Ömer TÜRKOĞLU
Nihai çözüm
Nihai Çözüm
İspanya’nın altın Çağında Katolik Kral, ülkeyi Moriskolardan temizlemeye karar verdiğinde bunu nihai çözüm olarak görmüştü. Moriskolara yani Granada düştükten sonra Hıristiyan olmuş ya da öyle görünmek zorunda kalmış Müslümanlara reva görülen muamele ise, bir tanesi bile kalmayıncaya kadar tamamının deport edilmesiydi! Zaten bundan yaklaşık yüz yıl önce de Yahudileri gönderdikleri için tecrübeli de sayılırlardı. Zavallı Moriskolar İberik Yarımadasını terk ettikten sonra bazıları geri dönmeye çalıştıysa da hiçbiri başaramadı.
Hâlbuki gerek Müslümanlar, gerekse Morisko, Yahudi ve diğer etnik gruplar İspanya için hem ekonomik, hem de kültürel açıdan müthiş zenginlikti. Kırsal kesimdekiler ziraatla, kent ve kasabadakiler ise nitelikli zanaatla uğraşıyorlardı. Halkların ise aralarında hiçbir sorun yoktu, birlikte pekâlâ yaşayabiliyorlardı. Fakat dönemin Katolik bağnazlığı yarımadaya huzuru çok görmüş, nihai çözüm ile huzur ve birlikte yaşama kültürü mağlup olmuştu.
Ne zaman “nihai çözüm” kavramını duysam korkarım; zira bilirim ki ölüm, yokluk, tarifsiz acılar, yinelenecek elvedalar, tamama erememiş sevdalar yakındır.
Hitler, Avrupa’daki Yahudi varlığını kıtadan kaldırmak istediğinde onun da bir nihai çözümü vardı. Bu arada belirtelim; elbette ki Hitler’deki Yahudi düşmanlığı durduk yerde ortaya çıkmış değildi. Özellikle XVIII ve XIX. yüzyıllarda, başta Almanya olmak üzere batının neredeyse tamamında var olan antisemitizm, modern zamanlar Kıta Avrupa’sının en büyük ayıbıydı ve bu ayıp Hitler’in nihai çözümünde soykırıma dönüştü.
Aslında bu iki örnek, yaşlı dünyadaki tehcir, taktil ve soykırımların ne ilkiydi, ne de sonuncusu oldu. Lokal ya da genel fakat mutlaka kitlesel katliamlarla, yani “nihai çözümler” sonucunda bir avuç kalan Amerika yerlilerini şimdi sadece western filmlerinde görüyor olmak, bu çözümlerin ne kadar insanlık dışı, ne kadar celladî olduğunu göstermeye kâfidir.
Daha dün Ruanda’da, Bosna Hersek’te yaşanan soykırımlar da birer nihai çözüm palavrasıyla yaşandı ve biz bunları sadece seyrettik! Atalarımız da 1915’teki “Büyük Felaket”i, İttihatçıların kıyımını seyretmişlerdi, seyretmek zorunda kalmışlardı -ya da- seyrettirilmişlerdi… Sonuç ise ortadadır!
Şu günlerde danışman görünümlü bazı aklı evvellerin terörle mücadele edenlere verdikleri salık, tipik bir “nihai çözüm”den başka bir şey değildir. Toplumsal hak ve taleplere kulak verilerek, meşruiyet zemininden ayrılmadan yapılacak terör mücadelesine kimsenin bir diyeceği olamaz.
Son olarak bu mezalim tellallarına Türk-Rum Mübadelesinin, 6-7 Eylül Provokasyonunun, 27 Mayısın ve tabii 12 Eylülün birer “nihai çözüm” çözümsüzlüğünü hatırlatmak isteriz. Bilinmelidir ki bütün bu hazin olayların bakiyesine baktığımızda gördüğümüz manzara, sadece yoksullaşmak ve yalnızlaşmaktır.
Bugün geldiğimiz nokta işte budur!