Av. Pakize Duvarcı
Nafaka düzenlemesi
Mevcut düzenlemede halihazırda süresiz olmayan nafaka için neden yeniden bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duyuluyor?
Son yıllarda kadınlara yönelik saldırılar çeşitli boyutları ile artıyor. Son olarak nafaka hakkı diye bilinen yoksulluk nafakasının sınırlandırılması konusu nedense gündemden inmiyor. Adalet Bakanlığı nafaka süresini 6 yılla kısıtlayan bir öneri getirdi. Bakanlığın önerisinde, alt sınır da iki yıl olarak öngörüldü. Kadın Dayanışma Vakfı’nın “Yoksulluk Nafakası Araştırması Raporu”, 11 ilde, 1994-2019 tarihleri arasında açılmış 140 boşanma davası üzerinden hazırlandı. Buna göre hükmedilen nafakanın yüzde 66.4’ü 0-500 TL, yüzde 10’u 500-1000 TL arasında, yüzde 2.1’i 1000-2000 TL arasında, yüzde 2.2’si ise 2000 TL’den yüksek. Nafaka ortalamasının 370 TL olduğu görüldü.
Yoksulluk nafakası son zamanlarda ayrıldığı eşine 200-300 lira gibi komik miktarlarda belirlenen nafakayı ödemek istemeyen erkeklerde olduğu kadar hukukçular arasında da tartışmaya neden oldu. Toplumsal cinsiyet eşitliği sıralamasında 149 ülke arasında 130’uncu sırada yer alan Türkiye'nin yoksulluk nafakasıyla gündeme geldiğinde refah seviyesi yüksek Avrupa ülkeleri ile karşılaştırılması ne derece doğrudur? Yan gelip yatan kadınlara süresiz nafaka ödeyen erkekler efsanesi kimler peki? Kim bu yapay ‘mağdur babalar?’ Konunun detaylarına girmeden evvel ifade etmek isterim ki ülkede yapılması uygun görülen böyle bir düzenleme kadının kazanılmış haklarının geriye gitmesi olup, kadına yönelik ağır ekonomik bir şiddettir.
Kadının istihdama katılımının yüksek olduğu ülkelerdeki nafaka uygulamasını ülkemize emsal almak ne derece adildir? Yoksulluk nafakası sadece kadın eşe değil erkek eşe de tanınmış bir hak olup uygulamada daha çok kadınlar lehine yoksulluk nafakasına hükmedilmesinin nedeni toplumumuzda mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliği sebebiyle kadının evlilikte ve boşanma sonucunda yoksullaşmasından ve hayat mücadelesinde yalnız bırakılmasından kaynaklanmaktadır. İmzaladığımız uluslararası sözleşmeler ve Anayasamızın 10’uncu maddesinde de belirtildiği gibi toplumumuzda hâlâ dezavantajlı bulunan kadın lehine pozitif ayrımcılık yapmak adaletin bir gereğidir. Her konuda olduğu gibi eğitim, iş ve gelir paylaşımında cinsiyet eşitliği olmayan, giderek eğitim ve çalışma hayatının dışına itilen kadına, boşanma gündeme geldiğinde “Kendi başının çaresine bak” şeklindeki söylem ve buna hizmet edecek uygulamalar ne derece hakkaniyetlidir? Erken yaşta evlendirilen kadın eğitim hakkından da yoksun kalmaktadır. Eğitimsiz ve hiçbir mesleki tecrübesi olmayan kadının boşanma ile birlikte iş bulma olasılığının sıfıra yakın olduğu neden göz önünde bulundurulmuyor?
TÜİK’in verilerine göre 2017 yılında erkeklerin istihdam oranı yüzde 65,6 iken, kadınların istihdam oranı yüzde 28,9’dur. Anadolu’da bu oran çok daha düşüktür. Evlilik öncesinde ya da sonrasında çalışma hayatına yönlendirilmeyen, ailede söz verilmeyen kadın kardeşlerimizin yerini “kadının yeri evidir", “En azından üç çocuk yapın", “Evde otur çocuğa bak", “Kocanın dizinin dibinde otur” diyerek belirledikten sonra yoksulluk nafakasının süreli hale getirilmesi ne derece doğrudur? Ayrıca çocuklu boşanmalarda kadının yoksulluğa düşme oranının katlanarak artmakta olduğu sosyolojik bir gerçektir. Kadınlar, mevcut hükümetin çocuk sayısının artmasına ilişkin politikası ile daha çok güvencesiz ve yarı zamanlı işlerde çalışmaya mecbur bırakılmakta olup özellikle de kentsel alanda çocuklu olmanın ve çocuk sayısının işgücüne katılımı azaltan etkenlerden olduğu da bilinen bir gerçektir. Yoksulluk nafakasında süre sınırı getirmek boşanmayla yoksulluğa düşecek kadın için mağduriyete neden olacak ve kadın şiddet gördüğü bir evliliğe ve erkeğe katlanmak, sessiz kalmak ve bu evliliği sürdürmek zorunda bırakılacaktır. Bu sebepten ötürü de bir çeşit baskı kurulmakta hatta mevcut değişiklik önerilerinde boşanma davalarında arabuluculuk kavramı getirilmeye çalışılmaktadır. Kadınlar keyiflerinden mi boşanmaktadır? Hiçbir kadının boşanmak için evlenmediği de ortadadır.
