Anadolu topraklarında yaşayanlar olarak Elazığ ve Malatya'da yaşanan son depremden sonra, ülke insanı olarak biraz da 'balık hafızalı' yani 'çabuk unutan' bir topluluk olmamız nedeniyle biraz tarih yapraklarını aralayalım istedik.
İstedik; Çünkü toplum olarak sadece 'balık hafızalı' olmadığımız gibi 'hatalarımızdan ders çıkartan' bir yapıya da sahip olmadığımızın çok mu çok farkında değiliz! Hatta daha da ileriye giderek son yıllarda özellikle devlet büyüklerimiz tarafından kafamıza sokulmak istenen 'O işin fıtratında var' (!) savunmaları ile karşı karşıya bırakılmamız gücümüze gitmekte.
İLGİLİ HABER
1943'ten 2020'ye Çankırı'da Deprem Gerçeği - 2 - TIKLA
Nasıl gitmesin ki?
Elazığ'da yaşanan deprem sonrası bölgeye yapılan ziyarette "...Tabii biz kaza ve kadere iman etmiş insanlarız. Kaza ve kader de imanımız gereğidir. Bu inançla yaşamımızı farklı kılan adımları atıyoruz." denilebilmiştir!
Acaba Allah'ın belirttiği ve istediği kader anlayışı bu mudur? Kader imanın bir parçası mıdır?
İLGİLİ HABER
1943'ten 2020'ye Çankırı'da Deprem Gerçeği - 3 - TIKLA
Bu konularda ilk soracağımız yer Kur-an’dır. Kur-an; Kader "bilinmeyenlerin olması anlamında" değil, tam tersi "bilinenlerin bir ölçü içerisinde meydana geldiğini" anlatır. Kamer suresi 49. ayette "Bakın, biz her şeyi gerekli ölçü ve nispette (kader) yarattık..." Şimdi bu ayet ortada dururken, deprem, sel, yangın, aşırı sıcaklık ve soğukluk yaratılan ölçünün dışında mı oluyor? Depremin şiddeti yüksek olunca kader (ölçü) aklımıza geliyor. Sanki: Allah ölçüyü kaçırdı normali böyle değildi gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. "Oluşan zararlar Allah’ın bir takdiri bizim bir suçumuz yok" demeye getiriliyor.
Konumuz deprem olduğuna göre örnekleri de onunla ilgili vermek gerekiyor. Depremin şiddeti 3-4 olduğunda yıkım olmuyor. Kimse de takdirden, kaderden söz etmiyor. Richter ölçeğine göre şiddet 7-8 olunca, herkes kader demeye başlıyor. Halbuki Japonya’da aynı şiddette depremler yıkıma sebep vermiyor. İşte orada Allah’ın ölçüsünü bilen ilim teknoloji devreye giriyor. Yapılar bu şiddetteki sarsıntılara göre; yer, yükseklik, malzeme, teknoloji seçilerek yapılıyor. Kimse de takdir deyip suçu Allah’a atmıyor. Başka ne olabilir?
Depremin şiddeti Richter ölçeğine göre 10’un üzerinde olur. İnsanların ulaşabildiği teknoloji bu sarsıntıya cevap veremeyecek durumda olur, o zaman yapacak bir şey yoktur. Kader de diyebilirsiniz, fıtrat da.
Bütün bunlardan yola çıkarak, 3 aktif fay hattının geçtiği Çankırı'dan, ülkenin en büyük ve en aktif hattı olan Kuzey Anadolu fay hattı da geçmekte! Ve daha da vahimi, yine işin uzmanlarınca Çankırı’da 10-15 yıl içinde 7 ve üzeri bir depremin meydana gelme ihtimalinin olduğu son günlerde defalarca dile getirilmiş durumda!
Hal böyle iken SÖZCÜ18 Haber Merkezi olarak yaşananlara ve de yaşanacaklara kayıtsız kalmamız mümkün olamazdı... 'Gazeteci' kimliği ve onun getirdiği sorumluluk gereği hem okuyucularımızı içinde bulunduğumuz 'balık hafıza' durumundan çıkartmak, hem de ülkeyi ve de bizleri yönetenlerin toplumu sürüklemeye çalıştıkları 'kadercilik' anlayışından bir nebze olsun uzaklaştırma adına değerli yazar dostumuz Ömer Faruk Eryılmaz'la birlikte sizlere 3 bölüm halinde sunacağımız "1943'ten 2020'ye Çankırı'da deprem gerçeği" başlıklı yazı dizimizi hazırladık.
Bu dosyanın hazırlanmasında bizlere; Kaynak, belge ve fotoğraf konusunda destek olan dostlarımıza teşekkürü borç bilirken, Çerkeş ilçesinde yaşanan depremle ilgili kişisel arşivini bizimle paylaşmaktan imtina etmeyen sayın Ersan Eren'e 'özel' teşekkürü borç biliyoruz.
VEDAT BEKİ / Editör
SISMOLOGIE (*)
DEPREM - ZELZELE - SEISME BİLGİSİ / Ömer Faruk Eryılmaz
Daha 15'li yaşlarımdayken “Öğretmenin Beyaz Kitabı”(**) adlı eserini kendi elinden alıp, adıma imzalatırken tanışmıştım Kurşunlulu emekli öğretmen Hasan Özgör’le.
Adıma imzalı ilk kitap olan “Öğretmenin Beyaz Kitabı” kitaplığımdaki yerini korurken, bir sahaf dükkanının tozlu raflarında rastladığım "SİSMOLOGIE" adlı kitabın yazarının da Hasan Özgör olduğunu görünce bu kitabı da almıştım hemen.
