Bundan kırk beş, elli sene önce bende, hemen her çocuk gibi traş olmayı pek sevmezdim. Traş olmamak için ne zaman huysuzluk etsem, Ahçılar’ın Zela Teyze (Zeliha Çetin) saçımı kestirmem için beni iknaya çalışır ve her seferinde, berberin oğlu ile kasabın oğlunun hikayesini anlatırdı.
Hikayeye göre, kasapla berberin yaşıt çocukları varmış, bir gün, bu ikisi oğullarını güreştirmek, hangisinin daha güçlü olduğunu görmek istemişler. Kasap oğlu kilo alsın, güçlensin diye her gün et yedirmiş, berber ise her gün oğlunun saçlarını traş etmiş. Hikaye bu ya güreş zamanı gelmiş çatmış, berberin oğlu, kasabın oğlunu tuttuğu gibi yere çalmış, kasabın oğlunun göbeğini güne getirmiş.
Bu hikayeyi duyar duymaz, yeldir yepelek koşmuştum Berber Zühtü’ye. Berber Zühtü (Börekçi) hem ailemizin berberi hem de eski mahallemizden komşumuz olurdu. Hiç sormazdı; “nasıl olsun” diye. O kafasına göre traş ederdi, kalfası Sabri Ağabey de ondan aşağı kalmazdı. Her ikisinin kafasında da biz Çankırılı bebeler için tek saç modeli vardı. “Alaburus”
İlkokul ve ortaokul dönemizin vazgeçilmez saç modeli olan, “alaburus” üç numara traştan daha uzunca, önde bırakılan kakülün makasla düz kesimi ve ensenin “tavukgöğsü” gibi çıkmasından oluşurdu.
Berber Zühtü Börekçi elinden çıkmış bir "Alaburus" modeli. Yıl 1959-Yer: Çankırı Anıt
Ben oturmadan önce çırak koltuğun üzerine bir tahta parçası koyardı. Boyum uzasın, aynayı daha iyi görebileyim diye. Kurulurdum şehzade gibi “tahtıma”. Daha sonra, Berber Zühtü beyaz örtüyü, boynuma enseden fiyonk ederek bağlardı, şimdinin çıtçıtlı, cırtlı önlükleri yoktu.
Koltuğun üzerine tahta konulması, ilkokuldan orta bire kadar devam etti. Ortaokul yıllarımda, okulun ilk günü, İstiklal Marşından önce, okul müdürü Cemil Yavuz kılık kıyafetle ilgili konuşmasına başlamadan, beni yanına çağırır, erkek öğrencilere saç kesimimi örnek olarak gösterir, benim gibi traş olmalarını isterdi. İşte o zaman anlardım “alaburus”un ve Berber Zühtü’nün kıymetini.
Bayram arifelerinde berber Zühtü’nün müşterisi çok olur o zamanda sıramı beklerdim. Küçük bir sehpada, Hürriyet Gazetesi ve Akbaba Dergisi eksik olmazdı. Sıramı beklerken günlük alınan Hürriyet Gazetesi arkasındaki karikatürlerde (o zamanlar gazetelerin henüz eki yok) “Bizimkiler ve Güngörmüşler” in cizgi kahramanları, Basri ile Fatoş’un didişmesi, Hüdaverdi’nin haylazlığı, Güngörmüşler'in cimriliği, okuma alışkanlığı ile birlikte, dünyayı kavramama yardımcı olmuştur.
İlk dükkanın adı ÜNAL BERBERİ ,sonra ŞAN BERBERİ - Berber Zühtü ve arkadaşları.
Berber Zühtü’nün elinde makasın sesi hiç susmaz, kanarya gibi şık şık şık şakırdar o ise koltuktaki müşteri ile futbol maçlarından, Spor-Toto'dan ya da günlük siyasetten konuşurdu. Televizyon yoktu elbet, lambalı radyo arada bir açılır, yurttan sesler ve ajans dinlenirdi. Şimdilerde ise berberlerde devamlı açık televizyon var.
Bir keresinde, kalfa Sabri ağabey traş etmişti beni. Evden her zamanki gibi elli kuruş vermişlerdi traş parası için, Zühtü amca o güne kadar hiç sesini çıkarmamıştı bu elli kuruşa. O gün ise Kalfa Sabri ağabey; “Ne lan bu !?” dedi. Uzun süre gitmedim. Utandım mı, kızdım mı? Bilmiyorum.
Duydum ki Sabri ağabey de usta olmadan berber kalfalığını bırakmış, memur olmuş. Yıllarca Karataş Mahallesi Muhtarlığı da yapan Zühtü Börekçi de rahmetli olalı uzun süre oldu.