Milliyet’teki AKP operasyonunun perde arkasını anlattı
Derya Sazak, 'İmralı zabıtları' sonrası Milliyet'te yaşananları anlattı...
Yurt Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, “İmralı Zabıtları”nı yayımlamasının ardından Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği’nden ayrılması konusunda dikkat çeken açıklama yaptı. Sazak, “Milliyet operasyonunu Yalçın Akdoğan tertiplemiştir. Hüseyin Çelik de vardır ve Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dâhilindedir” dedi.
Milliyet gazetesinde “İmralı zabıtları”nın yayımlanmasının ardından, dönemin başbakanı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından “Batsın sizin gazeteciliğiniz” diyerek sert bir şekilde tepki alan Derya Sazak yaşanan sürecini anlattı.
Sazak şunları söyledi: “Akdoğan daha ilk gün telefonda beni arayarak, ‘Siz süreci sabote ettiniz, bunun hesabını vereceksiniz’ dedi. Aynı şekilde o baskılar, bu konuda tecrübesi hayli zayıf olan gazetenin son sahibi Erdoğan Demirören’in o panikle Tayyip Erdoğan’a açtığı telefonla noktalandı. O telefon görüşmesi ne yazık ki Türkiye basın tarihinin en ayıplı, en utanılacak diyaloglarına sahne oldu. Düşünün bir gazete sahibi Amerika’da ya da İngiltere’de olsa Pulitzer ödülü kazanacak bir haber nedeniyle Başbakan’dan özür diliyor. O da onu ağlatmaya varacak kadar hakaretler ediyor. Utanç verici.”
Bugün gazetesinden Hüseyin Keleş’e konuşan Derya Sazak, Milliyet gazetesinden ayrılma sürecini anlattı. Keleş’in “Ne namussuzluğumuz ne alçaklığımız kaldı” başlığıyla yayımlanan (21 Aralık 2014) söyleşisi şöyle:
Ne namussuzluğumuz ne alçaklığımız kaldı
İşinize son verilmesinin sebebi İmralı zabıtları mı Gezi eylemlerindeki muhalif tavrınız mı?
İmralı zabıtlarıyla başlayan Gezi ile son bulan bir süreç. Yani aşağı yukarı üç-dört aya sığan, Milliyet’in o dönem dürüst, namuslu gazetecilik çizgisinin bizim özelimizde, bize ödetilen bedeli. O zaman Öcalan’la ilk kez Kürt milletvekilleri görüşmeye gitmişti. Bu görüşmenin zabıtlarını yayınladık diye Tayyip Erdoğan çıktı Balıkesir’de “Batsın sizin gazeteciliğiniz” dedi. Sonra Hasan Cemal’in yazısı üzerinden gazeteye, manşete ve yayın yönetmeni olarak bana ağır şeyler söyledi. O sözcüklerin ne denli ağır olduğunu 17-25 Aralık operasyonları sürecinde çıkan telefon tapelerinde daha net gördük. Ne namussuzluğumuz ne alçaklığımız kalıyor.
Niye?
Ortadaki gerçek bir belgeyi yayınladığımız için. O belge Türkiye kamuoyunu ilgilendiriyor. Siz Kürt meselesinin çözümü için müzakere süreci başlatıyorsunuz. Kaldı ki biz bunu destekliyoruz. Hasan Cemal, Erdoğan’ın kendisine ‘Hasan abi’ dediği kadar yakın ve reformları destekleyen bir yazar. Biz her zaman çözümü savunduk. Peki bu çözüme giden yolda o yol haritasının yayınlanmasının böylesine bir patlamaya yol açmasının nedeni neydi, hâlâ bunu anlamakta güçlük çekiyorum.
Atılacağınızı bilseydiniz, yine de yayınlar mıydınız İmralı zabıtlarını?
Tabii ki yayınlardım. Ben zaten onu göze aldım. Ama işten atılacağımı tahmin etmemiştim. Bugün bile neden bu kadar fırtına koparıldığını anlayabilmiş değilim.
Bize operasyonu Akdoğan tertipledi
Hükümet’ten en fazla kimin etkisi oldu atılmanızda?
