Çankırı'da mahalle maçları...

Metin YILMAZ

Alın şu çocukların elinden tabletleri, telefonları! Gönderin, sokağa... Düşsünler, kolları yaralansın, kanasın dizleri. Eve kan ter içinde gelip annelerinden azar işitsinler biraz! Çünkü bir daha hiçbir zaman çocuk olamayacaklar...

Bizim çocukluğumuzda avlusunda çeşmesinden, çatısında kiremitine kadar gönle ferahlık veren, sevgiyle kol kola girmiş gibi Çankırı evlerinin bacalarından güven, huzur, mutluluk tüter; sokaklar oyun oynarken sevinç çığlıkları atan çocuk sesleriyle yankılanırdı...

"Kentsel dönüşüm masalıyla yok ettikleri çocukluğumuzun en harika yıllarını yaşadığımız mahallemizin yerinde yeller esiyor şimdi...

Çirkin TOKİ konutları, katlettikleri mahallemizin sırtına saplanmış hançer gibi görünüyor gözüme!"

Çocuk olmak, hayatı oyundan ibaret sanmaktı. Çocukluğumuzda bıkıp usanmadan; coşku ve heyecanla oynadığımız oyunlar saymakla bitmez. Birdirbir, misket, körebe, saklambaç, dalya, çelik çomak, çivi, dokuztaş, istop, ortada sıçan, uzuneşek ilk aklıma geliverenlerden... Çocukluğumuzda oynadığımız her oyunun farklı bir güzelliği vardı ama futbol maçlarının yeri çok ayrı idi...

Çiklet ve çikolata ve saman gofretten çıkan futbolcu resimlerini biriktirip, takım kurardık. Öyle ki, çabucak takımı tamamlamak için bütçemizi zorlar ve 4-5 çiklet birden satın alırdık. Aldığımız çikletleri şekeri geçene kadar çiğneyip atardık. Futbolcu kartları göğüs hizasında duvara dayanır ve düşmeye bırakılırdı. Her oyuncu, bunu sırayla tekrarlardı. Zamanla yerde kartlar birikmeye başlardı. Bir oyuncunun kartı, yerdekilerden birinin üzerine denk gelirse, o oyuncu yerdeki bütün kartları alırdı ve oyun yeniden başlardı. Eskiden çocukların her gün yeni bir dünya kurdukları sokaklar dar fakat gönüller alabildiğine genişti...

Günümüz çocukları artık bilgisayar başından karşılıklı maç yapıyor. Çünkü oyun çağındaki çocuklar evlere tıkılmış, dijital oyuncaklarla vakit öldürürken; çocukların boşalttığı sokaklar, otomobillerin park edildiği metal tarlası artık…

Mahalle bakkallarında rengârenk naylon toplar satılır, mahallenin çocukları harçlıklarını birleştirerek aldıkları bu toplarla maç yapardı. Meşin futbol topuyla maç yapmak çok lükstü. Mahallede 1 ya da ender de olsa, 2 kişi de bulunur; toprak saha maçları için saklanırdı. O zamanki meşin futbol topunun supabı yoktu. Meşinin içindeki plastik balon memesinden üflenerek şişirildikten sonra düğümlenip deri kılıfın içine yatırılırdı. Oyun esnasında tepiştirirken topun havası iner, zorunlu molada deri kılıf açılarak içindeki balon yeniden şişirilerek oyuna devam edilirdi. Topa kuvvetli vurunca balon yaptığından "burunla abanılmaması!" için maç başlamadan sıkı sıkıya tembihte bulunulurdu. Mahalle maçları her defasında müthiş bir çekişmeye sahne olur, kendinden geçerek top oynayan ve onları izleyen çocukların sesleri mahalleyi ayağa kaldırırdı.

