Al, al, nereye kadar?

Al, al, nereye kadar? Vermek de lazım...

BİRAZDAN bir konuşma yapacağım.

Haliyle tedirginim.
Yok yok, cümleyi yeniden kuruyorum.
Birazdan bir konuşma yapacağım.
Ve üç buçuk atıyorum.
Ellerim buz kesmiş vaziyette, kalbim de neredeyse yerinden çıkacak.
Çare nedir?
Bir kadeh şarap mı, bir kaşık Pasiflora mı?
Yoksa yalan söylemek mi?
Domuz gribi oldum desem, evden çıkmasam...

***

Yüzlerce insan sana bakarken bir sahnenin ortasında dikilme fikri çok ürkütücü.
Ama aynı zamanda tuhaf, vahşi bir zevk de veriyor.
Aslında insanın bir şeyden korkması güzel.
O korkuyla yüzleşmesi güzel.
Sizi bilmem ama beni canlı ve diri kılıyor.
Fakat bir taraftan da, insanın kafasını kurcalıyor:
Bu kadar strese girmesem mi? Ne gerek var?

***

Gerçi, işim çok zor değil...
Çünkü kendimi anlatacağım, işime duyduğum tutkuyu, meraklı biri olduğum için, yaptığım işle kişiliğimin cuk oturduğunu, dostlar alışverişte görsün diye değil, o soruyu sormak istediğim için sorduğumu... Herhangi bir uçaktan inerken bile, yanımdaki 14 C’nin hikayesiyle indiğimi...
Amaaaaa... İş, benimle bitmiyor ki... Fotoğraflar iyi olacak (Sebati, Senih, Kutup, Levent), görsel yönetmen iyi olacak, kuş konduracak (Nilgün), tabii ki iyi bir editör elinden geçecek iş, daha başlıktan insanı yakalayacak (Muhittin, Neyyire, Ayşen, Emre). Ve tabii ki gazeten, işini iyi gösterecek. Yoksa emeklerin boşa gider, ayvayı yersin!
Son olarak, sahnede iyi olduğunu düşündüğüm işlerimden örnekler sunacağım. Görsellerini gösterip, o röportajların hikayelerini anlatacağım.
Ve ve T Bank’ın CEO’su Dinçer Alpman (söyledim değil mi bu konuşmayı T Bank için yapacağımı) tamam derse, sahnede onunla röportaj gerçekleştireceğim.
Aklımca, birtakım numaralar çekeceğim.

***

Ama tabii Caretta İletişim’den Şule Çizmeci beni arayıp, “T Bank çalışanları için bir konuşma yapar mısın?" dediğinde, “T Bank mı, o da ne?” dedim.
Türk Telekom’u satın alan Hariri Gurubu, T Bank’ın ortaklarından biriymiş, Türkiye piyasasına 2007’de girmişler, “Hoş gelmişler” dedim.
Ama sonra hemen ekledim:
“Teşekkür ederim, ilgilenmiyorum, ben hiçbir yere konuşmaya gitmiyorum, benim işim değil.”
Fakat sonra şimdi buraya yazmak istemediğim bir ücret söyledi.
Kimilerine göre atla deve olmayabilir, ama mesela sevgilimi bir hafta sonu bir yere götürebileceğim kadar bir miktar.
Kafamda, evirip çeviriyorum, “Nereye götürsem? Nereye davet etsem acaba? Neresi şık olur?”
Hatta baktım, Alya da olsun mu olmasın mı planlarına geçmişim.
“Ben sana yarın haber vereyim Şule” dedim ve telefonu kapattım.
                                                                                                          ***
Sonra arkadaşlar...
Bunu sevgilime açınca...
“Ne seyahati, ne tatili ya!” dedi...
“Sen sosyal sorumluluk işlerine girmek, çocuklara yardım etmek istemiyor muydun, al sana fırsat!”
Biraz afalladım. Yalan söylemeye gerek yok, onun yönlendirmesi olmasaydı LÖSEV hiç aklıma gelmeyebilirdi.
“Hadi hadi, sen iyi bir insansın, yaparsın” dedi.
Birden havaya girdim, “Tamam” dedim.
Hızımı alamadım, yakında bir kitap çıkarıyorum, yazarım detaylı olarak Doğan Kitap’tan çıkıyor, “Alya, sevgilim ve ben... Bizim ailenin hikâyesi...”
“Anasını satayım, onun da geliri LÖSEV’e gitsin” dedim...

***
Neden LÖSEV?
 
Çünkü içimden öyle geldi.
 
Çünkü bizler, dünyanın en şanslı insanlarıyız, çocuklarımız sağlıklı.
 
Çünkü dünyanın en boktan şeyi bir çocuğun hasta olması.
 
Çünkü yardım direkt çocuklara gidiyor, 0-16 yaş arası lösemili çocuklara.
 
Çünkü kurucusu, hayatını bu işlere adamış biri Üstün Ezer, pediatrik hematolog. 11 yıldır bu meseleyle canhıraş bir şekilde uğraşıyor. O, bir savaşçı.
 
Çünkü 30 çocukla başlamışlar, şimdi 6018 çocuğu tedavi ediyorlar.
 
Çünkü çok pahalı bir tedavi ve Türkiye’de ne yazık ki her yıl 5000 çocuk kansere yakalanıyor, bunların 1500’ü de lösemiye.
 
Çünkü LÖSEV’e kayıtlı olan 6018 çocuğun 87’si yoksul.
 
***
 
Onun, bunun, benim, sizin yardımları...
Hem o çocukların Türkiye’nin her tarafında ücretsiz tedavi olmasını sağlıyor, hem de aileleri nakti yardım alıyor. Kömürden deodoranta kadar yaşam ihtiyaçları karşılanıyor. Çünkü paraları yok. Evde kardeş varsa, kırtasiye alınıyor. Yardım kolileri gidiyor. Vakıf ve dernek işlerinde insanın bazen kafası karışıyor gerçi, ama LÖSEV gibi vakıflarda biliyorsunuz ki, para gerçekten yerine ulaşıyor.

Önümüz bayram... Kurban bayramı... Bir kurban 280 TL’ymiş, isterseniz bu parayı LÖSEV’e yolluyorsunuz, onlar sizin için kurbanı kesiyor, o etler de lösemili çocukların ailesine gidiyor. Diyorsanız ki, “Yok kardeşim, ben kan akıtmak istemiyorum” o zaman LÖSEV’e yardım yapıyorsunuz, 280 TL vermek de şart değil, imkanlarınız ne kadar el veriyorsa...
0660, LÖSEV’in banka hesabı, bütün bankalarda geçerli.

İnternetiniz yoksa, Ankara telefonu 0312 447 0660, İstanbul telefonu da 0212 268 68 68...
Evden çıkamayacak durumda iseniz bile, ayağınıza kadar gelip, yardımınızı alabiliyorlar.
Son alarak, hızlı bir vakıf, insanı delirtmiyorlar.
*
Durum budur.
Kim nereye çağırırsa, kendi hikayemle geleceğim, profesyonel bir konuşmacı değilim, ama işime duyduğum heyecanı elimden geldiğince sizi aktarmaya çalışırım.
Ücretini de bir zahmet LÖSEV’e yatırırsınız.
Şartım bu.
Bana düşmez ama para almadan konuşma yapan herkese de naçizane önerim bu, gidin yapın konuşmanızı ama parayı bir vakfa bağışlamalarını isteyin.
Ömer sevgilim, bu şartlar altında seni seyahate götürecek param yok!
Boş ver kim takar seyahati...
Beni daha iyi bir insan olmaya teşvik ettiğin için de seni seviyorum...