12 Haziran Pazar günü yapılacak seçimlere 48 saat kala yazı yazmak, hele hele yaşanan seçim süreci sonunda şu ya da bu şekilde bir tahminde bulunmak kadar zor bir durum olmasa gerek...
Ben bunu yapmayacağım!
Çünkü hangi aday ya da hangi siyasi parti sandıktan üstün çıkarsa çıksın, sokaktaki vatandaş çok değil daha pazartesi günü, verdiği oyu inkar edecek ve "Ben zaten o partiye vermemiştim" (!) diyebilecek.
Aynı vatandaşın benzer ya da daha farklı şikayetlerini sıralamaya dahi gerek görmüyorum.
Seçilen milletvekilleri de (istisnalar hariç) Pazartesi sabahından itibaren kendilerini "farklı sınıflarda" görmenin gereği olarak hal ve hareketlerini değiştirerek adeta "cumartesi"nin kimliğinden uzaklaşmış, aynaya baktığında farklı bir timsal görmenin dayanılmaz hafifliğini yaşayacak!
Daha sonraki haftalar, aylar ve de hatta yıllar içerisinde uğrayacağı değişimi anlatmanın anlamı var mı ki!
Partisine verdiği oyu inkar eden seçmen ile, seçilebilmek için her türlü dalga dubarayı büyük bir özenle yerine getiren "vekil" ve de onları takip eden "gazeteci" üçgeninden yola çıkarak önümüzdeki süreçte yaşanılacaklar bu kadar çok belliyken, bugünü ve yarını "meraklı" bekleyiş içerisinde geçirmenin ne anlamı var ki!
Bildik bir olaydır ama yine de aktarmadan geçemeyeceğim!
Köyün ağası ile ağanın marabası perşembe günleri kurulan pazar için kasabaya yol almışlar... Her zamanki gibi ağa eşeğin üzerinde, maraba da yuların izinde...
Maraba ve ağa uzun yıllar taşıdıkları elbiselerden sıkılmış olmalılar ki, eşeğin üzerindeki ağa, durduk yerde önündeki marabaya seslenmiş:
- Len Hüso! Hele bi dur. Çok yoruldun.
Ağasından aldığı emirle duran Hüso, meraklı gözlerle ağasına baktığında, ağa devam etmiş:
- Aklıma ne geldi biliymisen! Aha bizim eşeğin sıçtığı pohu yer isen, eşeğin üzerine sen çıkacan, ben yuları tutacam!
Maraba şaşırmış! Ama ağanın teklifi de hayli cazip... Yıllardır köyden kasabaya eşeğin yularını tuta tuta gitmekten gına geldiğinden, "Ne de güzel olur ağam yuları tutar ben eşeğin üstünde kasabaya girerim" düşüncesiyle teklifi kabul etmiş ve eşeğin pohunu yedikten sonra üzerine çıkıp yola düşmüşler...
Kasabaya girerken ağa halyi sıkıntılı ama yapacak bir şey yok. Bir kere söz verdi. Kasabalı da işin farkında ancak onlardan da yorum yok. Uzatmayalım alışveriş yapılmış ve köye dönüş başlamış.
Maraba eşek üzerinde, ağa ipin ucunda... Bir süre sonra eşek üzerindeki maraba sıkılmış:
- Ya ağam! Gel sen şu eşeğin pohunu ye de, ben ipi tutayım sen eşeğe bin!
Ağa çaresiz, eşeğin pohunu yemiş ve eşeğin üzerine binmiş. Hüso da ipin ucunu tutmuş köye doğru yol almaya başlamışlar.
Köy görünmüş... Ağa, marabaya seslenmiş:
- Len Hüso! Köyden çıkarken ben eşeğin üzerinde sen ipin ucunda! Köye giriyoruz yine ben eşeğin üzerinde sen ipin ucunda! Peki söylermisin kasabaya giderken ben, köye dönerken sen, neden yedik o pohu!
Cumhuriyet'in yaşı 88... Benim yaşım 54... Ben bu pohu kendi adıma 30 yılı aşkın süredir yemek zorunda kalıyorum...
Önümden neler geçti gitti TBMM'ye... Hem de on'ar on'ar...
Onlar'ın, yüzlerin içinden beni ve bizi mutlu edeni bulamadık da, şurada 2 kişinin seçileceği Çankırı'dan mı çıkacak beni ve sizleri mutlu edecek o insan!
Mutluluk ağa'nın evindedir... Maraba yine pazartesi gününden itibaren çorbasını kaynatmak ve yanına soğan arama telaşına düşecektir...
Ve bu masal da o yüzden burada bitmeyecektir...