Takımların oyuncu seçimine ve maçın hangi takım tarafından başlatılacağına varsa para atışıyla; yoksa "bir tarafına tükürülmüş yassı bir taşın havaya atılıp, yaş mı, kuru mu?" seçiminde doğru tarafı bilen yöntemi ile karar verilirdi. Atışma işleminden sonra atışmayı kazanan çocuk takımında görmek istediği ilk ismi söyler, sonra oyuncu seçme sırası atışmayı kaybedene geçerdi. Maçın çekişmeli geçmesi için iyi oynayan iki kişinin aynı takımda yer almamasına dikkat edilirdi. Maç başlamadan hayali kale direkleri arası adım ile sayılır, olmaları gereken yerler, iki iri taş ile işaretlenirdi. Kaleler taştan olduğu için atılan şut önce defansa çarpıp sonra taşın üstünden geçtiyse şutu atan takım "gol!" diye yaygara çıkarırdı. Rakip takımın gol değil “kale üstü” cevabına, “gol yoksa korner o zaman, top bizde!” diyerek racon kesilirdi.

O zamanlar televizyonun henüz evlerimize girmediği, maçların radyo başında dinlendiği yıllardı. Halit Kıvanç ve Orhan Ayhan’ın maç anlatımlarına herkes bayılır, maç sırasında da mutlaka radyo başında kulakta yer eden anlatımlardan örnekler verilirdi. Dönemin popüler futbolcularının adı oyun esnasında sık sık anılarak motivasyon sağlanırdı. “Metin Oktay’ mısın, Can Bartu’musun be mübarek?” Gibi…

“Üç korner bir penaltı kuralı” mahalle maçlarının olmazsa olmazıydı. Peki neydi üç korner bir penaltı kuralı? Eğer maç yapılan yer korner atılabilecek kadar geniş bir alan değilse (ki genellikle değildi) bir takımın topu üç kere kornere atması penaltıyla cezalandırılırdı.

Frikiklerde "açıl biraz..." denince, "Burası Ali Sami Yen mi?" ya da Kadıköy mü? Muhabbeti yapılırdı. Kaleci kendine markaj yapan rakibe topu 3 kere sektirip, "açılsana 3 kere sektirdim..." uyarısında bulunduğunda, rakip efendice geri çekilirdi. Maçı izleyen bir grup varsa, Penaltı olup olmadığı tartışmasında, maçı izleyen guruba müracaat edilirdi. Maçlarda harçlık durumlarına göre kimi zaman iddia olur, yenilen gazozların parasını öderdi. Ezan okununca ve mahallenin yaşlıları geçerken oyun durur, hazır ol vaziyetinde ezanın bitmesi beklenir; hava kararınca, anne-baba çağırınca skor ne olursa olsun "golü atan kazanır..." kuralı işlerdi ve maç otomatikman biterdi. Maçın bitmek zorunda kaldığı başkaca durumlar:

Top sahibi çocuğun mızıkçılık edip, topunu alıp gitmesi...

Maçın oynandığı sokakta, bir evin camının top çarpması nedeniyle kırılması. Topun aksi bir komşu amcanın ya da teyzenin evinin bahçesine kaçması... Tabi zili çalıp ev sahibinden topu isteyecek bir babayiğit bulmak imkânsızdı. Zaten bahçeye kaçan top da kesilmiş olarak geri gelirdi çok geçmeden.

Eğer bir kaleci gaza gelip gol atmak isterse aniden topu alıp “kaleci oyuncuyum…” derdi ve kaleden çıkıp herkesi çalımlamaya çalışırdı. Genelde bu kişi yolda topu kaptırır ve takımının boş kaleye gol yemesine neden olurdu... Topu duvara çarptırarak atılan gol, gol sayılmazdı.

Bir mahalle maçının daha pek çok ayrıntısı var ama asıl ayrıntı: Çocukluğumuzun üzerine beton dökenlerin de vakti zamanın da çocuk oldukları ve bir mahalle maçının yedek kadrosunda bile asla yer almadıklarıydı!

Yorum Yap
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.