O dönem çok ağır bir kışkırtmayla hepimiz gazetelerimizden olduk. Bu kışkırtmaları yapanların başında Yalçın Akdoğan vardı. Akdoğan daha ilk gün telefonda beni arayarak, “Siz süreci sabote ettiniz, bunun hesabını vereceksiniz” dedi. Aynı şekilde o baskılar, bu konuda tecrübesi hayli zayıf olan gazetenin son sahibi Erdoğan Demirören’in o panikle Tayyip Erdoğan’a açtığı telefonla noktalandı. O telefon görüşmesi ne yazık ki Türkiye basın tarihinin en ayıplı, en utanılacak diyaloglarına sahne oldu. Düşünün bir gazete sahibi Amerika’da ya da İngiltere’de olsa Pulitzer ödülü kazanacak bir haber nedeniyle Başbakan’dan özür diliyor. O da onu ağlatmaya varacak kadar hakaretler ediyor. Utanç verici.
Bakan yalan söylüyor
Yalçın Akdoğan görevinize son verildiği gün, sizi de kastederek yazdığı yazıda şu ifadeleri kullandı: “AK Parti iktidarının yandaş medya üretmek, özgür basını susturmak veya muhalifleri tasfiye etmek gibi bir yaklaşımı, politikası veya adımı kesinlikle yoktur.” Ne dersiniz bu görüşe?
Yalancı. Öyle bir yapıyor ki. Her Meclis grubundan sonra, Serpil Çevikcan’a, Yıldırım Demirören’e, Fikret Bila’ya benimle ilgili her şeyi söylemiştir. Milliyet operasyonunu Yalçın Akdoğan tertiplemiştir. Hüseyin Çelik de vardır ve Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dâhilindedir.
Akdoğan, İmralı zabıtlarının yayınlanmasından sonra bir kez mi aradı sizi?
O gün aradı ve “Siz süreci sabote ettiniz” dedi. Bunun dışında bir kez Yıldırım Demirören’le beraber İstanbul’a gelişinde yemek yedik. Ben Yalçın Akdoğan’ı tanımam. Milliyet’te stajyer muhabirlik yapmış ama Milliyet’te gazetecilik geçmişi var mı yok mu bilmiyorum.
Yemekte ne konuşuldu?
Kürt meselesini konuştuk. Daha çok bu konular konuşuldu. Ben Kürt meselesinde kendilerine destek olacağımı söyledim.
Demirören korktu
Bunlara rağmen Demirören arkanızda dursaydı ne olurdu?
Çok saygın bir yerde olurdu. Yeni bir tarih yazılırdı.
Ekonomik olarak başına bir şey gelir miydi demek istedim?
Milliyet gibi tarihi geçmişi olan bir gazeteden söz ediyoruz. Siz Milliyet’i satın alıyorsanız, gazetecilik yapmak için alıyorsunuzdur. Diğer işlerinizi kolaylaştırmak adına geliyorsanız, o bizi bağlayan bir durum değil. E tabii üstüne gelineceğinden korktu. Daha beteri de Gezi’de korktu.
Tayyip Erdoğan ‘Akif Beki’yi getirin’ dedi
Erdoğan Demirören’in gazeteyi alma sürecinden biraz bahseder misiniz?
Önce biliyorsunuz Karacanlar’la beraber iki ortak. Erdoğan Demirören gazeteyi satın aldıktan sonra Tayyip Erdoğan’ı arıyor: “Beyefendi ben gazeteyi satın aldım. Bir talimatınız olur mu, gazetenin başına kimi getirelim” diye soruyor. Erdoğan da direkt bir adam olduğu için, “Akif Beki’yi getirin” diyor. Demirören Akif Beki’yi gazeteye getirdi. Ama gazeteciler buna tepki gösterdi. Akif Beki iyi gazeteci olabilir, televizyoncu olabilir ama onun ligi Milliyet değil. Onun ligi Star, Sabah olabilir. Gazeteciler böyle bir tepki gösterdi. Sonuçta olmadı.
Peki Akif Beki bir ‘Alo Fatih’ girişimi miydi?
Tabii ki. Hükümet komiseri olarak oraya getirilecekti. Yiğit Bulut’u da getirmek istediler. Ben oradayken getirmek istediler. Yiğit Bulut’un Milliyet’te ne işi var? Burada şöyle bir haksızlık yapılıyor. Bunlarda ne adalet var, ne vicdan var. Madem kendi medyanızı oluşturuyorsunuz, bu kadar mı çapsız sizin etrafınızdaki insanlar. Niye kendi medyanızın başına getirmiyorsunuz da başka yerlere getirmeye çalışıyorsunuz. Akif Beki olmuyor kardeşim. Git ona yer bul. Ama o adres Milliyet değil. Nagehan Alçı’yı aldılar olmadı. Sürekli gazeteci iliştirerek medyayı kontrol altına alamazsınız. Bugün iktidar kendi korkusu tarafından kuşatılmış durumda.
