Ömer Faruk ERYILMAZ

Ömer Faruk ERYILMAZ

Eski Ramazanlar*...

Sağımdaki solumdaki arkadaşların “Niye yeni yazın yok?” demelerini laf olsun diye söylediklerini bildiğimden aldırmıyordum ama geçen gün komşum Erol abi de çıkışarak “Artık yazmıyor musun?” deyince hem şaşırıp, hem de hoşlanarak, “abi ne yazayım” dedim.

Memleketi Malatya’yı örnek vererek, “Bizimkiler eski ramazanları yazıp duruyorlar, sen de yaz işte” deyip kestirdi konuşmayı.

“Abi o konuları bizim Zencirci yazıyor” bile diyemedim.

Sıcak günün ardından iftar saatini bekleyen Safranbolulu Osman Abi, Kızılcahamamlı Keresteci Nihat, raporlu polis memuru Ekrem ve emekli bankacı Gazi Abi,  Dondurmacı Baki ile mahallenin renkli siması Bakkal Hüseyin’in dükkanları arasına oturmuş üst katlardan gelen yemek kokularını içlerine çekerken, kafalarını da söğüt ağacının koyu gölgesine sokuyorlardı.

Erol abi sandalyeye, ben de Hüseyin’in dükkândan aldığım boş kola kasasının üzerine otururken, “Yahu arkadaşlar, şimdi Kurşunlu’da oturuyor olsaydık biri gelir çaktırmadan mantar patlatıp hepimizi zıplatırdı” deyip girdim konuya.

“Amir memur, büyük küçük fark etmez herkes birbirine takılırdı akşamın bu saatlerinde” diye devam ettim.

Başladım mı lafın sonunu getirmeyeceğimi, kendilerine laf vermeyeceğimi bilen Nihat ve Hüseyin sözümü kesmek istedilerse de, fırsat vermeden inatla sürdürdüm anlatmayı:

“Hatta Cıvık Hasan amca, kimse kendisine sataşmasa da, gider sürtünür, birilerini kendisine sataştırarak ortalığı velveleye verirdi. Onun bu huyunu bilenler, daha o gelmeden önlemlerini alır ona yapacakları ağır şakaları hazırlarlardı.

Bir keresinde Onbaşı Amca (Çakır Ağa) sırtına devekleri yüklemiş, ara sokaklar yerine çarşıdan geçerek dikkatleri üzerine çekiyor, dükkân ve kahve önlerinde oturanların sataşmalarına yanıt vermeden gidiyordu ki;  kim olduğunu hatırlayamadığım bir arkadaşı sessizce yaklaşıp sırtındaki kuru devekleri tutuşturuvermişti de; ceketi yanmaya başlayan Çakır ağa milletin kahkahaları arasında çarşıyı birbirine katmıştı.

Arkadaşlarına dostlarına Şekerci Arif’ten tulumba tatlısı yaptıranlar bir de boş kutu alırlar onun içine de hayvan pisliği doldururlardı.

İçinde pislik olan kutu hane halkı tarafından açılır açılmaz da, tulumba dolu kutu anında yetiştirilir, sofra başında bulunanların kahkahaları sokaklardan duyulurdu.

Geniş bir hoş görü içinde yaşanılan Ramazanlarda, en koyu dindarlar bile takılmadan yapamaz, 'Yahu bu oruç dokuz olcakmış ama peygamber efendimiz dokuzu otuz anlamış' gibi hoşlukları konuşmaktan çekinmezlerdi.

Yamyam’ların lokantayla bizim ev arasında gizli bir rekabet yaşanır, lokantanın camında Yamyam Dayı**, bizim pencerede babam çarşıdan adam geçirmeyip oruç açmaya davet ederlerdi.

Evin büyük odasında yer sofralarında yenilen yemekler sonunda dar hayatta toplu halde akşam namazlarını kılarak çıkarlardı evden.

Teravih namazı için büyükler Çarşı Camiine girerlerken, biz ilçenin diğer ucundaki Motorlu Camiiye koşardık. En geç kıldırdığı söylenen Hatıp’ın Camiye genelde yaşlılar, Emük’ün Camiine de yakın evlerdeki insanlar giderlerdi.

Oruç tutsun tutmasın, teravilere gitsin gitmesin herkesin tek vazgeçilmezi ise bayram namazlarıydı.

Çarşı camii bayram namazı için gelenleri almaz, yer kapmak için erken gidenler olduğu gibi, sağına soluna takılmak için bilerek geç kalıp bahçede yer tutanlarda olurdu.

Hoca okuduğu hutbede genellikle bayramlık gelenleri önce azarlar, ardından da sürekli gelmeleri için ikna etmeye çalışırdı.

Bunların birçoğu bugünde devam ediyor belki ama biz yaştakiler artık eski tatları alamıyoruz.

Neyin tadı kaçtı da böyle oldu bilmiyorum da, herkesin ağız tadıyla geçireceği bayramlar diliyor, saygılarımı sunuyorum.”

Deyip koydum noktayı.

Şeker tadında bayramlarımız olsun!

* “Gün Döndü Yaz Bitti” kitabımdan

** “Yamyam Dayı”  Rahmetli İbrahim Nalbant’ın lakabı.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
1 Yorum