Yani tırnağıma güvenmesem bunları yazmam..
Küçük parmağımın tırnağına.. Ne alakası mı var?.. Ertekin'le Pronail'e abone olduk ya, Astoria'da tırnak bakımlarımız için.. İş tam bitti, kızlar "Yapalım mı Hıncal Bey" dediler.. Tırnağın üzerine minnacık bir nazar boncuğu..
"Yapın" dedim.. Nokta gibi kondurdular.. Gördüğünden göz kirası Ertekin anında ağladı.. "Bana da.. Bana da" diye.. Ona da yaptılar.
Günlerdir, sağ elimin küçük parmağının tırnağında bir nazar önleyici ile dolaşıyorum anlayacağınız..
Aslında anneannemden kalan gelenek, daha doğrusu ona verdiğim söz.. Nazar boncuksuz sokağa çıkmam.
Cüzdanımda hep vardır da, anneannem "İlle görünmeli" derdi ve sokağa çıkarken çengelli iğne ile hırkama, gömleğime tuttururdu hep..
Şimdi parmağımda..
Yani görünüyor, yani bana nazar değmez..
O zaman çekinmeden anlatayım..
Pazartesi gecesi Avusturya-Macaristan İmparatoruydum ya hani, Habsburg Sarayının kraliyet salonunda Mozart'ı dinleyen, sanki..
Gülsin Onay muhteşem antikalarla dolu bir salonda çalıyordu.
Salı gecesi Osmanlı Padişahı oldum..
Bu defa "Saray salonu gibi bir yer"de de değil, resmen Saray'da..
Çırağan Sarayı'nda..
Gerçek padişah Franz Lizst'i dinlemişti.. Ben Fazıl Say'ı..
Yani 24 saat içinde dünya çapında iki piyanisti, iki metre mesafeden, nefes alışlarını bile duyarak dinliyorum..
Ne mutlu bana.. İkisi de benim milletimden.. Ne mutlu bana.. İkisi de benim arkadaşım.. Ne mutlu bana.. Yaptıkları müzik içime akıyor, ruhumu okşuyor..
Yüce Tanrı bana onları hissederek dinleme yeteneğini de vermiş, onları böyle dinleme imkânını da..
Daha ne bekleyebilirim ki hayattan..
Fazıl, Musorgski (Mussorgsky) ile başladı.. "Madem sergideyiz.. O zaman işte size 'Sergiden Tablolar'dan bu gece için seçtiğim bölümler.." Rus besteci, bu en ünlü bestesini, bir ressam arkadaşının sergisindeki on tabloyu anlatmak için yapmış.
Sonra doyulmaz Karatoprak.. Yanımda Edip oturuyor, Akbayram.. Kendinden geçti benim gibi.. Sonra Nazım.. Sabaha kadar dinlesem doymam.. Finalde sürpriz..
"Size şimdi doğaçlama Fikret Otyam'ı anlatacağım" dedi.. Çocuktan beri tanıyor Fikret Ağabey'i..
Baba dostu.. Fikret Ağabey geldi mi, çilingir sofrası kurulur, sohbet başlarmış. Fazıl o zaman 9 yaşında..
Bir Fikret Otyam anlattı, ellerini tuşlar üzerinde dolaştırarak, piyanonun içine sokup, aletin orijinalinde olmayan yarım, çeyrek sesleri, tellere elleriyle dokunup çıkararak..
Olmaz böyle şey.. Bitince tüm salon ayağa kalktı.. "Bravo Fazıl" çığlıklarıyla.. Ben Fikret Ağabey'e döndüm.. İlhamı verene.. "Bravo Fikret Ağabey" diye..
83 yaşında.. Hâlâ üretiyor.. Bu defa fotoğrafları ile gelmiş, Polart'ın "4 Objektif/ 4 Yürek" sergisine.. Filiz Otyam, Adnan Polat ve Tunç Ulusoy'la birlikte..
Nasıl kalabalık.. Fotoğrafları seyretmek mümkün değil.. Şöyle bir bakabildim, tenhada tekrar gelip gezme kararıyla..
Fikret Ağabey'in bir Yemenli Kız'ı var.. Teyzesini aramak için Yemen'e gittiğinde çekmiş.. Bakın sadece bu fotoğraf için gidilir Çırağan'a.. Fotoğraf değil, tablo.. Bir bakış yakalamış Fikret Ağabey..
Bir Filiz çarptı gözüme.. Siyah bir Kuğu.. O mimari harikası boyun arkaya kıvrılmış, baş kanatların arasına gömülmüş, uyuyor.. Filiz, Orhan Peker'in "Kuşun yuvası kanatlarıdır" dizelerine basmış deklanşörü sanki..
Ve de koşuştururken birden beni çivileyen fotoğraf.. Siyah beyaz.. Adnan Polat'ınmış.. Yani bu nasıl bir bakıştır..
Uzaktan kafasını dalların arasına sokmuş zürafa görüyorsunuz.. Fotoğrafçı kuyruğunun iki metre gerisinde yere yatıp çekmiş gibi.. Yaklaşırken, kayaların arasından fışkırmış, baharı bekleyen bir fidana dönüşüyor resim.
Tam yanına gelince, gerçeği anlıyorsunuz.. Kökü bile dışarı fırlamış ihtiyar bir ağaç bu.. Ağaçlar ayakta ölür ya, hani.. İşte bu fotoğraf o lafı canlandırmış..
Bu sergiyi bol vakit bulup gezeceğim.. Fikret Ağabey'in, Filiz'in, Adnan'ın ve Tunç'un bütün fotoğraflarının önünde uzun uzun durup bakacağım..
Siz de öyle yapın.. Çırağan'a gidin mutlak..
Yazının devamı için:
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2009/11/26/bu_defa_da_padisah_oldum