"Sen olmasaydın onlar da olmazdı"
Radikal gazetesinden Yiğiter Uluğ'un kaleminden Süreyya Ayhan...
"Tarih bir gün seni de yazacak elbet; doğruların ve yanlışlarınla... Milyonlarca doğruyu ilmek ilmek bir araya getirdikten sonra tek bir yanlışa kurban edivermenle...
Başka bir coğrafyada doğup büyümüş olsan, kitaplar yazar, filmler yaparlardı henüz 35 yıla varmamış yaşamından. Burada yapmazlar, biliyorsun. Konuşur konuşur geçeriz biz. Unuturuz, unuttururuz.
Seven kadın her şeyi göze alır. Peki ne yapmaz?
Soru sormaz. Sorgulamaz. Kalbinin orta yerine oturttuğu adamın, hayatının dümenine geçmesine de izin verir kayıtsız şartsız. Onu dünyanın ucuna götürmesine çıtını çıkarmaz.
Büyükanneden kalma bir mübadele hikâyesidir: “Deden eve gelip, ‘toparlan gidiyoruz’ dedi. ‘Nereye’ diyemedim. Vapura bindiğimizde neler olacağını hâlâ bilmiyordum. Etrafımdakilerden duydum da öğrendim, İzmir limanına çıkacağımızı...”
Böylesine sevebilmek...
Günümüzde böyle sevebilen kadınlar kalmadığı için olsa gerek, ezberimizi bozdun sen bizim. Soru sormanı istedik. Hayatını “ona” göre yaşamanı değil, bize göre yeniden yoğurmanı...
Kazanacağın madalyaları hepimizle paylaşmanı, onlarla müsvedde hayatlarımızı temize çekmeni...
Tırmanacağın kürsülerle bize de orgazmik zirveler armağan etmeni arzuladık.
Olmadı... Kılavuzunun girdiği yanlış bir sokakta patladı bütün doğrular... Geri dönüş yoktu.
Şampiyonken bir anda hain oluverdin.
“Sen de kalp çıktın” dedik, kalbindeki yangınları görmezden gelerek... Hep birlikte üzerine çullandık. Yine de vermedin sevdiğin adamın kellesini (Senin yerinde bir erkek olsa verirdi, inan).
Bize göre ‘hata’, sana göre ‘aşk’ olanda direndin. Sustun. Arada sırada kurmaya çalıştığın kırık dökük cümleler hıçkırıklarda boğuldu. Anlatamadın...
Anlatsan da dinlemezdik zaten... Anlamak istemiyorduk ki.
‘Şampiyon atlet’ diye bilinen biri, hiç koşamadan nasıl geçirir o upuzun yılları? Ekranın karşısına oturup, yarışları izleyebilir mi mesela? “Ben olsaydım şöyle koşardım” diye fısıldayabilir mi kendine?
Diri diri gömüldüğü kabrin azabını, ne yapar da, bir nebze olsun dindirebilir?
Biz bunları sormadık. Merak etmiyorduk çünkü...
İçindeki hazine
Sonra bir gün bir kadın koştu geldi karanlıkların içinden... Peşinde de cıvıl cıvıl bir genç kız... Koşar adımları ne kadar da benziyordu seninkilere... Ama gözleri... Gözleri farklıydı. Sen hülyalı bakardın, metreleri finiş ipine doğru eritirken. Onlarda tarifi zor, çakmak çakmak bir kıvılcım var.
Sorduk öğrendik; beraber çalışmışsınız. Bizim seni yok saydığımız, “hükümsüzdür” bellediğimiz günlerde, yine de vazgeçmemişsin giremeyeceğin yarışlara hazırlanmaktan. O genç atletlerin kamplarına gidip, onları şampiyonluğa götürecek bir şeyler vermişsin. “Deneyimlerini paylaşmışsın.” Öyle yazdı gazeteler...
“Deneyim başımıza gelen şeylerin toplamıdır” derler ya, sendeki hazine kimde var?
Zaten bu gençlere o asil elini uzatmasan da, yıllar önce yapmıştın yapacağını... Onlar seni izleyerek inandılar kazanabileceklerine... Henüz parmak kadar birer kız çocuğuyken, senin resimlerine bakıp yumdular gözlerini madalyalı rüyalara...
Çok iyi biliyorsun ki... Çok iyi biliyoruz ki...
Sen olmasaydın Aslı ile Gamze de olmayacaktı, Süreyya..."
(Yiğiter Uluğ - Radikal - 13.8.2012)
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.