Geçtiğimiz hafta Sözcü18 adına önemli bir virajı geride bırakmanın hareketliliği içerisinde geçti. Yaklaşık 3 yıl süresince bir kez dahi uğramadığımız Hükümet Konağı’nı yeni Vali Vahdettin Özcan’ın randevu talebimize olumlu yanıt vermesiyle ziyaret etme fırsatı buldum.
Vatandaşa da açılan “protokol kapısı”nın merdivenlerini teker teker geride bıraktıkça, geçen 3 yılın da hatırlamak istemediğim iz ancak belleğimde önemli izler bırakan gergin günleri, haftaları ve ayları da unutmuş olduğumu söylersem herhalde “riya” yapmış olurum…
“Ben gazeteciyim” diyebilenin “habercilik” fonksiyonu ortadaysa, düşmanına dahi “küs” olabilmesi ya da bu küslüğü sürdürmesi mümkün değildir…
Gazeteci için “haber” tıpkı sahilde oturanın denizden gelen dalgaları sürekli olarak “bir” diye sayması gibidir. Nasıl ki bazı dalgalar sert ve acımasız ise, yayımlanmış bazı haberler de böylesi derin izler bırakabilir. Ancak buradaki önemli ayrıntı, yaşanmış olayda “gazeteci”nin haberin oluşmasındaki payına bakmak gerekir. Gazeteci, verdiği emeğinin ve takipteki ısrarcılığının mükafatını yayımladığı haberle sağladığından, sözkonusu haberdeki muhatapların aktörlüğünden sorumlu tutulmamalıdır.
Lakin, günümüz anlayışında (özellikle yerel gazeticiler için) “gazeteci”nin en temel sıkıntısı yayımladığı haberle birlikte karşılaştığı “Bu haberi neden yaptın?” gibi saçma bir sorudur!
Tıpkı savcının ya da polisin karşısındaki zanlıya: “Bu adamı neden öldürdün?” ya da “Bu soygunu neden yaptın?” sorusuna eşdeğer, hatta bundan daha ağır bir sorudur gazeteciye sorulan “Bu haberi neden yaptın?” sorusu.
Bu soru Sözcü18 için bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da (yayın hayatında kaldığı sürece) sorulacaktır… Bundan en ufak bir kuşkum yok… Aradaki fark sadece ve sadece soruyu soranların konumlarındaki ayrıntıdır. Dün vali soruyordu bu soruyu bugün de İl Başkanı! Değişen bir durum yok…
Dün zamanın valisi çıkmıyordu telefonlarımıza… Bugün de İl Başkanı çıkmıyor!
Gerekçesi mi?
Belediye Başkanı İrfan Dinç ile ilgili yapmış olduğumuz haberler!
Mevcut duruma bakarsak İl Başkanı ile daha uzun süre görüşemeyeceğiz…
Bazen aklıma da gelmiyor değil! İl Başkanı ile ilgili olumsuz haber yapsak acaba telefonumuza kim çıkmaz?
Hiç önemli değil kim çıkarsa konuşuruz, kim çıkmazsa “biz konuşmamış” değil "o konuşmamış” olur!
Hayat boyu soğanın cücüğünü yemedim! Hayatında “cücük”ten başka bir şey yememiş olanlar düşünsün der geçerim.
* * *
Söze nasıl girdik, iş “cücüğe” kadar geldi! Ancak yine de aslında vermek istediğim mesajın tam göbeğindeyiz…
Sayın Vali Özcan, mesleğinin getirisi olarak yılların deneyimi ve birikimi ile “ayakları yere basan” bir portre çizdi yaklaşık bir saatlik görüşmemizde…
Ülkenin hangi vilayeti olursa olsun o ilde valilik yapabilecek bir kapasiteye sahip olduğunu da net olarak ortaya koydu… Hatta mevcut ve yıllanmış birçok validen de çok fazla yetilere sahip bir kimlik vardı karşımda…
Beklentim ve umudur şudur ki; Sayın Vali, bugün sahip olduğu değerleri, Çankırı’nın havasından ve de suyundan, ve de “caba”sından etkilenmeden mevcut sorunların üzerine ısrarla yönelmesi, ortaya koyacağı çözüm formülleriyle geleceğe “sorunsuz” bir bölge devretmesidir.