O güne kadar büyüklerimin anlattıklarından dinlediğim, hatta tarihlerini karıştırdığım, depremlerin, detaylı bilgilerini de bu kitaptan öğrendim.
Her deprem sonrası televizyon ekranlarına gelen haritalarda adına "Kuzey Anadolu Fay Hattı" denilen 1500 kilometrelik bu şeridin aynısını (bundan yetmiş yıl önce) çiziyor, adına "Saroz – Erzurum zonu" diyordu Hasan Özgör.
Sonra da başlıyordu anlatmaya;
"Türkiye’de meydana gelen depremlerin en tehlikelisi ve tahribatkarı bu şerit üzerinde cereyan eden depremlerdir. Bu zon yurdumuzda Saroz körfezinden başlar, Marmara denizinden geçer, İzmit körfezine uzanır. Oradan Akova, Adapazarı, Hendek güneyinden Bolu ve Gerede çaylarını takiben, Yukarı Ulusu, Çerkeş, Kurşunlu ovasından Devrez çığrını (vadisini) takiben Ilgaz dağı güneyi, Tosya, Kızılırmak çığırını kovalar. Suluova yolu ile Erbaa’ya geçer, oradan Kelkit çığrını devamla Niksar, Reşadiye, Koyulhisar güneyinden Suşehri kuzeyine, oradan da Refahiye kuzeyinden Erzincan’a ulaşır. Oradan da tekrar Kelkit çığrı yolu ile kuzeye doğru bir yay çizerek Tercan ve Erzurum’a ulaşır. Buradan Hasankale, Kağızman yolu ile İran’a geçer. 1500 Kilometre uzunluğunda olan bu şerit 800-1000 metre genişliğinde muazzam bir deprem bölgesidir.”
Yukarıda Türkiye'nin deprem haritası Tarih-Coğrafya Öğretmeni Hasan Özgör'e ait 1952 yılında elle çizilmişi. Aşağıda ise günümüz teknolojisi ile ortaya çıkartılmış son deprem haritamız...
Dünyadaki, Türkiye’deki tüm depremler ilgilendiriyor, içimi acıtıyordu ama esas ilgimi çeken, “Kuzey Anadolu Fayının” Samsun - Gerede arasındaki (Çerkeş, Kurşunlu, Ilgaz ve Tosya’nın da altından geçen) bölümüydü.
1943, 1944 ve 1951 yıllarında her biri 6 şiddetinin üstünde depremler gören bölge neredeyse 70 yıldır suskundu ve yer bilimciler, bu depremlerin 40 – 50 yıl gibi aralıklarla beklenmesi gerektiğini söylüyorlardı.
***
Yaşayan hafızalarda akla gelen ilk deprem, 26 Kasım 1943 yılındaki “Samsun-Ladik” ya da “Kastamonu-Tosya” depremi olarak adlandırılan ve büyüklüğü bazı kayıtlarda 7.2, bazılarında 7.6 olarak geçen depremdi ki, yine bazı kaynaklarda 2 bin 300 bazı kaynaklarda 2 bin 824 kişinin öldüğü bilgisi veriliyordu.
Merkezinin Samsun – Ladik olarak kayıtlara geçtiği bu depremin yıkıcı etkisi Tosya’dan, Ilgaz’a, Ilgaz’dan Kurşunlu’ya, Kurşunlu’dan Çerkeş’e kadar kendisini göstermiş, Kasım ayının soğuğunda yüzlerce insanı evsiz barksız bırakıp, onlarca insanın ölümüne sebep olmuştu.
Yazarını bulamadığım bir anı yazısında;
“Yıl 1943.
26 Kasım Cuma günü. Kalabalıklar, dükkanları, sokakları, camileri, evleri, hastaneleri, okulları dolaşmış, akşamı evlerine dönmüştür. Savaş günleridir. Yokluk, yoksulluk her yeri sarmış, üstü başı çıplak bırakmıştır. Ekmekler, somunlar dirhem dirhem karneyle dağıtılmakta, değil benzin, gazyağı ve çivi bulamamaktan insanlar harap olmakta, dükkanlar kepenk kapatmaktadır.
Sokaklar, karanlık ve yorgun.
Üstelik Kuzey Anadolu'nun soğuğu da bir kaç gündür şiddetli yüzünü göstermiş, hafta sonu olmasına rağmen, erken yatmak, üşümemenin yolu olarak görülmüş. Çoktan uykular, yarıya dönmüş bile. Gece yarısı başlamamış olsa da.
Yarın, Cumartesi Günü civar illerde, ilçelerde kurulacak pazarlara mal götüremeyecek olmanın sancısı erkekleri, zor kaynayan tencerelerin sesizliği kadınları vurmuş. Bedenler, zihinler yorgun. Bozgun.
Gündüzlerinde her şeyi Ankara’dan gelecek “savaş bitti” nidalarına bırakan,radyolarda çalan Rumeli Türkülerine, bağrı yanık hikayeler yaratan insanlar, gecelerinde kendi gölgelerine esir oluyor.
Amansız ve tarifsiz bir ses. Anlatılmaz. Toz, duman peşinden. Sonra ses ve bağırışlar. Bağırışlar. Evet, mahvolduk!” diye özetliyordu 1943 depremini. (DEVAM EDECEK)
(*)“Sismologie” Hasan Özgör, Ankara, 1952, Türkiye Matbaacılık ve Gazetecilik A.O – Yeni Matbaa Ankara
(**) “Öğretmenin Beyaz Kitabı” Hasan Özgör, 29 Ekim 1972, Doğuş Matbaacılık ve Ticaret Limited Şirketi Matbaası, Ankara 1972.
İKİNCİ BÖLÜM
1 Şubat 1944 Çerkeş Depremi ve Yaşanılanlar...