Oya Baydar, Erdoğan'ı 'Başbakan'a ihbar etti!
Sosyolog-yazar Oya Baydar kaleme aldığı yazısında Recep Tayyip Erdoğan'ı 'Başbakan'a ihbar etti.
Sosyolog ve yazar Oya Baydar, kaleme aldığı yazısında şunları dile getirdi.
"Bu bir ihbar mektubu: Suç duyurusunda bulunuyorum
Sayın Erdoğan,
Bu mektup size acilen ulaşmalı, çünkü hem bir ihbar mektubu, hem de maalesef çok yakında patlak verebilecek tehlikeli gelişmeleri iş işten geçmeden haber vermeye çalışan bir uyarı mektubu. Suç duyurusu olarak da kabul edebilirsiniz.
Çevreniz çıkar gruplarıyla, rant lobisiyle, ikbâl bezirgânları, bilinçli bilinçsiz ajan provokatörler, bir de siyasî-ideolojik atgözlükleri yüzünden olup bitenleri hiçbir şekilde kavrayamayan akıldanelerle öyle bir çevrilmiş ki en güçlü olduğunuzu sandığınız bir dönemde hızla siyasi sonunuza doğru itiliyorsunuz. Bunlara bir de sizin artık çok iyi öğrendiğimiz kişilik özelliklerinizi, kör inadı tutarlılık sanmanızı, kibrinizi, öfkenizi, “var mı bana yan bakan!” bıçkınlığınızı ekleyince, sadece kendinizi değil, hepimizi, bütün ülkeyi tehlikeye sürüklüyorsunuz. Korkmayın, askerî darbe ihtimali yok; ama sizcileyin muktedirlerin sonu sadece darbeyle gelmez. Son seçimlerdeki yüzde 50’lik oyunuzun (ki bu oy oranına halen sahip olup olmadığınız çok şüpheli, ayrıca miting meydanlarındaki kalabalığa da fazla güvenmeyin) düşüşü engellemeye yetmeyeceği durumlar vardır. Çünkü 50 yüzün sadece yarısıdır ve demokrasilerde oy çoğunluğu işin sadece bir bölümüdür. Yurt içinde ve dünya kamuoyunda kişisel yıpranma, itibar yitimi, güven aşınmasıyla; kendi adamlarınızın bile kapalı kapılar ardında yaptığı “ artık dizginlenemiyor, hepimizi uçuruma sürükleyecek bu adam” muhabbetleriyle; insanın bu kadar gerilimi yüklenemeyip zaten sarsılan ruhsal dengesini, sağlığını yitirmesiyle de gelir.
Yerine ulaşacağından kuşku duyduğum, önünüze konan basın özetleri arasında yer bulabileceğini ve önemseyeceğinizi pek ummadığım bu açık mektup, sizi böyle bir düşüşten ve asıl, ülkemizi uçuruma düşmekten sakınmak için yazılıyor.
Ben kim miyim?
Bu mektup elinize ulaşırsa, “Bize akıl öğretmeye kalkışan bu dili uzun karı da kim?” diye soracağınızı tahmin ettiğim için, hiç hoşlanmadığım halde “ben” demek ve kendimden söz etmek zorundayım: 68 kuşağından, soldan gelen, 27 Mayıs darbesinden bu yana Türkiye’nin çalkantılarının içinde her türlüsünü görmüş, bütün darbelerin acısını çekmiş, askeri kışlaların işkencehanelerinden, hapishanelerinden geçip, 12 Eylül sonrasında 12 yıl mülteci olarak yaşamak zorunda kalmış, meslek hayatı, kariyeri, özel yaşamı alt üst olmuş, yani ülkenin duyarlı namuslu insanlarının ortak kaderini kendi çapında yaşamış 73 yaşını tamamlamak üzere olan bir yurttaşım. Hani iktidar olduktan sonra bile oynamaktan hoşlandığınız mağdur rolü var ya, onu rolde değil gerçekte yaşamış olan milyonlardan biriyim.