Bunun dışında toplumumuzda yaygın olan ve her başı ya da orası burası ağrıyana “al 100’lük alfasilini yut! Bişeyciğin kalmaz” yöntemi ile günü kurtarmaya yönelik duruş ve de icraatin sergilenmesini de hiç mi hiç tasvip etmeyeceğimizin de altını çiziyorum…
İşin özetini de yaşanmış bir hikaye ortaya koysun: Uzak diyarlardan adres sora sora köyün birine düşmüş yolcu, karşılaştığı köylüye:
-Hemşerim Dolanlı köyü buralardaymış. Ne kadar zamanda giderim, demiş.
Bizim köylü diyecek bir söz bulamamış…. Yolcu yine aynı soruyu ikinci kez sormuş. Köylüden yine tık yok…
Yolcu, heybesini sırtlanmış yola düşmüş… Biraz uzaklaşınca arkadan köylü seslenmiş:
-14 saatte varırsın!
Yolcu, sırtındaki heybesiyle geriye dönmüş, köylünün yanına gelmiş:
-Şurada durdum, birkaç kez sordum yanıt vermedin! Yola düştüm arkamdan bağırdın! Şunu şuracıkta söyleyiverseydin ne olurdu, demiş.
Köylü hiç istifini bozmamış ve; Yürüyüşünü görmeden Dolanlı’ya kaç saatte varacağını nereden bileydim, demiş…
Aynen hikayedeki gibi… Sayın Vali Özcan icraat yapacak, bizler de her bir icraat sonrası gidişatı kamuoyu ile değerlendireceğiz…
Kuralı biz koymadık… Karşılıklı olarak var olan kurallar içerisinde hayatımız sürecek…
Gerektiğinde bu köşeden, gerektiğinde yan yana gelerek… Karşılıklı saygı ve sevgi içerisinde…
Her iki tarafa da kolaylıklar diliyorum…
* * *
Aslında yazı bitti ancak, Çankırıspor ile ilgili üç satır yazmaz isem “eksiklik” hissedeceğim…
Takımın teknik patronu Hakan Yılmaz, nam-ı diğer “çakma” ligin başladığı 6 haftanın 4’ünde maç değerlendirmesi yaparak durumu “talihsizlik” olarak adlandırdı. Beşinci değerlendirmeyi yapamadı çünkü PFDK tarafından “tribün” cezasına çarptırılmıştı.
6 maçta bir galibiyet ve bir beraberlik, toplam 4 puanla ligin dibindeyiz… Son hafta tribünler “Çakma istifa” diye haykırdı… Başkan maç sonrası yaptığı toplantıda “İstifa yok” dedi ve “çakma”ya sahip çıktı!
Buradan Çankırıspor taraftarına ve bu takıma gönül verenlere sesleniyorum: Sevda Başkan, Hakan Yılmaz için kimleri çizmedi ki! Şöyle bir düşünün kolayca bulacağınızı sanıyorum.
Başkan Karaali’nin kimleri etrafından uzaklaştırdığına bakalım ve bu “Çakma istifa” feryatlarını bırakalım, Çankırıspor nasıl küme düşüyor, hep beraber onu izleyelim…
Hakan Yılmaz nam-ı diğer “çakma” da sözüm ona "Çankırı sevdası uğruna” (!) görevde kalmayı sürdürüyor!
Sürdürmekte de haklı... Çünkü gidecek yer yok! Şayet gidecek yeri olmuş olsaydı, geçen yıldan bu günlere kadar çoktan Çankırı'dan uçmuştu!
Ne kötü! Hem çakma hemi de kanatsız!
Haftanız güzel, beyniniz özgür, kalbiniz sevgi dolu olsun…