Erdoğan olmaz Avrupa Birliği olur
Tayyip Erdoğan’ın AB’ye yönelik sözlerini nasıl karşıladınız?
10 sene olmuş. AB sürecinde sonuca gelmeliydik. Tayyip Bey, “Olmasa da olur” dedi. Hayır, AB Tayyip Erdoğan’ın şahsi meselesi değil ki. Tabii ki olacak. Siz olmazsınız. Tayyip Bey’in anlayışı bugünkü AB değerleriyle örtüşmüyor. AB’de bu denli otoriterleşme yok. Bu denli şahsi zenginleşme yok. Aile fertlerinin bu şekilde palazlanması yok. Bunlar var, nerede var? Bangladeş’te var, Pakistan’da var, Orta Doğu rejimlerinde var.
Beni Milliyet’e Erdoğan getirmedi
Nagehan Alçı’nın bir başka iddiası şuydu: “Derya Sazak, Tayyip Erdoğan’ın onayıyla Milliyet’in başına geçti” doğru mu?
Yalan. En ufak bir dahli yoktur.
Nagehan Alçı’nın Milliyet’e gelişiyle ilgili baskılar oldu mu?
Ben göreve gelir gelmez, Nagehan’la ilgili bir kulis başladı. Gazete yönetimi ben göreve gelirken “Biz Abdi Bey’in Milliyet’ini istiyoruz” dediler. Ama üç gün sonra “Nagehan Alçı’yı başlatacağız” dediler. Nagehan’ın Milliyet’te ne işi var. Benim Milliyet’te ikinci dönemimin ilk icraatı Nagehan Alçı’yı gazeteye almak mı olur? Alay konusu olurum. “Bunu düşünmeyin” dedim. Bu unutuldu ama bir ay geçti bir dalga daha, “Ne oldu Nagehan meselesi” dendi.
Ben “Nagehan’ı gazeteye almam” dedim. Sonra Yıldırım Demirören devreye girdi “Ben Beyefendi’ye söz verdim” dedi. Sonra ben dayanamadım, Erdoğan Demirören’i aradım. Bana dedi ki, “Yok kardeşim Beyefendi olsa haberim olur. Ben onu izliyorum televizyonda. Çok saldırgan, bize gitmez o.” O fasıl da geçti. Ama bir baskı daha geldi. “Bu baskı kimden geliyor” dedim. En sonunda bunu Hüseyin Çelik üzerinden zorladılar ve gazeteye aldılar.
Hoca’ya methiyeler düzerdi
Performansı nasıl oldu?
Gazeteye geldikten sonra bir seyahate gittiler, muhtemelen kocasıyla Gülen’e gitti. Bir süre sonra gazetedeki köşesinde Fethullah Gülen’le ilgili methiye yazıları yazmaya başladı. Ama biz o köşede siyasette kulis yazıları bekliyoruz. Benim buna da ihtiyacım vardı. Belki sansür edilen yazıları, Hoca’yı methettikleri yazılar olabilir. Tabii bugünü düşününce bana sansürlediğim için teşekkür etmesi lazım. Ben anlayamadım kimi desteklediğini.
Alçı’yı sansürlemedim
Nagehan Alçı bir röportajında “Milliyet benim için tam bir sansür dönemiydi” diyor. Doğru mu?
Yalan.
Yazılarının engellendiğinden mi bahsediyor?
Evet ondan bahsediyor. Kitapta konu olduğu için kısaca tekrar anlatayım. Benim onun Bilal Erdoğan’la ilgili koymadığım bir yazısı vardı. O dönem Gezi olayları patladı. İstanbul yıkılıyor. O dönemde yazdığı yazıda ‘Aile Bilal Erdoğan’ı siyasete hazırlıyor’ diyor. Gezi’nin ortasındayız, Nagehan böyle bir yazı yazıyor. Ben ‘koymayın o yazıyı’ dedim. Bana mesaj attı Nagehan, “Bunu yazmamı istiyorlar. Ailenin hoşuna gidecek” diyor. Ya ailenin hoşuna gidecek diye nasıl yayınlarız. Telefon açtım dedim ki, “Nagehan tamam güzel ama eğer bu istihbaratın doğruysa, bu zaten senin köşende kutu olacak malzeme değil. Hemen Bilal’i ya da aile yakınlarını ara, doğrulat. Olmadı ben bunu manşet yaparım” dedim. Ama olmadı.
Kitabınızda Nagehan Alçı’nın mesajını yayınlamanızı etik bulmayanlar oldu?