Kendimi bildim bileli, ister devletten, ister iktidardan, ister örgütten, ister aileden, babadan, ister sevgiliden kocadan; nereden, kimden gelirse gelsin hotzotçuluğa, otoriteye, baskıya eyvallah demedim. Hani yalakalarınızın bile savunamayacağı sözler söyleyip ortalığı kırıp geçirdiğinizde “Başbakan’ın huyu böyle, üslubu böyle, alışacaksınız” deniyor ya, ben de böyleyim işte, huyum kurusun! Haa, bir de kendime yapılmasını istemediğim, bana yapılırsa isyan edeceğim şeylerin başkalarına yapılmasına da dayanamam, isyan ederim. Bu yüzden hem mağdur oldum hem de mağdurların yanında yer aldım hep: işçilerin, emekçilerin, mazlum halkın, Kürtlerin, bütün “ötekiler”in ve de vesayetçi elitlerin 90 yıldır hayat ve siyaset sahnesinin gerisine itmeye çalıştıkları İslami kesimlerin, küçümsedikleri “karnını kaşıyan” halkın yanında... Bir de unutmadan ekleyeyim: Ayıptır söylemesi sosyoloğum; hani bugünlerde pek moda olan, danışmanlarınızın da sizin de ağzınızdan düşmeyen sosyal bilim dalı. Yani son olayları analiz ederken, çevrenizdekilerin bir bölümü gibi işkembeden atmadan, gerçekleri eğip bükmeden, siyaseten değil objektif kriterlerle değerlendirmeyi bilirim. Hiçbir örgütsel-siyasal bağlantım, hiç kimseden, hiçbir kesimden en küçük çıkar beklentim, adalet-özgürlük-barış mahallesi hariç hiçbir mahalleye mensubiyetim olmadığı için de, kafa ve vicdan özgürlüğümün önünde kısıt yok. Bazı kesimlerin varlık nedeni haline gelmiş, psikolojik saplantı olmuş AKP düşmanlığım da yok. Bana göre iyi olanı, benim değerlerime doğrularıma uyanı; söyleyen, öneren, gerçekleştiren kim olursa olsun desteklerim.
Bu yüzden söyleyeceklerime kulak verin. Önümüzdeki zor günlerde, eğer ki hatırlarsanız, “demişti” diyeceksiniz.
Gezi’de ne olduğunu bir de benden dinleyin
“Gezi bir parktan ibaret değil, ne olduğunu anlamıyorsunuz” diyenleri yüzbinlerin karşısında hedef göstererek saldırırken, aslında sizin de Gezi’nin Gezi’den ibaret olmadığını bildiğinizi düşünüyorum. Olayların yirmi günlük seyrini izleyen ortalama zekâdaki herkesin anladığını, bütün cinliğinizle sizin anlamamış olmanız mümkün değil. Parkta çevreci bir protestoyla başlayan olayların ülke çapında isyana dönüşmesi, sandığınız, daha doğrusu kandırılıp inandırıldığınız gibi iktidarınızı hedef almış iç ve dış bilmem ne lobilerinin komplosuyla gerçekleşmedi. Elimizde belgeler var denilerek önünüze sürülen düzmece paranoyak senaryolara inanmayın, güvenmeyin. Bunların bir bölümünü senaristlerinin ağzından veya kaleminden duyduk, okuduk. Siz de can simidi olarak yapıştınız bunlara. Bir komplo teorisi kurduğunuzda, her şey paranoyayı destekleyen kanıt haline gelir, hele düzmece belge ve yalanlarla beslenirse.
Gezi’deki ağaç koruma eylemini topyekûn direnişe ve isyana dönüştüren, ölçüsüz ne kelime, vahşi polis saldırısı oldu. Zamanlar kötü sayın Erdoğan, zamane çocukları da fırlama. Sosyal medya “başbelası” bir yandan, devletin siyasetin demir yumruğuyla henüz tanışmamış 90 kuşağının gözü kara pervasızlığı ve “sus otur”lara pabuç bırakmayan özgürlük ruhu öte yandan, o vahşi saldırının ört bas edilip geçiştirilmesine imkân tanımadı. Taksim’e önce onların, sonra herkesin dalga dalga akışı o saldırıdan sonra başladı. Henüz ne size ve iktidarınıza kast etmiş lobiler vardı ortada ne de Ergenekoncu komplo. Hele de CHP hiç yoktu, istenmiyordu da zaten. Bir süredir herkesi hizaya getirmeye çalışan buyrukçu, kibirli üslubunuza karşı çok değişik kesimlerde biriken tepki, Gezi eylemcilerini en ağır sözlerle suçlamanızdan ve saldırmanızdan sonra büsbütün kabardı. İsyan; hükümetinize, partinize bile değil, bir süredir sizden farklı düşünce, kültür ve yaşam biçimleri benimsemiş bütün insanları aşağılayan, “bunlar, bunlar” diyerek ötekileştiren, dizilerin konusundan ne yiyip ne içeceğimize, nasıl sevişip kaç çocuk doğuracağımıza kadar bütün yaşam alanlarına burnunuzu sokan pervasızlığınıza karşıydı. Başkan Baba’lığınıza karşıydı.