TÜİK verilerine bakıldığında da ülkemizdeki kadınların boşanma nedenlerinin en fazla aile içi şiddet, dayak ve kötü muamele, aldatma olduğu da apaçık ortadadır. Bu sebeple böyle bir düzenleme sadece kadını daha da mağdur etmeye yönelik olup kazanılmış haklarını yok sayıp kadına yönelik ağır ekonomik şiddettir.
Diğer bir ilginç hal de bu kadar mühim bir meseleyi veriler olmadan tartışmak zorunda bırakılmamızdır. “Kim ne kadar süre-aylık ne kadar nafaka ödemiştir? Bu davaların açılma sebepleri ve münderecatı nedir? Nafaka lehdarı kadın çalışabilir durumda mıdır? Çocuklara bakmak için işten ayrılmış mıdır? Çocukların bakımını üstlenirken çalışma saatlerine uyabilecek midir? Eşit işe eşit ücret sözde mi kalacaktır? Ücretsiz kreş var mıdır, varsa yurt çapında sayısı kaçtır?” gibi pek çok sorunun cevabı verilmemiştir. Çünkü bu konuda adli veri çalışması yoktur ancak varmış gibi münferit örneklerle yasa değişikliğine gidilmesi yönünde baskı kurulmaktadır.
Bir derneğin başını çektiği ‘boşandığım eşim yan gelip yatıyor, ben süresiz nafaka ödüyorum’ söylemlerinin apaçık bir yalan silsilesinden ibaret olduğu ortadadır.
Kamuoyunda yaratılmaya çalışılan algının aksine şu anki yasal düzenlemede nafaka süresiz değildir. Yoksulluk nafakasını düzenleyen Medeni Kanunun 175/1 maddesinde; “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir” denilmek suretiyle kusuru ağır olan eşin yoksulluk nafakası alamayacağı ve yoksulluk nafakasının, nafakayı ödeyecek kişinin mali gücü oranında belirleneceği belirtilmiştir.
Medeni Kanun’un 176’ncı maddesinde belirtildiği gibi nafaka alacaklısı öldüğünde veya evlendiğinde nafaka kendiliğinden ortadan kalktığı gibi, fiilen biriyle evli gibi yaşadığında, yoksulluk durumu ortadan kalktığında (miras kaldığında, kadın kayıtlı ya da kayıtsız çalışmaya başladığında, kadına herhangi bir gelir bağlandığında), haysiyetsiz hayat sürdüğünde mahkeme kararıyla kaldırılabilmektedir. Ayrıca mali durumun değişmesi durumunda ödenen nafakanın azaltılabilmesi ve kaldırılabilmesi de şu anki yasal düzenlemeyle mümkündür.
Anayasa Mahkemesi’nin 17.05.2012 tarih, 2011/136 E. ve 2012/72 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi kanun koyucunun 4721 Sayılı Türk Medenî Kanunu'nun 175''inci maddesinde 'süresiz olarak' ibaresine yer vermesinin amacı, boşanmadan dolayı yoksulluğa düşecek olan eşin diğer eş tarafından, şartları bulunduğu sürece ekonomik yönden desteklenmesi ve asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanmasıdır. Yerel mahkemenin yaptığı başvuruyu reddeden yüksek mahkeme de söz konusu düzenlemede zaten ‘süresiz olarak’ ibaresinin ne amaçla kanuna konulduğunu açıkça belirtmiş ve var olan düzenlemenin de süresiz olarak nafaka ödenmesine yönelik olmadığını gerekçelendirerek anlatmıştır.
Yüksek mahkeme kararında: “Yoksulluk nafakasının özünde ahlaki değerler ve sosyal yardımlaşma düşüncesi yer almaktadır” diyerek yoksulluk nafakasının sebebini anlatmıştır. Yaşanan mağduriyetler mevcut yasal düzenlemeden değil uygulamadan kaynaklanmaktadır. Yargının takdir hakkını hakkaniyete uygun kullanarak oluşan mağduriyetleri önlemesi mümkündür. Kaldı ki bu cüzi nafakalar dahi tahsil edilememekte, nafaka yükümlüsü tarafından ödenmek istenmemektedir. Gerek duyulan korku sebebi ile gerekse icra masrafları yüzünden ödenmeyen nafakaların çoğu icraya dahi konulamamaktadır. Peki mevcut düzenlemede halihazırda süresiz olmayan nafaka için neden yeniden bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duyuluyor?
Böyle bir düzenleme sadece boşanan erkeğin hayatına rahat devam etmesine yönelik olup, kadının uğrayacağı mağduriyeti yok saymak, kadını yoksullukla mücadelede yalnız bırakmak demektir...