Ben gazeteden ayrıldıktan sonra bir yığın insan telefonla mesajla geçmiş olsun dedi. Cevap veremedim. Kitabı yazmaya başlarken eski notlarımı da karıştırıyorum. Telefonlara bakarken inanılmaz bir şekilde Nagehan’ın yazısı karşıma çıktı, onu da kitaba koydum. Bütün yaptığım bu.
Aydın Doğan’dan 11 kişinin atılması istendi
28 Şubat’ta medyanın tavrı hâlâ eleştiri konusu. Siz de o dönem Milliyet’in başındaydınız. Manipülatif manşetleriniz oldu mu?
O dönem şöyle şeyler oldu: Evet, bizim de o tür manşetlerimiz oldu. Biz Refah-Yol ile kavgaya öyle kötü bir yerden başladık ki, hani Hoca (Erbakan) ağzıyla kuş tutsa bir şey söyleyecektik. Ya da Tansu Çiller ile kavgamız bizi muhalif yaptı. Medyada olmaması gereken şeyler. Ama ben Milliyet’te asla şunu yapmadım. Birincisi darbeye çanak tutmadım. Tutanlar vardı. İkincisi darbeye giden yolda daha çok askerlerin telkiniyle yapılan manşetlerden gazeteyi uzak tutmaya çalıştım. Zaman zaman bize de telkin ve baskılar oldu.
Somut olarak bir örnek var mı?
Aydın Doğan’ı Ankara’ya davet ettiler. Aydın Bey bir dosyayla döndü. O dosyada onbir kişinin ismi yer alıyordu. Bu onbir kişiyi atmamız isteniyordu. Biz buna direndik. Bu onbir kişiden kimseyi kaybetmedik. Bu baskılardan en ağırı, darbeye beş kala verilen brifingdi.
Ben de o brifingde vardım. Çıktı paşalardan birisi benim o güne kadar hiç duymadığım 84. Madde gibi bir şeyden bahsetti.
“Silah kullanırız” dedi. Ben “Silah kullanırız” lafını manşet yaptım. Düşünün Genelkurmay sizi topluyor, bu sözlerini basın toplantısı şeklinde yapıyor. Bu suçtur. O gün siyasi iktidar gücünü iki konuda kullanamadı. Tanklar Sincan’da yürüdükleri gün komutanları görevden alacaktı ya da istifa edeceklerdi. Sen bunu seyrettiğin zaman seni siyaseten götürürler. Nitekim götürdüler bir iki ay içerisinde. İkincisi brifinglere de seyirci kalıyorsunuz.
Ben o dönemin hesabını veririm
O paşanın brifingdeki “Silah kullanırız” sözünü manşet yaptım ve hemen Washington temsilcimiz Yasemin Çongar’ı aradım. “Yasemin burada tuhaf şeyler oluyor. Bunu sor dedim ABD’ye. Saat farkı bizim lehimizeydi.
“Eğer Pentagon’dan bir açıklama varsa geç, yoksa da hemen evden çık ve sor” dedim. O da birkaç saat sonra pürtelaş beni aradı. “Acayip bir şey oldu” dedi. Albrigth (Washington’da Dışişleri Bakanı Madeleine Albright) “Biz Anayasa dışına çıkmayın diye Ankara’yı uyardık” demiş. Yasemin’e “Emin misin” dedim. “Evet” dedi. Biz daha sonra manşette ABD’nin bu açıklamasını verdik. Nitekim ertesi gün, askerlerden Milliyet için “Oraya da iki general mi gönderelim” tehdidi geldi.
Askerler bunu, ABD’nin hükümete uyarısı olarak lanse etti. Yani asker müdahale ederse ABD de dolaylı olarak tanıyacak dediler. Bizse ‘Hayır bu darbe anlamına gelir. Biz buna karşıyız’ yayını yaptık. Yani biz Milliyet olarak darbeye Merkez Medya’da açıkça karşı çıkan tek gazete olduk. Ben o dönemin hesabını veririm.
Rahatsız edici manşetlerimiz oldu
Mehmet Ali Birand, vefatından kısa bir süre önce 28 Şubat süreciyle ilgili “Büyük bölümümüzün yatacak yerimiz yok” demişti. Katılır mısınız?
Doğru, medyanın büyük bir bölümü bu sürece dahil oldu. Biz de etkilendik, hiç etkilenmedik diyemem. Gazeteler taransa Milliyet’in de rahatsız edici manşetleri bulunabilir. Ama ben yayınları her zaman dengeledim. O zaman sektörel kavgalar siyaseti etkiledi.