Herkesi zırcahil olmakla itham eden zır-alim danışmanlarınız, akla ziyan komplo teorileri üretmekle meşgul olacaklarına kitle psikolojisi üzerine düşünseler, sizi ona göre bilgilendirseler, üslubunuzu eleştirebilseler, size gerçekleri söyleselerdi işler bu boyuta varmazdı belki. Herkesin: şahsınıza, partinize, iktidarınıza, siyasetinize muhalif olan bütün insanların, partilerin, örgütlerin, sizin seveceğiniz deyimle “bütün karnı ağrayanların”, son zamanlarda aşağılayarak hedef aldığınız bütün kesimlerin “yetti gayri” diyerek Gezi’ye,Taksim’e koşmasından ve ülke sathında yeni Gezi parkları üretmesinden başka ne beklenebilirdi ki o koşullarda... Bu arada, evet: darbe nostaljikleri, devrimciliği askercilik oyunu veya şiddet sananlar ve belki gerçekten de yerli-yabancı ajanlar, buldukları fırsatı neden kaçırsınlar, tabii ki oraya doldular. Ve, bırakın bu çapta bir kitle hareketini, en küçük gösteride birbirleriyle güç yarıştırmak ve kurtlarını dökmek için cam çerçeve kırıp, otobüs yakmaktan çekinmeyen, 80 öncesinin benzer örgütlerinin karikatür devamcısı olan grupçuklar da mevcutlarından daha fazla bayrakları, flamalarıyla oradaydılar. Ve tabii ezilmişliğinden, yoksunluğundan başka kaybedecek şeyi olmayan, mahkûm edildiği hayata itirazını ve öfkesini kör isyanla dile getiren çoğu genç kalabalıklar... Özetle, Gezi bir park olmaktan çıkıp, birbiriyle ilişkisi, ortak amacı olmayan size oy vermemiş öteki yüzde 50’yi birleştiren bir muhalefet odağı haline geldiyse, bu sonucu Beşiktaş Çarşı grubundan terör örgütü çıkarma becerisini göstermiş olan adamlarınız ve bizzat siz yarattınız.
Gelişmeler boyunca her yumuşama ve normale dönüş umudunu kışkırtıcı, cepheleştirici, suçlayıcı söyleminizle yok ederken, komplo teorilerini besleyen yalanları miting meydanlarında kitleleri kışkırtmak için tekrarlarken dolduruşa mı getirildiniz yoksa sizi itidale davet eden yakın çevrenizi dinlemeyip bildiğinizi mi okudunuz, diye soruyorum kendime. Meselâ, köprülerin atılmasına neden olan Cumartesi gecesi saldırısını kimlerin hangi istihbaratı üzerine emrettiğinizi merak ediyorum. Eğer bilinçli olarak çarpıtılmış olmasaydı size ulaşan bilgiler, Gezi parkı direnişçilerinin çadırlarını toplamaya başladıklarını, parkı boşaltmaya hazırlandıklarını, bu işin artık bitirilmesi gerektiği yolundaki sağduyulu çağrıların birbirini izlediğini öğrenirdiniz.
Ortada ağır bir suç var Sayın Erdoğan. Ortada anayasal bir suç var. Ortada demokrasiye kastetme suçu var. Ortada, son beyan ve tutumlarınızla Türkiye’yi dünyadan koparmaya, izole etmeye, yalnızlaştırmaya teşebbüs suçu var. Sizi bu suçlara azmettirenler çevrenizdekilerse onları size ihbar ediyorum. Eğer siz çevrenize rağmen tek başınıza karar verdiyseniz bu uygulamalara o zaman da siz Tayyip Erdoğan’ı Başbakan’a ihbar ediyorum.
Ve yurttaşlık hakkımı kullanarak suç duyurusunda bulunuyorum."
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.