"İçki bütün cürümlerin anası" mıdır
Taraf yazarı Ayşe Hür', son yazısında "... pek çok kişinin eğlence yorgunu olduğu yılın bu ilk günü ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya’ karar verdim" diyor ve...
Taraf yazarı Ayşe Gür bugünkü yazısında "İçki bütün cürümlerin anası"mıdır? sorusuna yanıt bulmaya çalıştı. Yazının bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Devamı neden yok diye soracak olursanız, bildiğiniz gibi Taraf gazetesi sayfaları dijital ortamda dahi abonelik sistemine dönüştü. Yazının devamı için ya Taraf gazetesi almak zorundasınız ya da web sayfasına abone olmak durumundasınız...
"2006’da Ramazan ile yılbaşı üst üste düştüğünde, dinin yasakları ile dünyevi bir kutlamanın âdetleri arasındaki çatışmanın nasıl çözüleceği epey sorun olmuştu. O tarihten beri içki aleyhinde açık politikalardan söz etmek mümkün değil ancak 2010 yılında AKP hükümeti tarafından içkiye konulan yüksek vergiler, bazı AKP’li belediyelerin işlettiği yerlerde içki servisi yapılmaması, bazı yöneticilerin içkinin zararları üzerine nutukları ve resmî toplantılarda içkiye yer verilmemesi, Başbakan Erdoğan’ın “Sulusu da kurusu da zarar. Alkol yerine meyve yiyin, üzüm yiyin” şeklindeki ilginç tavsiyesi; alkollü içkilerdeki ÖTV’ye yapılan yüzde 30’luk rekor zammı açıklarken Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Bizim için gelir değil, vatandaşın sağlığı önemli” demesi; son olarak da Aydın ve Ankara’da içkili lokantalara yapılan baskınlar “endişeli modernler” diye adlandırılan kesimlerde, haklı olarak Türkiye’nin giderek muhafazakâr bir çizgiye kaydığı şeklinde bir düşüncenin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Gerçi, 12 Eylül 2010’daki Anayasa referandumunun propaganda dönemi Ramazan’a rastladığında partililere “İçki içmeyin, camiye gidin” tavsiyesinde bulunan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu da (‘doktoru izin vermediği için’) henüz içki içerken görmek mümkün olmadı.
Hâl böyle olunca, pek çok kişinin eğlence yorgunu olduğu yılın bu ilk günü ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya’ karar verdim ve bu konudaki yasakçı tutuma direnme kabilinden Cumhuriyet döneminde içkiye (özellikle de ‘milli içkimiz’ rakıya) yönelik tavırlara göz atmak ilginç olabilir diye düşündüm. Konunun Osmanlı dönemindeki serencamını merak edenler bu sayfalarda yayımlanan 30 Aralık 2007 tarihli “Kâfir işi fakat ne çare...” başlıklı yazıma bakabilir.
***
Birinci Dünya Savaşı’nda ve onu izleyen sıkıntılı yıllarda, “düşmanların, topla tüfekle yenemeyeceğini anladığı Türk milletini, içki ve uyuşturucu maddelerle çökertmeyi hedeflediğini” düşünen bir grup Osmanlı-Türk aydını 5 Mart 1920 günü, Cuma namazından sonra İstanbul Matbuat Cemiyeti’nde biraraya gelerek Hilal-i Ahdar (‘hilal’ ay, ‘ahdar’ yeşil demekti) adlı bir grup kurmuşlardı. Hilal-i Ahdar mensuplarının ilk eylemi, Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi’nin 13 Eylül 1920 günlü toplantısında grubun kurucularından Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in hazırladığı Men-i Müskirat Kanunu (İçkiyi Yasaklama Kanunu) teklifini vermek oldu.
