eşek'lerin üzerinde desen desen semerler! Merakla soruyorum "Bu semerleri kim yapıyor?". Soruyu sorduğum Mardinli, "meşhur semerci"yi tarif ediyor!
Sonuçta, mutlu son! Mardin sokaklarında dolaşan "eşek"lerin semerlerini 49 yıldan bu yana yapan usta karşımda! Hem de tesadüf eseri "semerci" olduğunu daha baştan ifade eden bir yorgun usta!
Yemek vaktinde yakaladığım usta, "İşlerin tadı yok! Ama mecburuz! Bu saatten sonra başka bir meslek yapmam mümkün değil" derken, yanıma yaklaşan bir Mardinli, İngilizce olarak bana sesleniyor: "Do you speak english?" Yani diyor ki, "İngilizce biliyor musun?" (!)
Yaşı 70'in üzerindeki amca ile biraz sonra Erdoğan Karaali'nin objektifine kendimizi teslim ediyoruz. Çünkü başka çarem yok. Amca elini omzuma koymuş ve fotoğraf karesini doldurmanın telaşında!
VE AKLIMA ÇANKIRI DÜŞÜYOR!
Mardin + eşek + semer = Çankırı!
Böylesi üç'lüyü bir araya getirdiğimde, aklıma nedense Çankırı'daki bazı "dallamalar" geliyor!
Usta bir anda seviniyor! Ve can alıcı soruyu soruyor: Çankırı'da eşek çok mu?
Nasıl cevap vereyim ki! Nereden bilsin garip, benim kafamdaki "eşek"lerin onun "eşek"leriyle benzeş olmadığını!
Bir an duraksadıktan sonra onun meraklı bakışları karşısında patlatıyorum cevabı: Ustam meraklanma, oradaki eşekler seni biraz yorar ama meraklanma, sayıları hiç de azımsanacak kadar az değil!
Ve devam ediyorum: Çankırı eşekleri buradakiler gibi dört ayaklı değil! Onlar iki ayaklı! O yüzden sana orada hayli iş var!
Bu cümleyi söyledikten sonra, yılların ustası gülümsüyor ve "Bak işte bu olmadı! Ben iki ayaklı eşeklere semer yapmıyorum" (!)
"Neden?" şeklindeki soruma meydan vermeden devamla "Çünkü onlara semer yapmak gereksiz bir icraat olur! Bana sorarsan bırak onlar da semersiz dolaşsınlar!" diyor!
Bu arada maçın başlama saati de yaklaşıyor...
Staddaki yerimizi almak zorundayız ve maçı da Çankırı insanına aktarmak mecburiyetindeyiz... Koştura koştura stad yoluna düşerken, benim kafamda hala semerci ustasının lafı dolaşıp duruyor: Bırak onları da semersiz dolaşsınlar!
Maç başlıyor, heyecan artıyor ve Ali Yakup ve Furkan'ın iki güzel golü ile ilk devreyi 2-0 önde kapatıyoruz. İkinci devre yine güzel futbol ve Gürkan'ın ayağından bir gol daha, skor oluyor 3-0! Mardin bastırıyor ve frikik vuruşunda barajdan dönen topa vuran Mardinli futbolcu durumu 3-1'e getiriyor ve maç bu skorla bitiyor!
3 puan cepte, 3 gol Mardin filelerinde... Ankara'ya sevinçli ve gururlu dönüş yolunda bile, nedendir bilinmez benim aklım hala mı hala Çankırı eşeklerinde!
Galiba Mardinli semerci ustası çok haklı!
Bırakalım biz bu "eşek"leri de semersiz dolaşsınlar...
Çünkü böyle çok daha fazla sırıtıyorlar!
Dört ayaklı eşeğe semer yakışır da, iki ayaklı eşeklere galiba "semer" gereksiz bir giysi...
"Çüüüüüüüüşşşşşş"süz günler dilerim.