Akılları varsa medyaya baskıya son verirler
14 Aralık’ta medyaya darbe operasyonu yapıldı. Bundan sonra bu baskı konusunda nasıl bir süreç öngörüyorsunuz?
Baskıyı sürdürecekleri anlaşılıyor. Ama medyaya baskı yapan hiçbir iktidara o baskılar hayır getirmemiştir. AKP’nin bir parça aklı varsa bu baskılara son verirler. “Bunlar gazetecilik faaliyeti yapmıyorlar” lafını kimseye anlatamazsınız kardeşim. Batı’da gazeteci gazetecidir. Beni Milliyet’in başından nasıl uzaklaştırdılar? Bu siyasi iktidarın baskısıyla oldu. Baskı başka nasıl olur yani.
Dalgalar artarsa listede adınızın olacağını düşünüyor musunuz?
Hiç ilgilenmiyorum. O listelerin değeri sıfırdır. O listeler hiçbir şeyi açıklamaz. O ancak baskı rejimlerinde değer bulur. Geçmişte sözde onlara yapılanları şimdi onlar başkasına yapıyorlar. 4 sene önceki bir örgüt davasından söz ediyorlar. Ekrem Dumanlı en yakınınızdaki insanlardan biri değil miydi? Bütün seyahatlere davet edilen iki kişi vardı. Biri Mustafa Karaalioğlu diğeri Ekrem Dumanlı. Ne oldu şimdi? 25. Yıl kutlaması var Zaman’ın. Beraber pasta kestiler. Ben de Ekrem’i çok yakından tanırım. Ekrem tertemiz, dürüst bir adamdır. Ben hiçbir yanlış işe bulaşacağını sanmıyorum. Ama hepimizin günahları, kusurları var. Ekrem Dumanlı’nın da tek taraflı yayınlarıyla çok insan mağdur oldu. Bunlarla ilgili bir özeleştiri dönemi başlatabiliriz. Ama bu, bu yaşanan süreç geride kaldıktan sonra, bu arkadaşlarımız özgür kaldıktan sonra yapılabilir. Kaldı ki biz bunu kendi aramızda yaparız. Hükümet müdahil olamaz. Bu örgüt faaliyeti falan değil. Basbayağı medyaya gözdağı vermektir. Suç üretiliyor.
Bakanlara yönelik Meclis’teki soruşturma komisyonlarının işleyişini sağlıklı buluyor musunuz?
Ben 40 yıldır bu mesleğin içindeyim. Onlarca Yüce Divan soruşturma komisyonu izledim. Zarrab’ın rüşvete bağladığı üç bakan var. Sistemin işlediği bir ülkede mahkemelerde bu davaların görülmesi gerekirdi. Açıkça herkes o davaları izleyebilirdi. Ama siyaseten o davaları kapattılar, Reza Zarrab’a takipsizlik verdiler. Geriye dört bakanla ilgili soruşturma komisyonunun vereceği karar kaldı. Aslında iyi ki o soruşturma başlatıldı. Aksi halde bu yolsuzluklar kapalı kapılar ardında devam edecekti. İyi ki o soruşturmanın ifade tutanakları ve telefon tapeleri ortaya çıktı. İlk bir hafta içindeki yayınlar olmasaydı muhtemelen Erdoğan dört bakanın istifasını istemeyecekti. Burada dahi dürüst medyanın önemi anlaşıldı.
Darbe yok, yolsuzluk var
Yolsuzluk mu darbe mi? Darbe ise hükümetin bu darbenin nasıl olacağını anlatmaları ve kanıtlamaları gerekir. Pek çok darbe görmüş ve yaşamış bir gazeteci olarak benim anladığım bir darbe değil. Delillerini bulamadım. Yolsuzluklarda pek çok delil var. Yani yolsuzluk gerçek.
Şöyle darbe girişimleri oldu Türkiye’de, 2003-2004’te. Hatta onun sonucunda Ergenekon soruşturması başladı. Peki bu darbe süreçlerinde, askeri vesayetten kurtulurken hangi gücü kullandınız?
Biraz ağır gelecek ama kestaneleri ateşten Cemaat’le aldınız. Cemaat’in polisleriyle Cemaat’in savcılarıyla aldınız. E o zaman paralel yapı yok muydu? Eğer kapınıza dayanmasaydı bu süreç böyle devam edecek miydi? Dolayısıyla bugün geldikleri noktada inandırıcılıklarını kaybetmesi bu yüzden.