Sadece içki değil haşhaş da
1923 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın Muhafız Alayı Kumandanı Topal Osman tarafından öldürülecek olan Ali Şükrü Bey, kanunu gerekçelendirirken içkinin dinimizce haram olmasıyla başlamış, içkinin yarattığı belaları saymış, ABD’deki içki yasağını överek bitirmişti. Gelir kaybı gerekçesiyle yasaklamaya karşı çıkanları da “Bir milyon lira kaybetmek mi yoksa Rum ve Ermenilerin cebine içki satışından 120 milyon lira girmesi mi tercih edilir?” diyerek ikna etmişti. Hızını alamayıp afyonu da yasaklamaya kalkan Ali Şükrü Bey’i, Burdur Milletvekili İsmail Suphi Bey, Anadolu’da binlerce insanın ekmeğini haşhaştan çıkardığını hatırlatarak engelleyebilmişti. Altı gün, yedi celse süren ateşli tartışmalardan sonra 14 Eylül 1920’de yapılan oylamada 71 oy lehte, 71 oy aleyhte çıkınca, celseyi yöneten Vehbi Bey’in oyu iki oy sayılarak sorun çözülmüştü.
80 değnek mi, hapis cezası mı?
Sekiz maddelik kanunla her türlü içkinin üretimi, satışı ve kullanılması yasaklanıyor, kanuna aykırı hareket edenlerden ‘müskiratın beher okkası için’ 50 lira para cezası alınması öngörülüyordu. Açıkça içki içenler veya gizlice içki içip sarhoşluğu görülenlere de şeriatın öngördüğü ‘had ceza’ olan 80 değnek veya 50 liradan 250 liraya kadar para cezası veya üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilecekti. Bu yasaya uymayan devlet memurlarına temyiz ve itiraz olmamak kaydıyla memuriyetten çıkarılma cezası veriliyordu. Mevcut içkilerin imhası için iki ay süre tanınmıştı.
İyi bir içici olduğu bilinen Mustafa Kemal, oylama sırasında Meclis’te hazır bulunmamıştı. Hatta Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın anılarına bakılırsa ülkenin içinde bulunduğu kritik ortamda içki yasağı gibi meselelerle uğraştığı için Ali Şükrü Bey’e çok kızmış, “Memleketin zararına işlerle uğraşıyorsunuz” diye bağırmıştı.
Yasağın kışkırtıcılığı
İçki satışından elde edilen gelirlere en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde içkiye yasak konulmasından sonra olanları Hüseyin Rahmi Gürpınar Meyhanede Kadınlar risalesinde şöyle anlatır: “Hükümet bu yasağı koymakla içki içmeyi engellemek şöyle dursun, herkesi içmek için kışkırttı. İsteği arttırdı. Bu yasaktan sonra içkiye rağbet yüz kat arttı. En pis, zararlı rakılar üç, dört yüze satıldı. Bütün meyhanelerde küp dibi tortularına kadar bayat sermayeler sürüldü. Hiç kullanmayanlara bile iştah geldi. Her yerde yeniden imbikler ısmarlandı. Açık olmayan bir yasaklama... Hükümet, kapalı gişe, açık gişe, dam altında, damsız yerde içenlerle, kendini bilecek, bilmeyecek kadar sarhoş olanlar, bir okka fazla-eksik gibi ayarsız, ölçüsüz, tartılı-tartısız uygulanması olanaksız muammalarla oynarken sokaklar sarhoş naralarıyla inliyor. Zabıta her gün birbirini vuran, öldüren en korkunç olayları kaydediyordu...”
Polis Müdürü Dilaver
Peki, devletin zirvesi yasağa uymuş muydu? Bunu da Mustafa Kemal’le ters düştüğü için 1926’da yurtdışına kaçmak zorunda kalacak olan Sinop Milletvekili Dr. Rıza Nur’dan dinleyelim: “İmbikler toplandı, amma bazı nüfuzlu memurlar hükümetin muhafazası altında bulunan bu imbiklerden bir kısmını alıp evlerine yerleştirdiler.